Enternasyonal Komünist Partisi



Sol Gelenekte Komünist Partisi

("Il partito comunista nella tradizione della Sinistra", 1974)


[ Italiano - Español - English - Français ]

 

Sunum - Alıntılar 1-5 - Giriş, Haziran 1974 - Giriş, Eylül 1974
Kısım
I
Bölüm 1 – Merkeziyetçilik ve Disiplin: Parti Örgütlenmesinin Köşe Taşı - Alıntılar 6-17
Bölüm 2 – Topyekun Merkeziyetçilik - Alıntılar 18-19
Bölüm 3 – İşlevlerin Farklılaştırılması - Alıntılar 20-23
Kısım
II
- Giriş
Bölüm 1 – Tarihsel Parti ve Biçimsel Parti - Alıntılar 24-26
Bölüm 2 – Partiye Katılmak - Alıntılar 27-32
Bölüm 3 – İnsanların Örgütlenmesi Olarak Parti - Alıntılar 33-53
Bölüm 4 – Komünist Toplumun Öngörüsü Olarak Parti - Alıntılar 54-60
Kısım
III
- Giriş - Alıntı 61
Bölüm 1 - "Model" Örgüt - Alıntılar 62-68
Bölüm 2 - "Güvenceler" - Alıntılar 69-85
Bölüm 3 – Akımlar ve Fraksiyonlar - Alıntılar 86-97
Bölüm 4 – İdeolojik Terör ve Örgütsel Baskı İçin Doğru Yer - Alıntılar 98-107
Bölüm 5 – Parti İçinde Siyasi Mücadele - Alıntılar 108-116
Kısım
IV
Bölüm 1 – Parti Yapısı - Alıntılar 117-118
Bölüm 2 – Partinin Gelişim “Aşamaları” - Alıntılar 119-122
Bölüm 3 – Parti ve Üçüncü Enternasyonal - Alıntılar 123-127
Bölüm 4 – Demokratik Merkeziyetçilik ve Organik Merkeziyetçilik - Alıntılar 128-135
Bölüm 5 – Partinin Gerçek Yaşamı - Alıntı 136
Kısım
V
- Partinin Taktikleri - Giriş
Bölüm 1 – Taktiksel Tahmin ve Programlama İhtiyacı - Alıntılar 137-143
Bölüm 2 – Temel Taktik Öncelik: Partinin Topyekun Özerkliği - Alıntılar 144-145
Bölüm 3 – Batı Avrupa’da Parti Taktikleri: Roma Tezleri - Alıntı 146
Bölüm 4 – Diğer Partilerle Blokların, İttifakların ve Cephelerin Reddi - Alıntılar 147-150
Bölüm 5 - Totaliterlik - Alıntılar 151-155
Bölüm 6 – Seçimcilik-Çekimserlik: Demokrasi Savunusu ile Dayanışma Yok - Alıntılar 156-163
Sonuç
Ek - Partinin Devrime Hazırlanması Onun Organik Yapısında Yatmaktadır (1985)
1. - Sınıfın organik lideri olarak Parti - Alıntı 164
2. - Komünist Enternasyonal’in yozlaşmasındaki nesnel faktörler - Alıntı 165
3. - Tarihsel durum ve parti görevlerine ilişkin değerlendirmeler - Alıntı 166
4. - Partinin sürekli olarak hazırlıklı olması gerekliliği - Alıntılar 167-168
5. - Organik faaliyeti nedeniyle partinin kompaktlığı ve bütünlüğü - Alıntılar 169-171
6. - Karşı-devrimin dersleri
7. - İlkeler-Program-Taktik bağlantısı
8. - Parti içinde siyasi mücadeleye karşı
9. -  Sonuç






Sunum

Haziran 1974 tarihli Sol Gelenekte Komünist Partisi başlıklı aşağıdaki metin, örgütün rotasından her sapışında gündeme gelen ve genellikle, en azından şimdiye kadar, teori, program, taktik ve örgütlenmenin sürekliliği ve birliği temelinde parti eyleminin güçlendirilmesi açısından az ya da çok yararlı olan, az ya da çok göze çarpan ve kapsamlı bölünmeler biçimini alan temel meseleleri önceliklendirmek ve yeniden ifade etmek için partinin kolektif çabasının ürünüdür. Partinin 1952’de yeniden kuruluşunu dayandırdığı temel ilkeleri yeniden tesis etmeye yönelik sürekli ve acil ihtiyacın dürtüsüyle tek seferde yazılan bu metinde herhangi bir değişiklik yapılmasına gerek yoktur.

Partinin yeni yayın organı Il Partito Comunista’nın yayınlanmasından önceki günlerde, bu çalışma ilk olarak bir dizi broşürün ilki olarak yayınlandı. Bu nedenle metnin dolaşımı kaçınılmaz olarak sınırlıydı, ancak birkaç yıl sonra önce İtalyanca sonra diğer dillerde kitap biçiminde yeni bir baskısı yapıldı. Nihayet, İngilizce konuşulan ülkelerde ve uluslararası bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır, şimdi ise Türkçe olarak okurlara ulaşıyor. Umuyoruz ki yoldaşlar, basınımızın okurları ve mücadelemizi takip eden proleterler bu kitabı hem çalışmaya yardımcı hem de 1945 tarihli klasik metnimiz İşçi Sınıfının Devrimci Komünist Partisinin Doğası, İşlevi ve Taktikleri’nin başlığında yeterince özetlenen karmaşık ve iç içe geçmiş meselelerin Sol tarafından nasıl çözüldüğüne dair vazgeçilmez bir rehber olarak bulacaklardır.

Bu eserde, güçlü ve kişisel olmayan tarihsel yöntemimiz kullanılarak açıklanan, Marksist okulun Komünist Partisi’ne ilişkin son derece tutarlı tanımıdır; Üçüncü Enternasyonal’in yıkılmasından sonra, Komünist Solun pozisyon ve mücadele geleneği tarafından benzersiz bir şekilde temsil edilmiştir.

Avrupa’da hala devrimci bir yıl olan 1920’den nispeten daha yeni olan 1970’e kadar yarım yüzyılı aşan uzun bir parti faaliyetine dayanan ve uzun bir karşıdevrim döngüsünü kapsayan (anti-Marksist acelecilğin her altı ayda bir keşfettiği dedikoducu "yeni aşamaların" aksine) alıntılar ve onları tanıtan ve anlamlarını belirleyen yorumlar, devrimci partinin tarihsel olarak belirlenmiş özelliklerini, "yarının insan-toplumunun günümüze bir izdüşümünü" tanımlamaktadır.

Metin, Solun Enternasyonal içinde Stalinist yozlaşmaya ve daha sonra da Marksist olmayan anti-Stalinist akımların temsil ettiği yozlaşmaya karşı savunduğu tezlere ne bir ekleme yapmakta ne de bunları değiştirmektedir. Bunu, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde uzun bir uluslararası parti geleneği içerisinde kodlanmış ve nesnel olarak gerçekleştirilmiş olanlarla birlikte ele aldığımızda, sentetik ve sistematik bir belgeyi ve sözde örgütsel sorunlara ilişkin programatik tezlerimizin teyidini temsil etmektedir. Böylece yeni genç proleter kuşakların, yarının devrimcilerinin ve yörüngemize çekilen herkesin dikkatine parti örgütümüz ve sadece bizim tarafımızdan savunulan tezleri sunuyoruz.

Bu metin, parti birliğinin son yırtılmasından hemen sonra yazılmıştır; savaş sonrası dönemin en kötü ve en dramatik yırtılmasıdır çünkü bizzat parti merkezi tarafından istenmiş ve yönlendirilmiş, programatik ilkelere ve örgütsel disipline tam bağlılıklarını sürdüren yoldaşlara karşı yöneltilmiştir. Bu çalışma, geleneğimize ve yöntemimize uygun olarak yürütülen, çılgınca örgütsel "yeni gidişatların" ortasında, partinin yaşamını, eylemini ve doğasını düzenleyen ve disipline eden temel ilkelere uygun olarak doğru yönelimin korunduğu bir çalışmanın devamı olarak görülmelidir; bu çalışma, örgütün devrimci dayanaklarını kaybetmesini önlemenin bir yolu olarak örgüte bir bütün olarak sunulmuştur.

Metin o dönemde yalnızca partili yoldaşlara ve merkeze yönelik bir iç belge olarak dağıtıldı. Çünkü asıl mesele, tüm yoldaşların güçlerini, ortaklaşa sahip olduğumuz homojen temelleri, ortaklaşa sahip olduğumuz eski çalışma yöntemini, kimsenin açıkça sorgulamak istemediğini söylediği ortak ilkeleri yeniden teyit etmeye kanalize ederek, idari ihraç tedbirinin yürürlükten kaldırılmasını sağlamaktı; ve aynı derecede önemli olarak, savaş sonrası dönemde yeniden kurulmasından bu yana parti yaşamını karakterize eden karakteristik ve özel yönleri yeniden teyit etmek istiyordu.

O halde bu bir parti metnidir, bir polemik belgesi ya da sözde "diğer tarafa" karşı bir ayrılıkçılık iddianamesinden ziyade bir parti çalışmasıdır. O zamanki Giriş bölümünde şunları okuyoruz: "Merkez tarafından tam ve mutlak bir saçmalık olarak reddedilen bu çalışma, birkaç yıl önce yapılan bir öneriyi güçlendiren mütevazı bir katkıdır. Belki de ’pusula’ kontrolden çıkmamış olsaydı, Programma Comunista’nın sütunlarında ’örgütlenme’ üzerine tüm o şüpheli makaleler yerine bu çalışma yer alırdı".

Pusulanın hem de geri dönülmez bir şekilde kontrolden çıktığını kabul etmek zorundaydık. O zamandan bu yana iki örgüt de kendi yollarını izledi ve bizim ileri sürecek başka bir talebimiz ya da suçlamamız yok. Bununla birlikte, bölünmenin yaklaşan felaketine ve onu takip eden yıllar boyunca böylesine utanç verici bir şekilde tetikleyecek, sürdürecek ve sonuçlandıracak hatalara yanıt vermek için kullandığımız yöntemin değerli dersiyle baş başa kaldık. Bahsi geçen ’zayıfların’ kovulmasından sonra ortaya çıkan sözde demir örgütü aşağılık, utanç verici parçalara indirgeyecek hatalardı. ’Disiplinden yoksun’ olanlar; o zamanki adıyla ’anti-merkeziyetçi’ fraksiyon ise, disiplin ve örgütsel güç korkusundan değil, bu araçlarda, bu kriterlerde örgütsüzlüğe giden yolu ve dolayısıyla programatik birliğin ihlalini gördükleri için yeni örgütsel gidişatlara ve doğaçlama disiplin önlemlerine karşı çıkanlardı.

Bu azimli çalışmanın amacı, parti içinde ’kazananlar’ ve ’kaybedenler’ hakkında herhangi bir kişisel tatmin duygusu uyandırmak değil, daha ziyade, rehabilitasyonlar, özeleştiriler ya da herhangi birinin yargılanması olmaksızın, partiyi bir bütün olarak doğru pozisyonlara geri getirebilecek sağlam bir tepkiyi harekete geçirmekti.

Komünist Solun bütünlüklü geleneğine dayanan bu metin, bu nedenle, yalnızca partideki herkes tarafından bilinen ve tüm militanlar tarafından kabul edilen önermeleri yeniden ifade etmeyi amaçlamaktadır; geçmiş ve şimdiki kuşakların, savaşan parti örgütünü güçlendirmek ve genişletmek amacıyla ’yonttuğu’ ve rafine ettiği önermeler, bu sürekli ve yorulmak bilmeyen çalışma ile güçlendirilmiştir.

Proleter hareketin tüm cephelerde dağılması ve genel olarak geri çekilmesiyle karşı karşıya kalındığında, kendilerine komünist diyen partiler bile her şeyi ünlü lider efsanesine ya da hiyerarşiye duyulan küçük burjuva saygıya ya da daha da kötüsü basit aritmetik çoğunluklara emanet eden o eski burjuva ve idealist hurafelere boyun eğdiğinde, yalnızca Sol, ilk iki kongresinde Üçüncü Enternasyonal’i dünya komünist partisinin beklentisi olarak tanıyarak karşı devrimden ders çıkarabildi. Bu, Marksist komünizmin eski bir arzusu ve tarihsel bir gerekliliktir. Sol aynı zamanda geçici biçimleri, federalizmin ve parti içindeki doktrinsel ve programatik heterojenliğin varlığını sürdürmesini ve bunların yozlaşmış sonuçları olan demokratik mekanizma ve onun tamamlayıcısı olan bürokratizm ve örgütsel biçimciliğin kötüye kullanılmasını da kınayacaktır.

Enternasyonal’den önce Sol, iç çalışma yönteminin, toplumsal gerçekliğin incelenmesinin ve uygun taktiklerin seçilmesinin, iç siyasi mücadelenin, farklı hizipler arasındaki çatışmanın ve bunların değişen ilişkilerinin bir sonucu olması gerektiği görüşüne karşı çıkıyordu.

Savaşın sonunda yeniden ortaya çıkan partide - embriyo halindeki tek dünya komünist partisi - iç yaşamının ideolojik olarak birbirine karşıt çeşitli akımlar arasındaki bir çatışmaya dayanması olasılığını daha da şiddetle dışladık. Şimdi, tarihsel devrimci ve sınıf mücadelesi olgunlaşma süreci sayesinde, doktrinsel birlik nihayet kesin olarak sağlanmış ve bir taktik normlar sistemi kodlanmıştı.

Proleter deneyimin böylesi nesnel bir olgunluğu olgularda, metinlerde ve tezlerde kristalize olur ve yaşayan parti yapısında ve onun tek sesli ve bilimsel çalışma ve araştırma çalışmasında titreşir. Bu, taktiklerinin ve tutarlı eyleminin gerçekleştirilmesi için organik bir yöntemin benimsenmesini mümkün kılar - daha doğrusu gerektirir.

Parti güçlerini bir bütün olarak kullanmanın en etkili yolunun "yoldaşlar arasında kardeşçe dayanışma ve karşılıklı saygıya" dayanan üniter çalışma yöntemlerinde yattığını savunuyoruz. Bu nedenle, yoldaşlar ve fraksiyonlar arasında sadece demokrasi ve sayısal kelle sayımı silahlarının değil, aynı zamanda abartı ve polemik aşırılığının da kullanıldığı, Sol fraksiyonun kişisel saldırılara, iftiralara, dedikodulara, önde gelen liderler arasındaki manevralara ve çok sevilen taban manipülasyonlarına katlanmak zorunda kalacağı noktaya kadar, günümüzde yıkıcı olan (tarihsel olgunlaşmamışlık nedeniyle harekette sadece mevcut olan) "mücadele" yöntemlerini de tarih öncesi müzesine, proleter örgütlenmenin müzesine gönderiyoruz.

Son olarak, hem "partiyi kişileştirme" alışkanlığını hem de "hataları kişileştirme" alışkanlığını göz ardı edebiliriz; buna göre parti doğru siyasi çizgiyi ancak bir "liderin" otoritesi sayesinde ayırt edebilir ya da tam tersi, hataları bazı "suçluların" sapmasına atfedebilir. Dünya devrimci partisinde, doğru taktik çizginin peşine düşmek, hizip mücadelelerinde (Üçüncü Enternasyonal’deki "fraksiyonculuk sporu") saçma sapan bir enerji israfına gerek kalmadan nihayet mümkündü; ama artık amaç artık gerekli her türlü aracı kullanarak belirli bir grup yoldaşı yenmek, sayısal olarak ezmek ya da örgütsel liderlikten uzaklaştırmak değil; daha ziyade tüm parti organizmasını taktik çizginin doğruluğuna ikna etmek ve böylece hareketin birliğini güçlendirmektir.

İtirazın ne olacağını biliyorduk: hala burjuva ortamının baskısına maruz kalan parti, kendisini sahte ideolojilerden ve ona nüfuz etmeye çalışan çizgilerden korumalıdır. Açık tezlerimizle ve tüm gereksiz ahlakçılıktan ya da cadı avından kaçınmak isteyerek, basitçe, deneyimin bize partilerin oportünist evriminin her zaman yukarıdan, sayısal çoğunlukları ustaca göstererek ve resmi disipline başvurarak manipüle edildiğini öğrettiğini söyledik. Parti içinde siyasi mücadeleye girişme pratiğini başlatmak, partiyi tam da mücadele etmesi gereken insanlara teslim etmek anlamına geliyordu. Parti kendisini dış çevrenin korkunç ve sürekli baskısından, organik yaşamını yönetmek için kullandığı yöntemlerle koruyabilir ve gerçekten de korumalıdır. Bu, "teorik araştırma aşamasından" "sınıf mücadelesi" aşamasına geçildiğinde bir kenara bırakılacak estetik bir lüks ya da resmi bir ayin değildir. Partinin sahip olduğu tek savunma organik yönteminin aşırı tutarlılığıdır.

Bu temalar, 1974 metnine ek olarak burada yer alan Partinin Devrime Hazırlanması Onun Organik Yapısında Yatmaktadır başlıklı yakın tarihli bir raporda daha da açıklanmıştır.

1951 yılında, "karşı-devrimci bunalımın derinliklerinde", Rus Devletinin burjuva ilişkilerinin savunulması zeminine sürüklenmesinin bir oldu bittiye getirildiği ve ikinci emperyalist savaşın yurtseverlik sarhoşluğunun geçmişte kaldığı bir dönemde, Enternasyonalist Komünist Partisi, kendisini açık ve homojen bir şekilde oluşturarak, karakteristik tezler bütününü formüle etti. Bu tezler hareketimizi tanımlama ve onu hem partiyi terk eden güçlerden hem de bize yakın görünmelerine rağmen o zamandan beri resmi sosyal demokrasinin büyük makineleriyle adım adım ilerleyen gruplardan açıkça ayırma amacını taşıyordu.

Bugünkü örgütümüz için hala değişmez bir referans noktası olan bu tezlerde, Teori; Komünist Partisinin Görevleri; Oportünist Yozlaşmanın Tarihsel Dalgaları; 1952’de İtalya’da ve Diğer Ülkelerde Parti Eylemi başlıklı bölümler, felsefeyle ya da soyut profesörlük tarihleriyle ilgili değildir. Bunlar daha ziyade partinin varoluş tarzının ana hatlarını çizmektedir: yalnızca "Marx ve Engels’in tarihsel materyalizm ve eleştirel komünizm ilkeleri" üzerine sağlam bir şekilde kurulmuş bir parti değil; aynı zamanda bu sosyal bilimi ve gelecek öngörülerini aktif bir örgüt içinde; amacı bilinç ve eylem, devrim teorisi ve devrimci faaliyet arasındaki karşıtlığı bastırmak olan bir parti içinde hayata geçirebilen ve geçirmeye istekli bir partidir.

Tarihsel nedenlerden ötürü oldukça küçük bir örgüte atıfta bulunulmasına rağmen, IV. bölümdeki 4. tez şu şekildedir:


1 - Partinin Karakteristik Tezleri, 1951

IV. 4 - Bugün siyasi bunalımın derinliklerindeyiz ve eylem olanakları önemli ölçüde azalmış olsa da, parti, devrimci geleneği izleyerek, geçmiş deneyimin tüm sonuçlarını bütünleştirecek olan sınıf mücadelesinin gelecekteki büyük ölçekli yeniden canlanmasına yönelik tarihsel hazırlık çizgisini bozma niyetinde değildir. Pratik faaliyetin kısıtlanması devrimci hedeflerden vazgeçilmesi anlamına gelmez. Parti, belirli sektörlerde faaliyetinin niceliksel olarak azaldığını kabul eder, ancak bu, faaliyetinin çok yönlü bütünlüğünün değiştiği anlamına gelmez ve bunlardan hiçbirinden açıkça vazgeçmez.

Savaşın sona ermesinden kısa bir süre sonra yeniden örgütlenen militan güçlerin azalması, işçi sınıfının kapitalist sınıftan devrimci kurtuluşu programını seçmenin artık tarihsel olarak tartışılmaz olduğunu ortaya koydu. Komünist toplumsal ve bilişsel eleştirinin teorik ilkeleri böyle bir programın ayrılmaz ve temel parçaları olmakla kalmıyor, aynı zamanda yüzyıllarca süren proleter savaştan türetilen eksiksiz bir taktik normlar sistemi ve proleter partiye uygun organik bir çalışma ve iç ilişkiler yöntemi de içeriyordu. Teorik önermelerimizin olgunluğu ve bunların sınıf mücadelesinin canlı doğrulamasından elde edilen teyidi, o dönemde partinin kaleme aldığı Tez 5, Bölüm IV’de görüyoruz:


2 - Partinin Karakteristik Tezleri, 1951

IV. 5. Bugün temel faaliyet Marksist komünizm teorisinin yeniden ortaya konulmasıdır (...) Bu nedenle parti yeni doktrinler sunmayacak, bunun yerine devrimci Marksizmin olgular tarafından fazlasıyla doğrulanan temel tezlerinin tam geçerliliğini yeniden teyit edecektir (...) Proletarya sömürülen sınıfların sonuncusu olduğu ve dolayısıyla sırası geldiğinde kimseyi sömürmeyeceği için, sınıfla birlikte ortaya çıkan doktrin ne değiştirilebilir ne de ıslah edilebilir. Başlangıcından bugüne kadar kapitalizmin gelişimi, temel metinlerde ortaya konan Marksist teoremleri doğrulamış ve doğrulamaya devam etmektedir. Son 30 yılın sözde "yenilikleri" ve "öğretileri" sadece kapitalizmin hala hayatta olduğunu ve yıkılması gerektiğini doğrulamıştır.

Bilime ve bilimsel yönteme duyduğumuz güvenin sonucu, programın bizim icat ettiğimiz, yeniden keşfettiğimiz ya da güncellediğimiz bir şey olmadığı inancıdır, özellikle de günümüzde. Devrimci program, proleter yenilgilerin korkunç gerçekliğinde ve burjuva evreninin çürümüşlüğünde zaten mevcuttur. Devrimci program, doktriner anlamda, proleter ilerlemenin doruk noktası olan Rus Devrimi’nden ve isyancı proletaryanın dünya çapındaki yönü olan Üçüncü Enternasyonal’den çıkarılan dersleri çıkartan Marksist sol tarafından eklenen son inceliklerle birlikte bir buçuk asırdır var olmuştur. O zamandan beri partinin görevi bu görünümü korumak, yıkıcılık bilimini canlı tutmak olmuştur. Şekilsiz şimdiki zamanda partinin görevi, teoremlerine yeni istisnalar bulmaya çalışmak yerine, çağdaş ve geçmiş olaylarda teoremlerinin doğrulanmasını aramaktır.

Üçüncü Enternasyonal’den bu yana parti, tarihsel geleneğine sadık kalarak, tezlerin "yalnızca niceliksel" sınırlamalar olarak adlandırdığı bir çerçevede, kendisini komünist sürekliliği savunmak gibi kişisel olmayan ve vazgeçilmez bir işe adamıştır.

Biz, en azından 1848’den bu yana, komünist milisin en ufak bir var olma şansı olduğunda onu barındırabilecek bilinçli ve eşsiz bir proleter örgüt için uygun biçim olan örgütlü parti tipi biçimini öneriyoruz. O halde üniter bir parti örgütü: programımız kadar üniter ve uğruna savaştığımız dünya kadar çatışan çıkarlardan yoksun. Merkeziyetçilik ve disiplin, programın tekliğinden kaynaklanır. İdari ya da terörist bir zorlama olarak yorumlanmak yerine, partide disiplin kendiliğindendir ve ancak kendiliğinden olabilir; tamamen tek bir amaca odaklanmış ve bu amaca ulaşma yolundaki güzergahın ve tüm dolambaçlı yolların ve tehlikelerin farkında olan bir örgütsel yapının doğal yaşam biçimidir. En güçlü anlamda disiplin, organik disiplin, yalnızca komünist partide mümkündür; bu nedenle - ölmekte olan sınıflı toplumun örgütlerinin aksine - parti içinde disiplin çağrısı zorlamaya başvurmaz, çünkü bireysel olmayan herhangi bir disiplin eksikliğinde varsayılabilecek tek şey, partinin tarihsel yolundan sapmasına neden olan daha derin bir düzeyde çalışmasıyla ilgili bir şey olması gerektiğidir. Komünist hareket içinde yeni okulların ya da ideolojilerin doğuşu teorik düzeyde yasaklandığından, parti içi siyasi mücadelenin ve fraksiyonların kendi aralarında savaşmasının da yasaklanabileceği görüşündeyiz. Parti ne zaman iki gruba bölünse, bu partinin ölümüne ve eskinin yozlaşmasına tepki olarak yeni bir örgütün doğmasına yol açar. Hareketimizin geçmiş ve yakın tarihindeki olaylar bunu çok açık bir şekilde göstermektedir.

Tezlerde ana hatları çizilen komünist parti kavramı, programın savunulması çalışmalarında ya da partinin dış propagandasında her türlü yerelciliği ve olumsallığı reddeder. Bunlar, kulübün ya da yerel "çalışma" grubunun dar ufkuyla sınırlandırılmış, "partiye kendi yollarını açabileceklerini" düşünen küçük burjuva sosyal tabakaların bayat kalıntılarıdır. Ancak bu dolambaçlı yeni yollar, partinin eski, denenmiş ve test edilmiş ve kişisel olmayan yönteminin geniş otoyoluyla karşılaştırıldığında, geçilmezdir ve tam olarak hiçbir yere çıkmazlar.

Parti içinde ve yalnızca parti içinde, geleceğin toplumuna özgü toplumsal ilişkilerin gerçekleştiğini görüyoruz. Dış çevrenin güçlü etkilerine sıkı sıkıya direnen parti içinde, burjuva "kişi" hurafesi, yükselen burjuvazinin sahte bir soyutlaması olarak reddedilir ve kariyer, ödül ve rekabetin ticari aksesuarlarıyla birlikte mahkum edilir.

Tarihsel partinin "vahyedilmiş dogma" olarak değil, geçmiş ve şimdiki olayların doğruladığı geçmiş proleter deneyimin sentezi olarak teslim edilmesinin, militan örgütün enerjisini kanalize etmesi gereken sürekli yolu oluşturduğu inancıyla, Bölüm IV Tez 7’de şu vurgulanmaktadır:


3 - Partinin Karakteristik Tezleri, 1951

IV. 7 (...) Sonuç olarak, parti üyelerine çağdaş toplumsal dünyaya ilişkin yeni şemalar ya da açıklamalar geliştirmeleri için kişisel özgürlük tanınmaz. Entelektüel yeterlilik düzeyleri ne olursa olsun, birey olarak analiz etme, eleştirme ve tahminlerde bulunma özgürlüğüne sahip değildirler. Parti, körü körüne bir inancın ürünü olmayan, içeriği proleter sınıfın bilimi olan; düşünürler tarafından değil ama maddi olayların itkisiyle yüzyılların tarihsel malzemesinden geliştirilen ve devrimci bir sınıfın tarihsel bilincinde yansıyarak partisinde kristalize olan bir teorinin bütünlüğünü savunur. Maddi olaylar devrimci Marksizm doktrinini sadece doğrulamıştır.

Parti güçlerinin bir başka ayrışması 1966’da gerçekleşti ve örgütsel süreklilik, 1965-66 Tezleri tarafından özellikle hatırlatıldığı üzere, Üçüncü Enternasyonal’in yozlaşmasının bilançosundan çıkarılan parti içi ilişkilerin normlarının kararlı bir şekilde yeniden teyit edilmesiyle sağlandı. 1951’de olduğu gibi, kendisini partiden uzaklaştıran ve bizden farklı bir yöne giden başka, ayrı bir örgüt kuruldu; nereye gittiğini öğrenmekle hiçbir zaman özellikle ilgilenmedik.

Bu temelde, organı Il Programma Comunista ile özdeşleşecek olan parti ortaya çıkacak ve 1973 yılına kadar çalışmalarını sürdürecekti. Ardından, bizim deyimimizle ’kirli’ bir bölünme daha yaşanacaktı; dürüst olmayan bir bölünmeydi bu çünkü o sırada partiye ihanet edenler, çizilen rotayı terk etme niyetlerini açıklayacak cesarete sahip değillerdi; ya da ancak olaydan sonra açıkladılar ve militanlar çoktan kandırılmıştı. Aksine - ve resmi partilerin tarihi bize bunun tüm revizyonizmler için bir kural olduğunu öğretmiştir - bunu, ünlü kişilerin büyük isimlerine ve doğru zamanda ortaya atılmak üzere buzda tutulan soyut ilkelere, ikiyüzlü olduğu kadar resmi bir saygı gösterisi yaparken yaptılar. Daha önceki bölünmelerden farklı olarak 1973’teki bölünme özellikle karanlık ve derinden hissediliyordu çünkü 1951’den bu yana ilk kez kriz ve fraksiyonculuk örgütün yönetim merkezini de kapsıyordu.

1973 yılında, örgütün önemli bir kısmının Programma’dan ihraç edilmesinin maddi gerçeği, her biri kendi yolunu izleyen iki ayrı partinin varlığına neden oldu. Solun pozisyonlarının her türlü oportünizmle bir arada var olmasının tarihsel imkansızlığı, bu geri dönülmez bölünmenin neden bu kadar net olduğunu açıklamaktadır. Il Partito Comunista, Comunismo, Communist Left ve diğer dillerdeki süreli yayınların yayıncısı olan yeni örgüt, artık biçimsel partinin bu son krizini değerlendirme şansına sahipti; çok önemsiz bir düzeyde meydana gelse de, yine de "özüne kadar çürümüş" olduğunu düşündüğümüz bir krizdi bu. Bu sapmayı oportünist ve pratiğe ilişkin gönüllülük ve sabırsızlığın sonucu olarak damgalamaya devam edecektik. Bizi suçlayanları aktivist olarak tanımlayarak, var olmayan fraksiyonumuzu tanımlamak için uydurdukları etiketi onlara karşı kullanabilirdik.

Partinin var olma olasılığı, sınıflar arasındaki belirli güç ilişkilerine ya da mevcut militanların sayısına mekanik olarak bağlı kıldığımız bir şey olmadığından; daha ziyade herkesin tek, değişmez ve yekpare programı mutlak kabulüne bağlı olduğundan, partimiz, küçük olmasına rağmen, 1951’de başladığı "ciddi işi" sürdürmeye devam etti: ilticaların ve burjuva dünyasının yaklaşan baskısının, sürekli ve bozulmadan bir militan neslinden diğerine aktarılan "zaman ipliğini" koparmasını önlemek. 1973’te sadece birkaç sapma ya da daha can sıkıcı bazı sorunlar üzerinde mücadele etmiyorduk; her şeyden önce komünist parti kavramımızı savunuyorduk; ve bu, bilinçli proleter örgütü canlı tutmak hem en önemli devrimci eylem hem de tepemizde yükselen düşmanımız için yakıcı bir teorik yenilgi olduğu ölçüde nihai sınavdı.

Bu nedenle, eski örgütten ayrıldığımız andan itibaren artık onunla hiçbir ilişkimiz kalmadı ve Soldan giderek nasıl uzaklaştığına dair bir yargıda bulunma zorunluluğu hissetmedik.

Son on yıllar boyunca parti -Napoli Tezleri anlamında- "doktrininin, eyleminin ve taktiklerinin ayırt edici özelliklerini zaman ve mekan içinde aynı benzersiz yöntemle ’şekillendirmede’ sebat etti". Partinin bugünkü çalışmasının, eğer hayatta kalırsa, gelecekte devrimin büyük ölçekli partisinin yeniden inşasını hızlandırmada çok güçlü bir faktör olacağından eminiz. Ve proletarya partisinin gelecekte, başka ülkelerde ya da kıtalarda, herhangi bir yerde, yalnızca metinlerin ve tarihin yeniden keşfi ve yeniden okunması yoluyla yeniden doğması olasılığını göz ardı etmeyelim. Bununla birlikte, aksi takdirde uzun ve dolambaçlı olan bu sürecin, küçük bir parti bile olsa, bilimimizin tarihsel anlamda sentetik ve kesin olan normlarını ve formüllerini aktarabilecek bir partinin varlığıyla çok daha kısa ve doğrudan hale getirilebileceğini savunuyoruz.

Toplumun mevcut durumu 1951’dekinden daha kötü olmadığından, parti, dünya devriminin en uzun geri akışı boyunca, sol kanat Marksizmin bu "küçük devamlılığını", sadece "tezler ve metinler" olarak değil, aynı zamanda canlı ve aktif bir organ olarak da sürdürebilmiş olmaktan gurur duymaktadır. Hareketimiz artık "işe yaramaz" dehalarından daha fazla aydınlanma elde edilemeyecek ünlü insanlardan yoksun olduğu için, kişisel olmayan ve kolektif parti çalışması, proleter sosyal bilimle gerçekten başa çıkabilmemizin ve mevcut şekilsiz ortamın sislerinin ötesini görmeyi umabilmemizin tek yoludur.

Tezlerimizi değiştirmemiz ya da onlara eklemeler yapmamız gerektiğine inanmıyoruz. Programatik içerikten yoksun aptalca bir "örgütsel kibirden" uzak (bu arada son örnekler de dahil olmak üzere tüm oportünizm için tipiktir) ve herhangi bir örgüte duygusal olarak bağlı olmadan, tüm çeşitli güncelleyicilere ve yeniden düşünenlere karşı tek başımıza bu tezlerle ve kendiliğinden akılcılığın ve reelpolitik şüpheciliğin kekemelikleri karşısında kendini böyle ilan edecek devrimci içgüdüye ve diyalektik güce sahip olan o partiyle tam ve münhasır süreklilik iddiamızı teyit ediyoruz.

* * *

Bu çalışmanın son bölümü olan beşinci bölüm, can alıcı taktik meselesine, partinin çeşitli zamanlarda ve farklı yerlerdeki pratik eylemine; devrimci saldırıya hazırlık için çözülmesi gereken ve tersine, parti örgütünün faaliyet gösterdiği tüm alanlar arasında, toplumsal mücadelenin sıcağında yürütüldüğü için en hassas ve karmaşık olan düğümlü soruna ayrılmıştır.

Önceki bölümlerde olduğu gibi beşinci bölümde de partinin genel taktik planının sentetik bir özetini sunan bir giriş bulunmaktadır. Bunu, altı bölüme ayrılmış, devrimci komünizmin temel metinlerinden ve Stalinizm ve oportünizme karşı bozulmamış mücadele geleneğimizden alınan ve kızıl hattın değişmezliğini açıkça gösteren, nesiller boyunca insanlar ve siyasi oluşumlar arasında yol alan geniş bir dizi alıntı takip etmektedir.

Taktik alan, önceki bölümlerde ele alınan örgütsel alan gibi, her zaman ’büyük kritiklik’ noktalarından biri, partinin en tehlikeli sapmalarından bazılarının başlangıç noktası olmuştur. Çok sağlam doktriner ve örgütsel temeller üzerine ve hatta muzaffer bir devrim dalgası üzerine kurulan ya da yeniden kurulan birçok parti yapısı, birkaç yıl içinde her türlü manevraya izin veren "sağlam ilkelere" sahip olduklarını düşündükleri için ya da daha da kötüsü, "güçlü ve disiplinli" bir örgütün her türlü taktiksel dönüşe izin verdiğini düşündükleri için tüm tanınırlıklarını yitirmişlerdir. Bu tür bir taktiksel çöküşün acı verici sonucu, kaçınılmaz olarak Parti içindeki ilişkilerin yozlaşması, yukarıdan fraksiyonculuğun ortaya çıkması, örgütsel zorlama yöntemleri ve açıktan siyasi mücadelenin eşlik etmesidir; bu, sınıf organı ’Parti’nin yüzyıllık tarihinin bize öğrettiği bir şeydir ve kesin bir derstir.

Benzer şekilde, taktik seçeneklerin kısa listesini içerecek katı bir çerçeveye sahip olmak, tüm parti kolektifi içinde birliği, kompaktlığı ve dolayısıyla disiplini güçlendirir ve pekiştirir; bu kolektif artık hareketin liderliğinin taktik icatlarına tabi olmak zorunda değildir, çünkü liderlik de tabanı liderlik kadar bağlayan normlara ve temel kurallara uymakla yükümlüdür; herkes tarafından paylaşılan ve herkes tarafından bilinen ve partinin kendisinin de temelinde oluştuğu normlar ve temel kurallar işler. Bu nedenle, taktik planların uygulanması danışma meclislerine, azınlıklar ve çoğunluklar arasındaki savaşlara ya da az çok parlak liderlere değil, tüm parti kolektifinin bir görevi olarak görülen anonim, kişisel olmayan ve kolektif bir çalışmayla desteklenen anonim görünümlü bir organa emanet edilecektir. Parti anladığı ve kendi haline getirdiği bu geleneğe ve bu tarihsel yönteme sıkı sıkıya bağlı olduğu için daha da etkili olacaktır.

Birinci bölümde bir araya getirilen "ifadeler grubu" 40 yıllık bir zaman dilimini kapsamakta ve doktrinimize atfettiğimiz güçlü diyalektik ve tarihsel anlamda, neredeyse partinin tüm yaşamını destekleyen "taktiklerin" temel taşı olan geçmiş, şimdiki ve gelecekteki devrimci militanların otoritesini birleştirmektedir. Parti dış dünya için, tarihsel olarak tanımladığı sınıf için kısmen taktikleri aracılığıyla, yani varlığının, programının ve tarihsel ilkelerinin zorunlu bir yansıması, daha doğrusu bunların sonucu olan eylem kuralları aracılığıyla yaşar ve "var olur"; değişen tarihsel koşulların ya da az ya da çok parlak liderlerinin üstünde ve ötesinde var olur.

Taktikler doğaçlama olamaz; taktikler bir liderin kaprisi ya da öngörülemeyen koşullar nedeniyle değiştirilemez. Partinin kendisinin yok olması ve devrimci hareketin yenilgiye uğraması pahasına, partinin tarihsel deneyimi tarafından belirlenmiş parametreler dahilinde kalmalıdırlar. Dahası, iyi taktikler partinin bunları uygulamaya ve düşmanla savaşmak için silaha dönüştürmeye hazır ve hazırlıklı olmasını gerektirir.

İkinci bölümde tartışılan ve üçüncü bölümde Roma Tezleri’ne atıfta bulunan partinin mutlak özerkliği tezimizin (ki bunu sadece biz kabul ediyoruz), partinin özelliklerini en eksiksiz ve açık bir şekilde özetlediğini, onu sadece proletaryanın değil, bir bütün olarak insanlığın şimdiye kadar ifade ettiği diğer tüm örgütlerden tamamen farklı ve benzersiz kılan şeyi ayırt ettiğini vurguluyoruz. Öyle ki, bugünün yaşayan gerçekliğinde, ilkel komünizm ile geleceğin ileri komünizmi arasındaki bağı parti temsil etmektedir.

Proletarya, kendisini yalnızca yeni yenilgilere götürebilecek türden bir partiye ihtiyaç duymaz. Proletaryanın, geçmişten öğrenebileceği her şeyi öğrenmiş ve onu kapitalizme karşı nihai zafere götürebilecek bir partiye ihtiyacı vardır. Bu nedenle taktikler konusundaki temel sorun şudur: yalnızca parti, hangi eylemi yapması gerektiği sorusunu bilinçli bir şekilde ele almasını sağlayacak türden taktiklere sahiptir ve bu nedenle verili tarihsel koşullarda kapitalist devletin kendisinden daha büyük bir güç kullanabilir. Partinin bu ayırt edici özelliğini, bu tanımlayıcı karakteristiğini sıklıkla "praksisin tersine çevrilmesi" terimiyle ifade ettiğimiz bilinen bir gerçektir; eylem ve bilinç arasındaki ilişki tersine çevrilir ve parti organının eylemi, başka herhangi bir organizmanın ve özellikle de bireysel militanın inkar ettiği bir şey olan bilinçli hale gelebilir.

Partinin diğer tüm partilerden, hatta kendi kendini proleter ya da "devrimci" ilan eden partilerden bile mutlak özerkliği tezi yukarıda açıkça yer almaktadır: Parti diğer örgütlerle karışırsa, üyeliğindeki herhangi bir sayısal artış kompaktlığını ve bütünlüğünü sınırlayacağı ölçüde, kaçınılmaz olarak gücünü azaltacaktır. Açıktır ki mutlak parti özerkliği sadece doğrudan devrimin olduğu coğrafi-tarihsel alanlarda değil, çifte devrimin olduğu alanlarda da temel bir gerekliliktir; ve ikinci durumda devrimci ittifak olasılığının kalması, birinci durumda ise kalmaması aralarındaki tek farktır.

Bu nedenle bilinçli eylemin partiye atfedilmesi, komünist Parti anlayışının merkezinde yer alır; eylemi doğru bir şekilde öngörülebilen ve gerekli hedeflerle koordine edilebilen bir Parti, tam da eylemi bireysel değil kolektif olduğu için; ve dahası, basit bir bireyler toplamı değil, kendisini özellikle Parti eylemi aracılığıyla tüm proleter tarihsel deneyime birimsel olarak bağlayarak, yalnızca sayısal gücünden yüz kat daha güçlü bir gücü ifade eden bir kolektivitedir. Sonuç olarak bu, parti eyleminin, üyelerinin davranışlarında temel bir birlik ile karakterize edildiği anlamına gelir; bu da ancak eylemin gereklilikleri, tüm üyelerin bireysel bilinçlerinden bağımsız olarak uymayı mümkün buldukları "açık eylem kurallarında özetlendiğinde" mümkündür.

Buradan, her ikisi de Parti’nin doğasını tanımlayan iki temel özellik ortaya çıkar:
     - Kesinlik, açıklık ve taktik planının mutlak özerkliği;
     - Parti içinde halihazırda yaşayan bir gerçeklik olan gelecekteki komünist toplumun önceden şekillendirilmesi.

Böyle bir parti doğaçlama olamaz, ancak tutarlı eylem ve tüm proleter mücadelelere katılım açısından ve tüm yoldaşların kardeşçe düşünülmesi açısından ve teorinin savunulması ve sürekli benimsenmesi temelinde her düzeyde uzun ve zorlu bir çabanın sonucu olabilir. Bu nedenle, proletaryanın devrimci mücadelesini canlandırmak için sahip olduğu tek desteği ve onu kapitalist canavara karşı zafere götürebilecek tek organı reddetmekle eşdeğer olacağından, başka herhangi bir parti ya da harekete karşı mutlak özerkliğinden ödün vermesi mümkün değildir.

Dördüncü bölümde, bu temel tezi yeniden ortaya koymak için 1922-1945 dönemi metinlerimizden küçük bir alıntı seçkisi yapıyoruz. Partinin taktik planı birleşik cepheye katılma olasılığını tamamen dışlamaktadır, yani Partinin komünist proleter eylem ve militanlarının faaliyetlerine ilişkin direktiflerinin, iyi tanımlanmış bir alanın dışında, diğer partilerinkilerle herhangi bir yakınlaşmasını, yani proleter doğrudan eylem alanının dışındaki her şeyi reddediyoruz. Eylemi ideolojik açıklamalar ve salt propaganda değil, gerçek hareket olarak; parlamenter olmayan, pasifist olmayan ve bir fikir meselesi olmayan doğrudanın sınıf mücadelesi yöntemlerine göre gerçekleşen ve proleterin proleter hedefler ve proletaryayı diğer sınıflardan ayrı olarak harekete geçirmek olarak tanımlıyoruz. Üstelik bu eylem sendikal örgütlenmenin dışında şekillenmeyecektir. Komünist partisi ile diğer partiler arasında birleşik cephe artık mümkün olmadığından, pratikte ancak mücadele örgütlerinde mevcut sendikal fraksiyonlar içinde gerçekleştirilebilir. Bu taktiğin temelinde, "acil çıkarların savunulmasının ancak tüm devrimci sonuçlarıyla birlikte saldırıya geçilerek başarılabileceği" şeklindeki materyalist görüş yatmaktadır.

Keskin bir şekilde tanımlanmış olsa da devrimci toparlanmaya giden yolda hayati önem taşıyan bu faaliyet alanının dışında, "parti, geleneksel olarak bir dizi parti tarafından üzerinde anlaşmaya varılmış olumsal önermeler ve sloganlar temelinde oluşturulan manevraları, kombinasyonları, ittifakları ve koalisyonları reddeder". Parti, proleter doğrudan eylem ve sendikal örgütlenme alanı dışında, "oportünist siyasi hareketler tarafından kabul edilebilecek tutumlar ve parolalar içeren" taktik direktifler yayınlama konusunda diğer partilerle birleşemez.

Tezler daha sonra, Üçüncü Enternasyonal’in yozlaşmış partileri tarafından birleşik cephe taktiğinin yanlış uygulanmasını kınamak için devam eder; bu taktik yanlış bir şekilde "proleter" ya da "devrimci" partilerin açıkça hükümet ya da parlamenter amaçlar için bir araya gelmesini de kapsayacak şekilde genişletilmiştir.

Biz partileri ne kendileri hakkında söylediklerine ne de üyelerini hangi sınıflardan aldıklarına bakarak yargılıyoruz. Bugün proleterleri üye yapan ve komünist parti olmayan partiler burjuva partileridir ve sadece devrim karşıtı ve anti-komünist değil, aynı zamanda anti-proleterdirler.

Sınıf mücadelesinin gelişimi üzerindeki etkileri bakımından tüm hükümetlerin aynı olmadığı doğru olsa da, "sol" hükümetlerin işbaşına gelmesinin devrimci hareket üzerinde çoğu zaman açık burjuva hükümetlerinden daha yıkıcı bir etkiye sahip olduğu göz önünde bulundurulmalıdır; ve eğer proleterlerin sosyal-demokratların hükümet iktidarının kollarını ilk ellerine aldıklarında ne olduklarını görmelerinin yararlı olduğuna inanıyorsak, bu ancak parti daha önce operasyonda kendisinden ödün vermediyse ve proleterleri bunun için savaşmaya iterek kafalarını karıştırmadıysa; Parti bunun dışında kaldıysa ve tüm bu süre boyunca mücadele ve örgütlenmeyi savunan karşı propaganda yayınladıysa doğru olacaktır.

Birleşik cepheye ilişkin komünist taktik pozisyonlar ahlaki, etik ya da estetik bir karaktere sahip olmayıp, esasen tarihsel nedenlerle benimsenmiştir. Biz bunu savunduk:


4 - İşçi Sınıfının Devrimci Partisinin Doğası, İşlevi ve Taktikleri, 1947

Kapitalist sınıfın henüz liberal dönemini başlatmadığı, hala eski feodal gücü yok etmek zorunda olduğu ya da hala büyük ülkelerde kendi genişlemesinin önemli aşamalarından ve evrelerinden geçmek zorunda olduğu ve ekonomik süreçler açısından hala laissez-faire ve devletin işleyişi açısından demokratik olduğu bir dönemde, Komünistler ile ilk etapta açıkça devrimci, hukukun dışında ve silahlı mücadele için örgütlenmiş partiler arasında geçici bir ittifak, ikinci etapta ise yararlı ve gerçekten "ilerici" koşulları güvence altına alan bir görevi yerine getirmek hem anlaşılabilir hem de kabul edilebilirdi - çünkü kapitalist rejim kendi çöküşüne yol açacak tarihsel döngüyü hızlandıracaktı (...)

Sonuç olarak, eski rejimlere karşı ayaklanmacı ittifaklar taktiği, kapitalist olmayan karakterdeki son dayatmacı askeri devlet aygıtını ortadan kaldıran Rus Devrimi’nin büyük gerçeğiyle tarihi sonuna geldi. Bu tarihsel aşamadan sonra, taktiksel blokların hala teorik olan olasılığı, uluslararası devrimci hareket tarafından resmi ve merkezi olarak reddedilmelidir.

Çifte devrim alanlarıyla ilgili olarak daha fazla ayrıntıya gireceğiz:


5 – Enternasyonal Komünist Partisi Platformu, 1945

21 - (...) Mevcut dünya tarihi çerçevesinde, ulusal kurtuluşun gerekliliklerinin kısmen ya da olası hayatta kalması ya da feodalizmin geri kalmış adalarını ve benzer tarihsel kalıntıları tasfiye etme ihtiyacı nedeniyle herhangi bir burjuva demokratik grup tarafından tesadüfen hala bir rol kalması durumunda, bu tür görevler (burjuva krizinin nihai döngüsüne giden yolu açmak amacıyla) komünist hareketin kendi tutumlarından vazgeçmesi ve kendisine ait olmayan önermelere pasif bir şekilde uyum sağlamasıyla değil, komünist proleterlerin küçük burjuva grupların ve burjuva sol kanat partilerin kaçınılmaz zayıflığına ve tembelliğine karşı amansız ve yakıcı bir muhalefetiyle daha kararlı ve kesin bir şekilde yerine getirilecektir.

1945’ten bu yana, kapitalist iktidarın mevcut evresinin, üniter ve tamamen çürümüş kapitalist üretim tarzının son evresine işaret eden kendine özgü ekonomik ve siyasi özellikler sergilediğini belirten tezi (Devrimci Partinin Doğası, İşlevi ve Taktikleri (...) adlı metnimizde geniş bir şekilde ele alınmıştır) yalnızca biz savunduk. XIX. yüzyılın sonunda başlayan ve I. Dünya Savaşı sırasında zirveye ulaşan bu aşama gerçekten de kendine özgü özellikler sergilemektedir, ancak bunlar üretim tarzını değiştirecek nitelikte değildir, çünkü yalnızca kapitalist iktidarın daha önceki liberal-demokratik aşamasında zaten mevcut olan bazı yönlerin gelişimini temsil etmektedir. Ekonomi söz konusu olduğunda, ilk aşamada serbest rekabet hakimdir, ancak doğası gereği serbest rekabetin gelişimi emperyalist aşamayı karakterize eden tekelciliğe yol açar. Benzer şekilde siyasette de, siyasi-hukuki çerçevenin ekonomik yapıdan daha yavaş değişmesi nedeniyle bir zaman gecikmesine izin verirsek, çok partili, demo-liberal Devletten totaliter Devlete bir geçiş söz konusudur ve bu dönüşüm en iyi Birinci Dünya Savaşı ile örneklendirilebilir. Burada 5. bölümden alıntılarla destekleyeceğimiz tezimiz, "kapitalist dünyanın hayatta kaldığı sürece işlerini düzenlemek için artık liberal biçimleri kullanamayacağı; bunun yerine kendisini ekonomik yoğunlaşmanın acımasız ifadesi olan korkunç Devlet birimleri olarak örgütleyeceği "dir.

Dolayısıyla emperyalist evrede, hem liberal devlet biçimlerini savunan hem de açıkça faşist olan tüm devletlerin totaliter çizgiler boyunca düzenlenmesi söz konusudur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra eski faşist Devletlerin liberal biçimlere dönüşü, ilk aşamadaki liberal Devlete bir dönüş değildi. Çok övünülen liberal görünümüne rağmen, faşizm sonrası demokratik Devletin birçok özelliği totaliter bir karaktere sahiptir: sıkı sosyal kontrol, üniter siyasi liderlik ve güçlü bir şekilde merkezileşmiş hiyerarşik yapı.

Bu iki evre (burada devrimci burjuvazinin feodal rejime karşı savaştığı evre göz ardı edilmektedir) burjuvazinin proletaryaya karşı farklı tutumlarıyla karakterize edilmektedir: ilk evrede burjuvazinin devrimci proletaryaya karşı tutumu savunmacıdır; ikinci evrede ise burjuvazi saldırıya geçer çünkü ancak proletaryayı hem ekonomik tavizlerle hem de siyasi boyun eğdirmeyle kontrol ederek onun devrimci girişimlerini engelleyebilir.

İşte bu nedenle, tüm sözde devrimci entelektüelleri şaşırtacak ve tiksindirecek şekilde, demokrasiyi kesinlikle faşizme karşı savunulması gereken bir "yüce değer" olarak görmüyoruz (aslında, doğrudan şiddet kullanımını gizlemediği sürece, ikincisi devrim için daha az tehdit oluşturmaktadır): aslında, bizim gördüğümüz sıra faşizm, demokrasi, sosyalizm değil; demokrasi, faşizm, proletarya diktatörlüğüdür.

Komünist Enternasyonal’in kurulmasından hemen sonraki dönemde en çok dikkat çeken taktiksel konulardan biri, 6. bölümde ele aldığımız, Komünist Partilerin demokratik seçimlere katılımıyla ilgiliydi. Bilindiği gibi bu konu Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi’nde uzun uzun tartışılmış ve Sol, çekimserliği savunduktan sonra Lenin’in "parlamentarizm" üzerine tezlerine uymuştu. O dönemde Sol, bu taktiğin, inkar edilemez bir devrimci niyetle sürdürülse bile (Lenin bunun burjuva parlamentosunu yok etmek için en iyi araç olduğuna inanıyordu), tam tersine, yeni kurulmuş ya da İtalyan partisi gibi kurulmak üzere olan tüm komünist partileri kirleteceğini ve yozlaşmalarına neden olacağını iddia ediyordu. Bu iddianın tarihsel olarak doğrulanması gerekiyordu, zira eninde sonunda bu kanıtlar bol miktarda bulunacaktı. Bu nedenle, o zamanlar Solun yanlış olduğunu düşündüğü -ve aslında yanlış olan- bir taktiği kabul etmesi mümkündü, çünkü kaçınılmaz tarihsel doğrulamalardan sonra bunu düzeltmek her zaman mümkün olacaktı: o zamanlar önemli ve esas olan, devrimci Partinin Marksist doktrine sorgusuz sualsiz sadakat temelinde kurulmasıydı; Enternasyonal’in İkinci Kongresinde fiilen gerçekleştiği gibi.

Tüm bunlar, taktik meselesini ele almanın ve devrimci ilkelere sadık kalmanın tek yolunun Enternasyonal’in ilk yıllarında Sol tarafından önerilen yol olduğunu fazlasıyla kanıtlamaktadır: taktik normlar ile programatik ilkeler arasında yakın bir bağlantı olduğundan, birincisi ilkelerden ve tarihsel durumun incelenmesinden çıkarsanarak öngörülmeli ve tanımlanmalıdır.

Sol, "devrimci parlamentarizm" taktiklerinin Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yeni tarihsel duruma uygun olmadığını savunuyordu. Emperyalist savaş burjuvazinin maskesini kesin olarak düşürmüş, proletaryaya karşı saldırgan tutumlarının artık kalıcı olduğunu ve yalnızca açık şiddet kullanımına dayandığını göstermişti; dolayısıyla geçmişte aynı burjuvazinin en radikal kesiminin hala sahip olduğu ilerici işlevle meşrulaştırılan herhangi bir "parlamentarist" taktik artık verimsiz hale gelmişti ve dünya proleter devrimi tarafından tamamlanacak olan tarihsel döngünün geri kalanı boyunca da öyle kalacaktı.

Aslında devrimci burjuvazi mutlakiyetçi ve feodal devletlere karşı parlamento mücadelesi bayrağı altında savaşmıştır; bu mücadele, Komün ve Sovyet’in daha sonra göstereceği gibi, parlamentonun proleter iktidar biçimini somutlaştırmadığı ve hiçbir zaman somutlaştıramayacağı gerçeğine rağmen, proletaryanın en kararlı müttefiki olduğunu kanıtlayacağı bir mücadeledir.

Barışçıl kapitalist gelişme döneminde, 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın başlarına kadar, genç sosyalist partiler doğru devrimci taktikleri kullanarak, proleter sınıf içinde daha fazla nüfuz elde etmek için demokratik seçimlere katıldılar; bu bağlamda burjuva yasallığını kullanmaktan çekinmediler. Bu sadece proletaryanın ekonomik koşullarında iyileştirmeler elde edilebileceği için değil, aynı zamanda burjuvazinin en radikal ve ilerici kesimiyle paylaştığı bazı siyasi hedeflere ulaşılabileceği için de haklıydı. Yine de bu tür taktikler, Engels’in İkinci Enternasyonal’in kuruluşunda açıkça belirttiği gibi, bu tür fetihlere (reformist yozlaşma hız kazandığında ortaya çıkacağı gibi) hiçbir içsel değer atfetmiyordu; tek amaçları, burjuvazinin kendisinin yasallığı terk ederek devrimci zemine geçmesi beklentisiyle devrimci hareketi güçlendirmekti, bunu kaçınılmaz maddi zorunlulukla yapmak zorunda kaldılar. Dünya burjuvazisi nihayet 1914’te bu zemine girecek ve dünya proletaryası önemli bir savaşı kaybedecekti, ancak tarihsel sınıf savaşı bitmedi ve proletarya doğal organı olan sınıf partisiyle bağlantı kurarsa hala galip gelebilir.

Proletaryanın yenilgileri de dahil olmak üzere 20. yüzyılın olayları boşuna olmamıştır ve bugün, "mevcut durumda ve mevcut güçler dengesinde, Parti herhangi bir demokratik seçimle ya da bu seçimlerde yer almakla ilgilenmemektedir".

Ve bugünkü pozisyonumuz, Lenin’e açıkladığımızda olduğu gibi, anarko-sendikalist türden anti-Marksist teorik hatalardan değil, pratik, taktiksel ve örgütsel bir gereklilikten kaynaklanmaktadır. Hayal edilebilecek en devrimci parti de olsa, herhangi bir partinin seçimcilik uyguladığı takdirde yozlaşmaya mahkum olduğunu (elbette yalnızca proleterlerden oluşan ekonomik örgütler tarafından benimsenen olası seçim mekanizmalarına değil, siyasi seçimciliğe atıfta bulunuyoruz) ve bunun nedeninin, günümüzde, emperyalist çağın derinliklerinde, "seçimciliğin yalnızca bir iktidar vaadi, iktidar kırıntıları" olduğunu beyan ediyoruz.


Giriş, Haziran 1974

Eski üyelerden ve tanımadığımız kişilerden çok sayıda "metin" talebi almış olmamıza rağmen, aşağıdaki metin, tıpkı öncesindeki mektup-genelge gibi, sadece parti üyelerine yöneliktir. Son birkaç aydır Programma Comunista’daki kötü şöhretli ’tebliğler’ tarafından uyandırılan ve bir canavarlık müzesine gönderilmesi gereken ’soğuk uyarı’ ile sonuçlanan merakı tatmin etmediğimiz açıktır.

Merkez tarafından tamamen ve mutlak bir saçmalık olarak reddedilen bu çalışma, birkaç yıl önce yapılan bir öneriyi güçlendiren mütevazı bir katkıdır. Belki de ’pusula’ kontrolden çıkmamış olsaydı, Programma Comunista’nın sütunlarında ’örgütlenme’ üzerine tüm o şüpheli makaleler yerine yer alırdı.

Yoldaşlar, çalışmanın onda dokuzunun, elli yıllık bir zaman dilimini kapsayan ve devrimci Marksizme her zaman sadık kalan Komünist Sol’un pozisyonlarının sürekliliğini ve değişmezliğini teyit eden, konularına göre düzenlenmiş temel metinlerimizden alıntılardan oluştuğunu fark edeceklerdir.

Ancak görev burada bitmiyor. Marx ve Lenin’in de incelenmesi gerekiyor. Aslında bu çalışma halihazırda devam etmektedir ve yakında ikinci bir broşürün konusu olacaktır.

Marx ve Lenin’in isimlerini taşıyan geleneğin devamcısı olarak, Komünist Sol’a atıfta bulunmak yeterli olacaktır; ancak işler bu haldeyken, bir sonraki tahrifat, manipülasyon veya keyfi yorum her an ortaya çıkabilecekken ve dahası bunu en az beklediğiniz kişiler tarafından yapılabilecekken, tüm sorularda temellere geri dönmek, ’zamanın ipliğini’ olabildiğince geriye doğru kavramak zorundayız. Ve aslında bu, her zaman benimsediğimiz klasik yöntemdir.

O halde bu metin sadece hepimizin bildiği ve her zaman aynı fikirde olmasak da bir zamanlar hepimizin kabul ettiği önermeleri doğru bir şekilde yeniden ifade etmeyi önermektedir; geçmiş ve şimdiki militanların nesiller boyunca mücadele eden parti örgütünü güçlendirmek ve yaymak amacıyla geliştirdiği önermeler; sürekli gelişimi bu aralıksız çalışmayla güvence altına alınan bir parti.

O halde gitmemiz gereken yol budur. Başka bir yol yoktur. Alınacak ’yeni kararlar’, gerçekleştirilecek ’yeniden yapılandırmalar’ ya da yaklaşan ’yeni durumlar’ gibi aldatıcı ve her zaman şüpheli bahaneler altında yapılacak ’değişiklikler’ yoktur. Parti, çeşitli eylem biçimlerinin gerektirdiği ölçüde organlarını eylem yoluyla oluşturur, onları organik gereklilikten dolayı daha uygun olanlarla uyarlar veya değiştirir; bu organların mükemmelliğinin, otomatizminin doğru eylem için bir vekil olabileceğini iddia etmez; sanki her şey örgütlenmeyle ilgiliymiş gibi. Bu örgütlenme alanındaki aktivist çeşitliliğin tipik bir hatasıdır. Parti örgütü, sınıf mücadelesinin gerçek gelişiminden bağımsız olarak, beynin yanıltıcı laboratuarında, in vitro olarak ortaya çıkmaz. Bu, savaş araçları toplumsal mücadelenin fırınında dövülen gerçek bir "kompakt ve güçlü" parti değil, sevimli küçük bir parti modeli yaratmak anlamına gelir.

Mükemmeliyetçilik ve otomatizm arayışı, örgütsel alandan taktiksel alana yayılan ve partinin doğasını ve işleyişini etkileyen bir hatayı beraberinde getirir. Sol tarafından Enternasyonal’e birçok kez işaret edilen bu hata, güçlü bir örgütün her şeyi başarabileceği inancından kaynaklanmaktadır (’güçlü’ her türlü merkeziyetçiliğe tabi ve her türlü manevraya hazır anlamına gelmektedir). Bize ’Bolşevik’ bir örgüt verin, her şeye izin var. Disiplinli, çok amaçlı bir parti inşa edelim ve zafer garanti olsun.

Sol olarak, partinin kendi eyleminin dürtüsü altında değiştiğini kesin olarak biliyoruz; taktiklerin gelişigüzel kullanımının örgütteki değişikliklere karşılık geldiğini biliyoruz. O zaman kaçınılmaz olarak, partinin herhangi bir ’modeli’ bin parçaya ayrılır. Örneğin, seçimciliğin geçici olarak, hatta arada sırada bile olsa tanınmasına artık izin verilemez; partinin temel doğasını, işlevini ve anti-demokratik yapısını bozmayacağı konusunda kendimizi kandıramayız. Ve ’iç’ nitelikte bir başka örnek: günümüzde, örgüt içinde cezasız bir şekilde ’siyasi mücadeleler’ başlatamazsınız ve bu çalışma biçiminin ’norm’ haline geleceğini, örgütte periyodik bölünmelerin sonucu olarak her sorunu çözmenin kullanışlı bir yolu olacağını bilmediğinizi iddia edemezsiniz. Meşhur ’yukarıdan fraksiyonculuğa’ düşmüş olursunuz. Bunu ’Leninizm’ olarak görmek Leninizmi karikatürize etmek olur.

Partinin doğru işleyişi ne özel örgütsel yapılara ne de örgüt içinde siyasi araçların kullanımına dayandırılabilir.

Partinin gücü kendi başına örgüte bağlı değildir. Doğru formülasyon, örgütün programa sıkı sıkıya bağlı kaldığı ve sonuç olarak ’doğru devrimci politikalar’ geliştirdiği ölçüde güçlü ve işlevsel olduğudur. Bunun tersi, yani örgütün ’güçlü’ ve ’işlevsel’ olduğu ölçüde ’doğru devrimci politikaların’ ve programa daha sıkı bağlılığın tesis edildiği ifadesi yanlıştır. Bu Stalin oportünizminin özelliklerinden biridir.

İkincisinde ’bolşevikleşme’ olgusunu tersten görüyoruz. Daha önce örgütsel çarpıklıklar taktik alanda yapılan hataların sonucuydu; şimdi bu çarpıklıklar taktik hatalara neden oluyor. Ve her iki sorun düzeni arasındaki karşılıklı etkiyi hatırlarsak, partinin tüm alanlarda giderek çöküşüne tanık oluruz.

Ancak bu ’kayma’ süreci, partinin doğru pozisyonlara geri dönmesini sağlayacak sağlam bir tepkiye yol açtığı sürece, bunun geri döndürülemez olarak değerlendirilmemesi gerektiğine inanıyoruz. Çabaladığımız şey budur ve bu yaklaşımı geliştirmek Soldaki yoldaşların görevi olarak görülmelidir.

Her bir alıntı grubunu tanıtan önsözlerin amacı budur; hepsi doğrudan metinlerden çıkarılmıştır ve yoldaşların boş zamanlarında tespit edebilecekleri gibi, bunlardan hiçbir keyfi sonuç ya da polemik çıkarılmamıştır.

Her şey öngörülebilir ve iyi bilinmektedir. Yine de daha iyisini yapabileceğimizden eminiz. Bu, zamanımızın, çabamızın ve devrimci tutkumuzun mütevazı bir katkısıdır.

Sonuç olarak, partinin kendisini devrime hazırlamak için yoldaşlar arasında polemiğe ya da ’siyasi mücadeleye’ ihtiyacı yoktur.

Parti, kolektif çalışmasıyla, güçlerinin ’program diktatörlüğü’ altında birleştirilmesiyle, yukarıdan aşağıya doğru güçlenir ve çeşitli liflerini, vazgeçilmez bir asgari ’yürütme disiplini’ ve yerinde bir ’inanç’ yönünde örer.
 


Giriş, Eylül 1974

Aşağıdaki metin, son elli yılın (1920-1970) en önemli metinlerinden alıntılar yaparak, Marksist parti anlayışını ve partinin görevleri, işlevleri ve organik dinamiklerini yeniden ortaya koymaktadır. Stalinist karşı-devrimin ve ondan daha az kokuşmuş olmayan post-Stalinizmin ezici darbeleri altında, yalnızca İtalya Komünist Solu bu anlayışı Marx, Lenin ve III. Enternasyonal’inkiyle aynı çizgide tutmayı başarmış, her sapma karşısında onu sürekli savunmuş ve restore etmiş, proleter mücadelenin ve dünya komünist hareketinin tarihsel deneyiminin nesnel sonucunu oluşturan tezler ve metinler halinde kodlamıştır.

Metin, alıntıları kronolojik sırayla ve konularına göre alt bölümlere ayırarak sunmaktadır. Her bölümde, alıntıları ilgili bağlamlarına yerleştirmeye ve ifade ettikleri düşüncenin ima ve sonuçlarını vurgulamaya hizmet eden bir giriş bulunmaktadır. Aslında bölümlerin her birinde yer alan ifadeler ayrılmaz bir bütün, zaman çizgisi boyunca mükemmel bir süreklilik içinde ilerleyen bir konumlar birliği oluşturduğundan, bölümlere ve başlıklara ayırma tamamen teknik ve işlevsel bir karaktere sahiptir.

Alıntıların büyük bir kısmı, tamamını okumak isteyen okuyucuları ve militanları yönlendirdiğimiz aşağıdaki metinlerden yapılmıştır:
     Proleter Devrimde Komünist Partinin Rolü Üzerine Tezler, 1920
     Parti ve Sınıf, 1921
     Parti ve Sınıf Eylemi, 1921
     Demokratik İlke, 1922
     Komünist Enternasyonal’in Taktikleri, 1922
     Roma Tezleri, 1922
     Komintern IV Kongresi’nde İ.K.P.’nin Tezleri, 1922
     Komünist Örgütlenme ve Disiplin, 1924
     Como’daki Ulusal Konferansta İ.K.P. Sol Hareket, 1924
     Devrim Yolunda Lenin, 1924
     Komintern’in V. Kongresinde Solun Konuşmaları ve Önergeleri, 1924
     Solun Platformu, 1925
     Enternasyonal ve Oportünizm Tehditleri, 1925
     Lyon Tezleri, 1926
     Sol Temsilcisinin 6. Komintern YK IV Oturumunda Yaptığı Konuşma, 1926
     Partinin Siyasi Platformu, 1945
     Parti Platformuyla İlişkili Olarak Savaş Sonrası Perspektifler, 1946
     Burjuva Siyasi Hakimiyetinin Tarihsel Döngüsü, 1947
     Proleter Sınıf Hareketinin Tarihsel Seyri, 1947
     İşçi Sınıfının Devrimci Partisinin Doğası, İşlevi ve Taktikleri, 1947
     Sınıf Mücadelesinde Güç, Şiddet ve Diktatörlük, 1948
     Genel Kılavuz İlkeler, 1949
     Partinin Karakteristik Tezleri, 1951
     Köpeklerin Bacakları, 1952
     Önce Siyaset, 1952
     Ceset Hâlâ Yürüyor, 1953
     Tarihteki Büyük Adam, 1953
     Praksisin Çığlığı, 1953
     Köylülüğün "Irksal" Baskısı, 1953
     Marksist Teoride Rusya ve Devrim, 1955
     Ölülerle Diyalog, 1956
     Günümüzde Rusya’nın Ekonomik ve Sosyal Yapısı, 1957
     Örgütlenme Sorunu Üzerine Tezler için Notlar, 1964
     Partinin Organik Faaliyeti Üzerine Düşünceler..., 1965
     Dünya K.P.’sinin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler, 1965
     Tarihsel Görev Üzerine Tamamlayıcı Tezler..., 1966
     Solun Geleneği Doğrultusunda Partinin Eylem Sürekliliği, 1967
     "Komünist Programın Sürekliliğinin Savunulması" Cildine Giriş, 1970.

Okuyucunun da görebileceği gibi, Komünist Solun ve 1952’de Komünist Solun pozisyonları temelinde ortaya çıkan Enternasyonal Komünist Partisi’nin tüm tarihsel mirası burada geri alınmakta ve bütünüyle yeniden ifade edilmektedir.

Bu tarihi mirasın kapsamlı bir şekilde yeniden ifade edilmesi gerekliliği, son birkaç yıldır Enternasyonal Komünist Partisi’nin örgütlenmesini etkileyen ve Solun pozisyonları üzerinde mücadele etmek isteyen herkes için örgütsel referans noktası olarak yeni bir parti organı olan Il Partito Comunista’nın kurulması ihtiyacını doğuran rahatsız edici olaylarla bağlantılıdır. Enternasyonal Komünist Partisi ancak bu pozisyonlara tam bir bağlılık içinde doğabilir, gelişebilir ve hayatta kalabilir; yani proleter devrimin ve onu takip edecek olan sınıf diktatörlüğünün vazgeçilmez organı olan yoğun ve güçlü Dünya Komünist Partisi ancak bu gerçek Marksist temeller üzerinde örgütlenebilir.








Kısım 1

Bölüm 1
Merkeziyetçilik ve Disiplin: Parti Örgütlenmesinin Köşe Taşı

Parti organının nasıl nitelendirileceği sorununu ele almak için, öncelikle soruna ilişkin tek gerçek ve belirgin Marksist görüşü ortaya koyan tezin ifade edilmesi gerekir: sınıfsal siyasi parti, şiddetli devrim ve iktidarın fethi öncesinde, sırasında ve sonrasında proleter mücadelenin vazgeçilmez organıdır. Parti, proleter sınıf diktatörlüğünü kullanabilecek yegane organdır ve bu nedenle, doğru Marksist görüşe göre, yalnızca proleterlerden oluşsa bile (sendikalar, sovyetler ya da başka herhangi bir dolaysız proleter örgütlenme türü) diğer proleter örgütlenme biçimlerine devredilemez. Dolayısıyla siyasi parti, diktatörlüğü münhasıran ve doğrudan kullanacak, proletaryanın diktatörlük devletinin kaldıraçlarını işletecek ve ancak partiyi takip ettikleri ve ondan etkilendikleri ölçüde devrimci bir işlev yerine getirebilecek olan diğer tüm proleter örgüt biçimlerini kontrolü altına alacaktır. 1848 Manifestosu’ndan bu yana Marksist anlayışa göre proletarya ancak siyasi partisi ortaya çıktığında gerçekten bir sınıf haline gelir. Parti olmaksızın sınıf, devrimci hedeflere ulaşmak için tek başına harekete geçmekten aciz istatistiksel bir varlıktır; zira sınıfın genel tarihsel çıkarlarının ve bunun sonucunda ortaya çıkan hedeflerinin bilinci ancak parti sayesinde oluşabilir. Sınıfın bilinci, tek tek ya da istatistiksel bir kitle olarak ele alınan proleterlerde değil, yalnızca partisinde bulunur. Tüm bu kavramlar Marx’ta, Lenin’de ve devrimci komünist hareketin tüm geleneğinde bulunabilir.

Yazdığımız üzere:


6 - Parti ve Sınıf, 1921

Sınıf kavramı bize statik değil dinamik bir görünümü çağrıştırmalı. Belirli bir hedef doğrultusunda ilerleyen toplumsal bir akım yada hareket keşfettiğimiz zaman, orada kelimenin tam anlamıyla bir sınıfın, varlığını tanırız.

Bir parti, bir eylem yönteminin yada bir doktrinin varlığında yaşar. Bir parti, bir politik düşünce okuludur ve bundan dolayıda bir mücadele örgütüdür. İlki bilinçliliğin, ikincisi ise bir iradenin, daha açık ifadesiyle nihai hedefe doğru çabalamanın karakteristiğidir.

Bu iki nitelik olmadan, henüz bir parti tanımımız yoktur. Daha önce de söylediğimiz gibi, donuk bir şekilde gerçekleri kaydedenler, az çok geniş ölçekte yaşam koşullarında bir karşılık bulabilir fakat, tarihin gelişmesinde hiçbir iz bırakmaz.

Bu iki niteliği sadece sınıf partisi içinde, yoğunlaşmış ve somut bir şekilde bulabiliriz.

(...) Parti sınıfın sadece bir bölümünü içerdiği halde, sınıfa karşı duyarlı olan ve onu temsil eden unsurları kategoriler ve yerelliklerin sınırlamaları ötesinde kaynaştırdığı için, sadece o sınıfa hareket ve eylemin birliğini verebilir.

(...) Büyük kitlenin içindeki bireylerin henüz ne sınıf bilinci ne sınıf iradesi olmadığı ve kendi işkolları, kendi köyleri, kendi ulusları için veya kendi bencil çıkarları için yaşadıkları hatırlanırsa, o zaman sınıfın eylemini bir bütün olarak tarihsel hareketinde tutabilmek için onu esinlendiren, birleştiren ve başını çeken – kısacası onunla ilgilenen bir organı olması gerektiği anlaşılacaktır; bundan sonra şu anlaşılacaktır ki parti gerçekte, kendisi olmadan dışında kalan kitleyi bir güçler seferberliği olarak düşünmenin hiçbir anlamı olmadığı çekirdektir.

Sınıf partiyi gerektirir çünkü, tarihte varolmak ve hareket etmek için o, eleştirel bir tarih doktrinine ve ona ulaşma hedefine sahip olmalıdır.

Sınıf eyleminin tek gerçek devrimci kavranışı, liderliğini partiye devreden kavranıştır. Doktriner analizler, tarihsel deneyim birikimiyle birlikte, partinin işlevinin gerekliliğini ve baskınlığını inkar eden her türlü eğilimi kolayca küçük burjuva ve devrim karşıtı ideoloji düzeyine indirgememize olanak tanır.

Kapsamlı teorik vizyonumuzdan ve onun kaçınılmaz sonucu olan partinin birincil işlevinden zorunlu olarak çıkan önemli bir Marksist tez, partinin merkezi ve disiplinli bir örgüte sahip olması gerektiğidir. Bu örgüt, zaman ve mekanda çok sıkı bir hareket birliği sağlamalıdır. Bu da parti örgütünün bir bütün olarak faaliyetlerini yönlendiren ve koordine eden organlara sahip olması gerektiği anlamına gelir ki bu organların emirlerine tüm taraftarları mutlak bir disiplin borçludur. Yerel ve ulusal seksiyonlara herhangi bir özerklik ya da parti içindeki birey ya da gruplara herhangi bir eylem ’özgürlüğü’ tanımak tamamen saçma olur ve partinin işlevi hakkında şimdiye kadar söylediğimiz her şeyle çelişir. Komünist Parti’de tüm militanlar merkezi düzenlemelere ve örgütün merkezinden çıkan emirlerin uygulanmasına azami disiplin göstermekle yükümlüdür.

Aşağıda, işçi hareketini istila etmiş olan kendiliğindencilere, anarşistlere ve çeşitli türden otonomistlere karşı, Marx ve Lenin doğrultusunda, Komünist Sol’un ve partimizin düşüncesinin her zaman nasıl bu olduğunu açıkça gösteren bir dizi alıntı yer almaktadır.



Alımtılar


7 - Proleter Devrimde Komünist Partinin Rolü Üzerine Tezler, Komünist Enternasyonal 2. Kongresi, 1920

13 (...). Komünist partisi kendi safları içinde demirden bir askeri disiplini gerçekleştirmelidir (...) En sıkı disiplin olmaksızın, tam merkezileşme olmaksızın ve tüm parti örgütlerinin parti merkezine en tam yoldaşça güveni olmaksızın, işçilerin zaferi imkansızdır..

14 (...). Üst organların talimatları daha alttakileri koşulsuz ve kaçınılmaz olarak bağlar, ve kongreler arasındaki dönemde tüm önde gelen partili yoldaşlarca otoritesi evrensel olarak ve tartışmasız tanınan güçlü bir parti merkezi varolmalıdır.

15 (...). Komünist Partisi (...) acil durumlarda tüm parti üyeleri için önemli kararlar alma hakkını merkezi organa vermek zorunda bırakılmıştır.

16. İçinden geçtiğimiz dönemde yerel parti örgütleri için geniş “otonomi” savunuculuğu, sadece, komünist parti saflarını zayıflatır.


8 - Parti ve Sınıf, 1921

(...) Bir parti, bir eylem yönteminin yada bir doktrinin varlığında yaşar. Bir parti, bir politik düşünce okuludur ve bundan dolayıda bir mücadele örgütüdür. İlki bilinçliliğin, ikincisi ise bir iradenin, daha açık ifadesiyle nihai hedefe doğru çabalamanın karakteristiğidir (...)

Devrim bir doktrin ve nihai bir hedef etrafında birleşmiş güçlerin yapıcı ve aktif örgütlenmsine ihtiyaç duyar (...) Sınıf, rahminden tarihin sancılarıyla doğurduğu güçlerin eylemi sayesinde, yaşar, mücadele eder, gelişir ve kazanır. Sınıf, bize göre mevcut üretim biçimini yok edip ötesine geçecek temel güç kaynağı gibi görünen, ekonomik koşulların doğrudan homojenliğinden türer. Fakat sınıfın bu büyük görevi yerine getirebilmesi için, kendi zekası, kendi eleştirel yöntemi, araştırma ve eleştiri ile tanımlanmış net hedeflere kararlıca yönelmiş kendi iradesi, ve kolektif çabalarını ve fedakarlıklarını olanca etkisiyle kullanacak ve derinleştirecek kendi mücadele örgütüne ihtiyacı vardır. Bütün bunlar Partiyi oluşturur.


9 - Parti ve Sınıf Eylemi, 1921

(...) Siyasi parti, bir yandan devrimci süreç ve onun gerekliliklerinin tarihsel vizyonuna sahip olan tek örgütlülükken, diğer yandan da tüm bu özel işlevlerinin, sınıfın nihai amacına eksiksiz şekilde tabi kılınmasını sağlayan katı bir örgütsel disiplini sağlamakla yükümlüdür (...)

Bundan ötürü partinin zaruri görevleri iki başlıkta ele alınmalıdır: İlkin bilinç, sonra da irade faktörü. Bilinç faktörü, devrimci sürecin tüm taraftarlarınca paylaşılması gereken teorik anlayışıyla sonuçlanırken, irade faktörüyse, koordinasyonu ve dolayısıyla eylemin başarısını güvence altına alan disiplini ifade eder.


10 - Demokratik İlke, 1922

(...) Demokrasi bizim için bir ilke olamaz: merkeziyetçilik tartışmasız bir ilkedir, çünkü parti örgütlenmesinin temel özelliği yapı ve eylem birliği olmalıdır.


11 – İ.K.P. 2. Kongresinde Taktik Üzerine Tezler (Roma Tezleri), 1922

I, 2. Tüm temel itkilerin tek bir eylemde bütünleşmesi iki ana faktör sayesinde gerçekleşir: biri partinin programının kendisinden aldığı eleştirel bilinç; diğeri ise partinin hareket ettiği araçta, disiplinli ve merkezileşmiş örgütünde ifadesini bulan irade.


12 – İ.K.P.’nin 1922 IV. Kongresinde Komintern Taktikleri Üzerine Tezleri

(...) Komünist Enternasyonal, her ülkedeki proleter mücadeleleri dünya devriminin nihai hedefi etrafında birleştirme görevini yerine getirebilmek için, her şeyden önce kendi programatik ve örgütsel birliğini sağlama görevine sahiptir. Komünist Enternasyonal’in ilkelerini benimsemiş olan her şube ve her militan Komünist Enternasyonal’in ortak programına bağlı olmalıdır.

Enternasyonal örgütü, eski enternasyonalin federalizminin tüm kalıntılarını ortadan kaldırarak, azami merkezileşmeyi ve disiplini sağlamalıdır.


13 - Genel Yol Gösterici Normlar, 1949

(...) Partinin çeperindeki güçler ve tüm parti üyeleri, hareketin alışılagelmiş pratiği gereği, merkezi organlardan kaynaklanmayan yerel inisiyatifler ya da şarta bağlı kararlar almamak ve taktik sorunları partinin geri kalanından farklı bir şekilde çözmemekle yükümlüdür. Benzer şekilde, önde gelen merkezi organlar, tüm parti adına kararlar alırken ve talimatlar yayınlarken, bir durum partinin bakış açısını etkileyen beklenmedik veya öngörülemeyen faktörler ortaya çıkardığında bile, teorik ilkelerini terk etmemeli veya taktik eylem araçlarını değiştirmemelidir. Proleter hareketin tarihi, bu iki karşılıklı ve tamamlayıcı süreç eksik olduğunda, yasal önlemlerin yeterli olmadığını ve bir krizin ortaya çıktığını gösteren örneklerle doludur.

Bunun bir sonucu olarak, parti, tüm üyelerin, olayları ve toplumsal olguları analiz etmekten ve partinin görevlerini ve en uygun eylem yöntemlerini netleştirmekten oluşan sürekli hazırlık sürecine katılmalarını gerektirmektedir; ve bu katılımı, ister özel organlar aracılığıyla ister kongrelerdeki genel periyodik istişareler aracılığıyla olsun, en uygun şekilde gerçekleştirmeyi amaçlarken, yine de, taraftar gruplarının, partinin üniter yolundan farklı olan iç ve dış bağlantı ağları, yazışma ve propaganda yoluyla çalışmalarını yürütmek ve katkılarını sağlamak için parti içinde ayrı örgütler ve fraksiyonlar olarak bir araya gelmelerine kesinlikle izin vermez.


14 - Marksizm ve Otorite, 1956

29 (...) Hiçbir Marksist merkeziyetçiliğe duyulan ihtiyacı küçümseyemez. Eğer partinin çeşitli parçalarının kendi hesaplarına çalışabilecekleri kabul edilirse, parti var olmaktan çıkar. Yerel örgütlerin siyasi prosedür açısından özerkliği yoktur. Bunlar daha önce 2. Enternasyonal partileri içinde, örneğin partinin parlamento grubunun taktik manevraları konusunda kendi kaderini tayin etmesine karşı; komünlerde ve illerde duruma göre faaliyet gösteren yerel şubelere ve federasyonlara karşı ve çeşitli ekonomik örgütlerde duruma göre faaliyet gösteren bireysel parti üyelerine karşı vb. yürütülen eski mücadelelerdir.


15 - ’Aşırılık’, Geleceğin Döneklerinin Kınanması, 1961

III. - (...) Pek çok kişi tarafından şüpheyle karşılanan ve tartışılan disiplin faktörünün hayati gerekliliğini açıklamadan ve disiplinin hem parti hem de sınıf içindeki anlamını kendisine yakışır şekilde tanımlamadan önce, Lenin’in temel komünist disiplin kavramını, her Marksist yapının kilit taşı olan ve daha az önemli olmayan merkezileşme kavramıyla paralel olarak yerleştirildiği bir pasajdan alıntı yapacağız.

"Tekrar ediyorum: Rusya’daki muzaffer proletarya diktatörlüğü deneyimi, düşünme yeteneğinden yoksun olanlara ya da bu konuda düşünme fırsatı bulamamış olanlara bile, proletaryada mutlak merkezileşmenin ve sıkı disiplinin burjuvaziye karşı zaferin vazgeçilmez bir koşulu olduğunu açıkça göstermiştir".

Lenin o zamanlar, kendilerini ’sol’ olarak tanımlayanlar arasında bile, bu iki özellikle acı formül hakkında tereddütler olduğunu biliyordu: "mutlak merkezileşme" ve "demir disiplin".

Bu formüllere karşı direnç, küçük burjuvaziye yayılan ve tehlikeli bir şekilde proletaryaya taşan burjuva ideolojisinden kaynaklanmaktadır; aslında bu klasik metnin ortaya çıkmasına neden olan gerçek tehlike de budur.


16 - Örgütlenme Sorunu Üzerine Tezler Hakkında Notlar, 1964

1 - (...) Bu akım İkinci Kongre’de özellikle İngilizler, Amerikalılar, Hollandalılar ve ayrıca Fransız sendikalistler ve hatta İspanyol anarşistler tarafından güçlü bir şekilde temsil edildi. İtalyan Komünist Solu, Parti üzerine tezleri anlamamanın yanı sıra, o zamanlar Zinovyev tarafından şiddetle onaylanan merkezileşme ve sıkı disiplin tezlerine de zorluk çıkaran bu akımlardan kendisini derhal ayırmak istedi.


17 - Tezleri Algılayışımız, O Zaman ve Şimdi, 1965

(...) Solun organik merkeziyetçilik anlayışına göre, kongreler merkezin çalışmalarını yargılamamalı ya da kimin ne yapacağına karar vermemeli, bunun yerine dünya partisinin değişmez tarihsel doktrini ile tutarlı bir şekilde genel yönelim sorunları hakkında kararlar almalıdır.



Bölüm 2
Topyekun Merkeziyetçilik

Lenin’in parti organının yapısını ve dinamiğini tanımlamak için kullandığı formül ’Demokratik Merkeziyetçilik’ idi. Eğer böyle bir terim 2. Enternasyonal partilerini çok doğru bir şekilde tanımlıyorsa, bizim akımımız bunun 1. Dünya Savaşı sonrası dönemde kurulan ve tutarlı Marksist devrimcilerin reformistlerden kesin olarak ayrılmasıyla ayırt edilen komünist partilerin işlerini nasıl yürüttüğünü yeterince tanımladığını düşünmüyordu ve buna daha uygun bir terim olan ’organik merkeziyetçilik’ ile karşılık verecektik. Ancak bundan sonraki alıntılar, Marksistlerin ’demokratik merkeziyetçilik’ terimini, partinin örgüt içinde bir ’demokrasi’ ve ’özgürlük’ pratiği uygulayarak (işlevlerini yerine getirmesi ve Marksist tarihsel ilerleme anlayışına tam olarak yanıt vermesi için gerekli olduğu düşünülen) mutlak merkeziyetçiliği bir şekilde hafifleteceği bir pratiği ve dinamiği ifade etmek üzere hiçbir zaman anlamadıklarını göstermektedir. Günümüzde Lenin’in formülünü ’demokrasi ile hafifletilmiş merkeziyetçilik’ olarak yorumlamayan tek bir sözde Marksist grup yoktur, oysa Lenin’in kendisi bunu partide azami merkeziyetçilik ve örgütsel disiplin elde etmek için resmi demokratik mekanizmaların kullanılması gerektiği anlamında kullanmıştı ki 2. Enternasyonal’in sosyalist ve sosyal-demokrat partilerinde durum buydu.

Bu sorunu daha ayrıntılı olarak ele alacağız, ancak bu arada, hakiki Marksistler söz konusu olduğunda, tek örgütsel ilkenin merkeziyetçilik olduğunu ve demokratik mekanizmaların uygulanmasının yalnızca maksimum örgütsel merkeziyetçiliğe ulaşmak için tarihsel olarak gerekli olan bir bölüm olduğunu teyit ediyoruz. Biz Marksistlerin tüm ’özerklik’ ya da ’özgürlük’ taleplerine karşı çıktığımızı ve niteliksiz merkeziyetçilikten yana olduğumuzu göstermek için kanıtları sıralayalım. Misal 1. Enternasyonal zamanında ’otoriter’ Marksistlerin ’özgürlükçülere’ karşı mücadelesi; misal Lenin’in 1903’ten itibaren Menşeviklere karşı ’bürokratik merkeziyetçiliği’ tesis etme mücadelesi; ve misal bizim pozisyonumuz: "Kendilerini niteliksiz merkeziyetçiliğe karşı çıkmaya adayanlar, burjuvazinin yardımcılarından başka bir şey değildir".




Alıntılar


18 - Marksist Devrimci Komünizmin Temelleri, 1957

III - Hep aynı tartışma (...) En içten çığlıkları her zaman "Bürokratik merkeziyetçilik mi, yoksa sınıf özerkliği mi?" oluyor. Eğer gerçekten de antitez bu olsaydı, Marx ve Lenin’in "kapitalist diktatörlük ya da proletarya diktatörlüğü" yerine, belirli kilit tarihsel kavşaklarda gerekli bir kötülük olabilecek ve "ilkeler üzerinde pazarlık yapmayan" (Marx), örgütsel gevşeklikten ve taktik akrobasiden arınmış, özerklik ve federalizm vebasından bağışık bir parti tarafından kolayca kontrol edilebilecek bürokratik merkeziyetçiliği (dehşetlerin dehşeti!) tercih etmekte tereddüt etmezdik. "Sınıf özerkliğine" gelince, söyleyebileceğimiz tek şey bunun tam anlamıyla bir saçmalık olduğudur.


19 - Günümüzde Rusya’nın Ekonomik ve Toplumsal Yapısı, 1957

114 - (...) O zaman Lenin, Enternasyonal’in iç yaşamının çıkarları doğrultusunda, ’demokratik merkeziyetçilik’ ifadesini içeren tarihi tezlerini sundu. İtalyan Solu olarak biz, tehlikeli bulduğumuz bu terimin yerine ’organik merkeziyetçilik’ terimini önerdik - ve olaylar bizi bir kez daha haklı çıkardı. Bunu kısaca açıklayacağız, ancak şimdilik acil olarak merkeziyetçilikten, niteliksiz merkeziyetçilikten kurtulmaya çalışanların Marx’ı, Lenin’i ve devrimci davayı ihlal ettiğini ve kapitalist savununun bir başka yardımcısı haline geldiğini ifade etmek zorundayız.





Bölüm 3
İşlevlerin Farklılaştırılması

Disiplinli ve merkezi bir parti örgütünün gerekliliğini savunmak, diğer şeylerin yanı sıra, bireysel militanlara çeşitli önem düzeylerinde farklı roller atandığını gören hiyerarşik bir farklılaşmayı açıkça ima eder. Partinin liderlere ve çeşitli işlevleri yerine getirecek kişilere ihtiyacı vardır. Emir verenler ve emir alanlar olmalı ve bu işlevleri yerine getirmek için uygun şekilde farklılaştırılmış organlar bulunmalıdır. Bizim parti örgütü anlayışımız, piramidal olarak tanımladığımız, yapının çeşitli noktalarından gelen tüm dürtülerin tek bir merkezi düğüme doğru birleştiği ve buradan tüm örgütlü ağın düzenlenmesi ve yönlendirilmesinin ortaya çıktığı çok yönlü bir yapıdır. Farklı organların farklılaştığı ve militanların farklı rollere ve hiyerarşik merdivenin farklı basamaklarına yerleştirildiği, burjuva kariyerizmi pratiğiyle hiçbir ilişkisi olmayan ya da onu taklit etmeye yönelik herhangi bir girişim içermeyen doğal ve organik yolu açıklamaya devam edeceğiz. Ancak merkezi örgütlenmeden bahsetmek ve bunun sadece Komünist Sol’un değil, Marx ve Lenin’in de vizyonu olduğunu göstermek istiyorsak, şimdilik ilgili alıntıları ortaya koymak yeterli olacaktır.




Alıntılar


20 - Lenin Devrim Yolunda, 1924

(...) Sınıfın gerçekten böyle olmasını ve böyle yaşamasını sağlayan bir parti olarak örgüt, çeşitli ’beyinlerin’ (elbette sadece beyinler değil, diğer bireysel organlar da) yetenek ve kapasiteye göre farklı görevleri yerine getirdiği, hepsinin de onları ’zaman ve mekanda’ giderek daha yakın bir şekilde birleştiren ortak bir amaç ve çıkarın hizmetinde olduğu üniter bir mekanizma olarak görülebilir (...) Bu nedenle, örgütteki her birey aynı konumu işgal etmez veya aynı seviyede değildir. Bu görev dağılımının rasyonel bir plana göre kademeli olarak uygulamaya konulması (ve bugünün parti sınıfı için geçerli olan yarının toplumu için de geçerli olacaktır), daha yüksekte olanların diğerleri üzerinde ayrıcalıklara sahip olmasını tamamen dışlar. Devrimci evrimimiz parçalanmaya doğru değil, bireyler arasında her zamankinden daha bilimsel bir karşılıklı bağlantıya doğru ilerlemektedir.


21 - Genel Yol Gösterici İlkeler, 1949

(...) Parti, birbirinin aynı parçacıklardan oluşan cansız bir yığın değil, çeşitli görevlerini yerine getirmek üzere farklılaştırılmış ağları, organları ve merkezleri olan, toplumsal ve tarihsel gereklilikler tarafından belirlenen gerçek bir organizmadır. Bu gerçek gereklilikler ile en iyi çalışma biçimi arasında iyi bir ilişki kurulması iyi bir örgütlenmeye yol açar, ancak bunun tersi geçerli değildir.


22 - Komünist Programın Özgün İçeriği..., 1958

19 - (...) Daha parlak bir gelecekte yeniden ortaya çıkacağından emin olduğumuz parti, aynı canlı varlığın organları gibi farklı işlevleri yerine getirecek, ancak merkezden tabana kadar hepsi birbirine bağlı olacak güçlü bir proleter ve isimsiz devrimci azınlığından oluşacaktır, Teori, örgütsel titizlik ve süreklilik açısından herkesi bağlayan esnek olmayan parti normlarına ve stratejik eylemle ilgili kesin bir yönteme; izin verilen ve veto edilen olasılıklar yelpazesinin, oportünizmin yarattığı tahribata ilişkin korkunç tarihsel derslerden çıkarıldığı bir yöntem barındırır.


23 - Milano’da Buluşması: Ek Tezler..., 1966

8 - Kendi organik eyleminin gereklilikleri nedeniyle ve tüm kişiselcilik ve bireyciliği aşan ve geride bırakan kolektif bir işlev sağlamak için, parti, üyelerini yaşamını oluşturan çeşitli işlevler ve faaliyetler arasında dağıtmalıdır. Bu tür işlevlerde yoldaşların rotasyonu, burjuva bürokrasilerindeki kariyerlere benzer kurallarla düzenlenemeyecek doğal bir olgudur. Partide, üyelerinin daha prestijli pozisyonlar ve daha yüksek bir kamu profili için yarıştığı rekabetçi sınavlar yoktur; bunun yerine hedeflerimize organik olarak ulaşmayı amaçlıyoruz. Bunun burjuva işbölümünü taklit etmekle bir ilgisi yoktur, daha ziyade karmaşık ve eklemli parti organının kendisini doğal olarak işlevine uyarlaması söz konusudur.






Kısım II

Giriş

’Parti’ organının biçimini ve yapısını tanımladık: merkezi yapı, farklılaşmış organların varlığı ve tüm ağı koordine etme, yönlendirme ve emir verme kapasitesine sahip merkezi bir organ; örgütün tüm üyelerinin merkez tarafından verilen emirleri yerine getirme konusunda mutlak disipline uyması; şubelerin ve yerel grupların özerk olmaması; merkezi çevreye ve çevreyi merkeze bağlayan üniter olandan ayrılan iletişim ağlarının reddedilmesi.

Bu merkezi yapı sadece dünya komünist partisinin değil, başka örgütlerin de tipik bir özelliğidir. Demiryolları da benzer bir merkezi yapıya uygun olarak çalışmalıdır, aksi takdirde durma noktasına gelir ve aynı şey büyük kapitalist fabrikalar için de geçerlidir. Devrimci burjuvazinin feodal özerkliğe karşı mücadelesinde iddia ettiği güçlü merkeziyetçi yapı, hem burjuva hem de proleter devletlerin bir özelliğidir; Stalinist partiler katı merkeziyetçilikleri ve militanlarına dayattıkları demir ve terörist disiplinle ünlüdür; faşist parti de Katolik kilisesi gibi mutlak merkeziyetçilikle övünmektedir, vs. Dolayısıyla, merkezi bir örgütsel yapının varlığının kabul edilmesi, sınıf partisini diğer parti ve organizmalardan ayırmak için yeterli değildir. Sınıf partisini karakterize eden şey tek başına merkezileşmiş örgütsel yapı değildir. Merkeziyetçilik önsel bir kategori, çeşitli tarihsel aşamalara, çeşitli sınıflara ve sınıf organizmalarına uygulanabilecek bir tür metafizik varlık ya da ilke değildir. Eğer durum böyle olsaydı, tarihsel gelişimi otorite ilkesinin ilerleyen bir olumlanması ya da tam tersi, otorite ilkesinin özgürlük ve özerklik ilkesiyle sürekli, içkin bir mücadelesi olarak düşünebilirdik.

Böyle bir görüş, Marksist materyalizmi en basmakalıp idealizmle ikame etmek anlamına gelecektir. Marksizme göre tarihin gerçek gelişimini düzenleyen sabit ve içkin ilkeler yoktur; ne otorite ilkesi ne de demokratik ve özgürlükçü ilke.

Materyalist bakış açısından, tarih boyunca tüm ekonomik, sosyal ya da politik organizmaların, özellikleri yerine getirmeleri gereken işlevlere bağlı olan örgütlü bir yapıya sahip oldukları tespit edilebilir. Dolayısıyla, Marksistlerin yaptığı gibi, hem burjuva devletinin hem de proleter devletin merkezi, despotik ve baskıcı bir yapıya sahip olmalarına rağmen, yine de birbirlerine tamamen zıt olduklarını savunmak doğrudur. Bunun nedeni yalnızca dayandıkları toplumsal katmanlar ve yerine getirmeleri gereken işlevler değil, aynı zamanda bu faktörlerin bir sonucu olarak bu yapıların kendilerini ortaya koyma ve işlevlerini yerine getirme biçimleridir. Eğer yapısal açıdan proleter devlet burjuva devletiyle özdeş olsaydı, burjuvaziyi devlet aygıtının yönetiminden uzaklaştırmak ve yerine proleter partiyi koymak - muhtemelen sadece proleterlerin oy kullanmasına izin verilerek - yeterli olurdu. Ancak işin aslı şudur ki, burjuvazi merkeziyetçiliği kendi araçları, biçimleri ve özellikleriyle gerçekleştirir, tıpkı gelecekte proletaryanın devlet merkeziyetçiliğini proleter sınıfın karakteristik biçimleri, yöntemleri ve araçlarıyla gerçekleştireceği gibi. Bu, Marksizmin yalnızca burjuva devlet aygıtının şiddet yoluyla fethini öngörmekle kalmayıp, onun tamamen yok edilmesini ve yerine tamamen farklı başka bir devlet aygıtının geçirilmesini öngördüğü ölçüde doğrudur; bu süreçte diktatörlük, şiddet ve terör amaçları için kullanılacak olsa bile.

Tarihsel basiretsizlikleri görünüşün ötesini görmelerini engelleyen küçük burjuvalar için, Mussolini ya da Hitler tarafından kurulan parti makinesinin yapısının, Lenin’in zamanında Rusya’da Bolşevik partisi tarafından oluşturulan aynı derecede merkezileşmiş makineden çok farklı bir yapı olduğunu anlamak imkansızdır; bu farklılık sadece iki organizmanın yanıt verdiği ve birbirine tamamen zıt olan toplumsal temel, hedefler ve ilkelerden değil, aynı zamanda, sonuç olarak, iki organizmanın yöntemleri, araçları, pratiği ve organik dinamiklerinden de kaynaklanmaktadır. Böylece Mussolini ve Lenin, demokratik küçük burjuvaların zihninde, onlar için korkunç olan diktatörlük ve terör hayaleti ile ilişkilendirilir.

Biz Marksistler için, belirli bir hareketin ifadesi olduğu toplumsal sınıf, onun ilkeleri, hedefleri ve bunları başarmak için gereken araçlar ile merkezi ve üniter bir eylem ve yapıya ulaşmak için kullanması gereken ayırt edici özellikler, araçlar ve yöntemler arasında doğrudan bir ilişki vardır. Sonuç olarak, burjuva devletinin, sınıfsal doğasına içkin olan kendi merkeziyetçiliğini, periyodik olarak danışılan halk iradesi maskaralığı temelinde, ancak gerçekte uzlaşmayla değil, daha ziyade zorlama ve parayla bir arada tutulan muazzam bir bürokratik ve askeri makine yaratarak gerçekleştirdiğini söylemek yerinde olur. Proleter devlet, merkeziyetçiliğini demokratik seçimlerle, ister bir bütün olarak "halkı" isterse sadece proleterleri dahil ederek gerçekleştirmeyecektir; bunu daha ziyade devletin fiili işleyişine giderek artan bir katılımla ve sonuç olarak bürokratik aygıtın giderek ortadan kalkmasıyla başaracaktır. Dolayısıyla baskımız, sınıf şiddetimiz ve mutlak merkezileşmemiz olacak ama bürokrasimiz ya da daimi ordumuz olmayacak: Marx’ın yeterince terörist ve merkeziyetçi olmadığı için kınayacağı ama aynı zamanda liderlere, mutlak güce ve sınıf terörizmine sahip liderliklere sahip olmayı başardığı ama bürokratlara ya da profesyonel askeri organlara sahip olmadığı için övdüğü Paris Komünü’nden çıkarılacak ders budur. Dolayısıyla merkeziyetçilik eşittir bürokratizm denklemi yanlıştır. Burjuva devleti için tarihsel olarak doğru olan şey, Marksizmden tamamen vazgeçmek istemiyorsak, proleter devlet için doğru değildir.

İlkel topluluklar çok katı bir merkeziyetçiliği ve tek bir bireyin toplumsal gruba karşı mutlak disiplinini, zorlamaya ya da herhangi bir özel mekanizmaya ihtiyaç duymadan gerçekleştirmişlerdir. Bunun nedeni, olumsuz doğal çevreye ve diğer sosyal gruplara karşı mücadelede yalnızca çıkarların özdeşliği ve herkesin dayanışması üzerine kurulmuş olmasıdır. İlkel topluluk, zorlama olmaksızın merkezileşmiş ve farklılaşmış örgütlenmenin bir örneğidir. Gelecekteki komünist toplumda da durum aynı olacaktır. Gerçekten de temel bir Marksist teze göre, ancak bir sosyal grubun üyeleri arasında uzlaşmaz bir çıkar çatışması ortaya çıktığında, ilkel toplulukta doğal, kendiliğinden ve organik bir şekilde elde edilen aynı merkezileşmeyi elde etmek için özel bir zorlayıcı yapıya sahip olmak gerekmiştir.

İşlevlerin merkeziyetçi bir şekilde yürütülmesi ile bürokratik ve zorlayıcı bir aygıtın varlığının kesinlikle aynı şey olmadığı, yalnızca Lenin’in Devlet ve Devrim’de yerden yere vurduğu sosyal-demokratların anlamaktan aciz olduğu bir yaklaşımdır; Bir devlet aygıtına duyulan ihtiyacın ebedi olduğunu, aksi takdirde bireysel çıkarların toplumsal çöküşe neden olacağını savunanların iddialarının aksine, komünizmin hem ilkesi hem de amacı, insanlar üzerinde hiçbir zorlamanın olmadığı, merkezileşmenin bugünkü toplumdan çok daha eksiksiz ve tam olacağı, insanlar arasında doğal ve kendiliğinden bir dayanışma üzerine kurulu devletsiz bir toplumdur.

Ama komünist toplumda herkes aynı olmayacak mı? Tüm tür boyunca herkes az ya da çok diğer herkesin karbon kopyası olmayacak mı? Bu eski bir burjuva nakaratıdır, tıpkı insanlar çalışmaya zorlanmazsa üretimin topluca duracağına dair nakarata benzer. Farklı özelliklere sahip, az ya da çok farklı fiziksel ve zihinsel kapasitelere sahip bireyler olacaktır; toplum, çeşitli işlevlerinin ve bunları yerine getirecek ilgili organların çeşitlendiğini görecek ve çeşitli bireyleri bu işlevler arasında doğal ve organik bir şekilde dağıtacaktır. Artık toplumsal ve teknik işbölümü olmayacak ve toplum tüm insanların tüm temel işlevleri yerine getirebilecek kapasitede olmasını sağlayacaktır (Engels: Antidühring). Üretim ve yaşam araçları bir bütün olarak toplumun malı olacak ve sonuç olarak, daha yetenekli bireylerin diğerlerine göre ayrıcalıklı olma olasılığı sonsuza kadar ortadan kalkacaktır; aksine, "üstün" kapasiteye sahip herkes topluma yararlı ve hizmet edici olacaktır.

O halde, bu düşünceler Marksist gelenekle uyumlu kalacaksa, partiyi merkezi bir örgüt olarak algılamak, tüm üyelerinin tek bir merkezi noktadan çıkan dürtülere tek bir adam gibi yanıt vermesi yeterli değildir. Anarşistlerin yaptığı gibi, komünistlerin de "otoriter" olduğunu ve bireyin "özgürlüğünün" onlara karşı savunulması gerektiğini söylemek de yeterli değildir; ne de tam tersine, otorite ilkesine boyun eğmekten yana olduğumuzu ve sonuç olarak merkeziyetçilik olduğu sürece her merkeziyetçiliğin bizim için iyi olduğunu, disiplin olduğu sürece her disiplinin geçerli olduğunu aptalca savunmak da yeterli değildir. Tüm bunlar partimizin tarihi boyunca binlerce kez inkar ettiğimiz tutumlardır.

Marksist bir bakış açısıyla, parti organının tarihin kendisinden beklediği görevleri yerine getirebilmesi için mutlak merkezi bir yapıya ihtiyaç duyduğunu bir kez tespit ettikten sonra, bu yapının komünist parti gibi belirli bir organizmada nasıl var olabileceğini analiz etmek gerekir. Bu nedenle, bu organizmanın fizyolojisini, gelişim ve faaliyet dinamiklerini, hastalıklarını ve yozlaşmasını incelemeli ve sınıf mücadelesinin tarihsel olaylarının onun üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğunu ayırt etmeliyiz. Ancak o zaman bu özel tarihsel organın, yani komünist partisinin tipik merkeziyetçiliğinin ve disiplininin özüne dair daha az yüzeysel bir tanımlama yapabileceğiz. Ancak bu eski bir merkeziyetçilik ya da eski bir disiplin değildir, bunun önemsiz bir tanımı tek bir cümleyle özetlenebilir: "yöneten bir merkez ve itaat eden bir taban olmalıdır"; ancak şunu da eklemeliyiz ki, antidemokratik olduğumuz için, kelle sayımı ya da liderlik seçimleri de istemiyoruz ve küçük bir komite tarafından, hatta gücünün üyelerin demokratik olarak danışılan çoğunluğu tarafından onaylanmasına gerek kalmadan tek bir kişi tarafından tamamen yönetilmesi bizim için hiçbir korku yaratmıyor. Tüm bunları kabul ediyoruz, ancak bu, parti organının azami merkezileşmesini gerçekleştirdiği ya da tam tersi, devrimci sınıf mücadelesinin daha az elverişli aşamalarında bunu kaybettiği ve yozlaştığı gerçek dinamikleri açıklamaya yardımcı olmuyor; ne de parti organının kendisini etkileyebilecek hastalıklardan kurtulabilmek için kendisini nasıl güçlendirdiğini, büyüttüğünü ve sağlamlaştırdığını anlamamıza yardımcı olmuyor. Merkeziyetçiliğin ve komünist disiplinin özüne dair bir kavrayışa ulaşabilmemiz için tüm bunların açıklanması gerekmektedir.

Tüm tezlerimizde ve özellikle 1965 Napoli tezlerinde olduğu gibi, bu bir örgütsel reçete sunma meselesi değildir (buradaki ’reçete’ ’merkeziyetçilik’ terimiyle ifade edilmektedir), daha ziyade komünist partinin gerçek yaşamını, uzun tarihinin iniş ve çıkışlarını, onu tekrar tekrar etkileyen hastalıkları ve her seferinde bir tedaviyi gerçekleştirmek için uygulamayı düşündüğümüz çarelerin etkinliğini açıklamaktır. Partinin 1848’den günümüze kadar olan tarihini incelemeli, onu gerçek tarihsel olayların içinden geçiyormuş gibi algılamalı, devrimin küresel ölçekte ortaya çıkan hem saldırı hem de geri çekilme aşamalarını kat etmeliyiz. Ancak bunu yaparak, bugünün partisinin iyi bir amaç için özümseyebileceği, hatta özümsemesi gereken, onu daha güçlü ve üç Enternasyonali ve 1. Dünya Savaşı sonrası dönemde gezegen çapında muhteşem bir zafer kazanacak gibi görünen proleter devrimci hareketi yok eden maddi, olumsuz olaylara karşı daha iyi direnebilir hale getirecek dersler çıkarabiliriz.

Bizi her şeyin merkeziyetçilik eksikliğinden kaynaklandığı gibi değersiz bir doktrinle kandırmak ve çıkarılacak tek dersin Bolşevik Parti ve Üçüncü Enternasyonal’den bile daha merkeziyetçi bir yapı ihtiyacı olduğunu iddia etmek, partiye ihanet etmek ve onun tüm geleneğini tahrif etmekle eşdeğerdir. Partinin azami merkezileşmesi nasıl sağlanır? Hangi hastalıklar mutlak merkezileşmeyi ve mutlak disiplini zayıflatır? Örneğin Lenin, Troçki ve Zinovyev’den bile daha katı ve totaliter bir liderler kadrosuna sahip olarak mı? Her zaman merkeziyetçi olmayan Alman partisinin militanlarından daha disiplinli, komünizm davasına daha bağlı, daha itaatkar ve kahraman militanlara sahip olarak mı? Yoksa her bir militanımıza tarihsel Marksist doktrin konusunda daha iyi eğitim vererek mi, tüm parti metinlerini düzgün bir şekilde incelememiş, ’programlanmamış’ bir militanın örgütte disiplinli bir şekilde hizmet edeceği cehennem sırasına göre mi?

Bu sorular, parti tarihini ve Solun bu tarihten çıkardığı dersleri analiz ederek yanıtlanabilir; bu dersler, 1912’den 1970’e uzanan kesintisiz bir çizginin parçası oldukları için değiştiremeyeceğimiz, güncelleyemeyeceğimiz ya da alıntılamayı unutamayacağımız metinlerde ve tezlerde kodlanmıştır. Yani 50 yılı aşkın bir süredir ve bu süre zarfında parti organının yaşamı, gelişimi ve yozlaşması sorunu her zaman aynı şekilde formüle edilmiş ve çözülmüştür. Bu nedenle işe bu parti organının özelliklerini inceleyerek başlayalım. Ancak bu şekilde gerçekten merkezileşmiş ve disiplinli bir partiye ulaşmanın en iyi yollarını ya da tam tersi, onu nasıl bozup yok edeceğimizi anlayabiliriz.


Bölüm 1
Tarihsel Parti ve Biçimsel Parti

1965 tezlerimizde de hatırlattığımız gibi, tarihsel anlamda parti ile olumsal ya da biçimsel parti, yani tarih boyunca komünist partinin doktrini, programı ve ilkelerinin cisimleştiği devrimci savaşçıların çeşitli örgütlü oluşumları arasındaki ayrımı ilk kullanan Marx olmuştur. Başka bir deyişle, tarihin yüz yılı aşkın bir süre önce kurduğu ve birbirini izleyen devrimci proleter kuşakların farklı başarı dereceleriyle üzerinde durdukları siper veya barikattır. Proletarya devrimci bir sınıf olarak bugün ortaya çıkmadı, sınıf partisini ilk kez bugün ifade etmedi, onsuz ortak bir amaç uğruna tek başına hareket edemeyeceği, onsuz bir sınıf olamayacağı siyasi organını bugün icat etmedi. Parti, proletarya tarafından kapitalist toplumun şafağında, bir yandan ilk silahlı ayaklanmaları başlatabildiği, diğer yandan da üretici güçlerin ve insan teorik düşüncesinin gelişimiyle olgunluğa erişen, doğası gereği yalnızca kapitalist rejimin tamamen yıkılmasında kendi kurtuluş yolunu görebilen devrimci bir sınıf tarafından kullanılabilecek bir kuramı benimseyebildiği 1848’de ortaya çıktı. O zamandan beri Marksist teorinin toplumsal mücadelenin yakıcı gerçekliğiyle buluşması, komünist partisini, tarihin Marksist yorumunun güçlü silahıyla kolektif olarak donatılmış, sonuç olarak sadece proletaryanın zaferlerinden değil, yenilgilerinden de yararlı deneyimler ve dersler çıkarabilen devrimci militanlardan oluşan bir müfreze olarak ortaya çıkarmıştır. "Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz": Lenin’in tezi budur. Ve belirsiz toplumsal belirlenimler tarafından mevcut topluma karşı savaşmaya itilen büyük ya da küçük bir devrimci çekirdek olan parti, teori silahını kavradığı ve onu eylem için bir rehber olarak kullandığı ölçüde var olur.

Sınıf bilincinin partide ve yalnızca partide var olduğunu söylediğimizde, en eski zamanlara kadar uzanan dünya ölçeğindeki proleter mücadelelerden çıkarılan tarihsel derslerden oluşan, şimdiki ve gelecekteki devrimci oluşumların kavramak ve bütünüyle saygı göstermekle yükümlü olduğu eşsiz ve değişmez teorinin anahtarıyla yorumlanan, bu uzun, küresel deneyimi - yalnızca Marksizmin doğru bir şekilde yorumlayabildiği ve Marksist olmayan tüm ideolojiler ve doktrinler için karanlık bir şekilde belirsiz kalan - eylemi aydınlatmak için kullanan bilince atıfta bulunuyoruz.

Çeşitli baskılar ve etkiler nedeniyle, teori, ilkeler ve nihai hedeflerin yanı sıra devrimin amansız yürüyüşünden elde edilen tarihsel deneyimi de içeren bu tarihsel mirasın terk edildiği zamanlar olmuştur. Bu her seferinde resmi parti, yani belirli bir çağın ve belirli bir proleter kuşağın mücadele örgütü kaçınılmaz olarak doğru yolu terk etmiş ve sonunda kendisini sınıf düşmanının yanında bulmuştur. O halde bizim için parti, ancak tarihsel partideki tabanına sadık kalabildiği ölçüde var olur, büyür ve zafere doğru yürür. Eğer bu temel en ufak bir şekilde çizilirse, o zaman biçimsel parti tarihinin çok dolu olduğu tüm ihanetler ve firarlar ile karşı karşıya kalır. Devrimci örgütün, içinden çıktığı tarihsel partinin temel ilkelerine sadık kalması, kültürel ya da didaktik türden etkenlerle garanti altına alınmaz; böyle saçmalıklara göre, birkaç tezi ezbere öğrendiğinizde, tarihsel partinin tüm gerekliliklerini yerine getirmiş olursunuz. Partinin tarihsel mirası, günlük bazda ve kesinlikle sınırlı eylemlerle ilgili olarak bile, biçimsel partinin tüm faaliyetini şekillendirmeli ve ona nüfuz etmelidir. Ve tarihsel deneyimin partinin mevcut faaliyetine sürekli olarak aktarılması, her şeyden önce örgüt tarafından kolektif olarak yapılan bir şeydir, özellikle aydınlanmış veya zeki insanlar tarafından bireysel olarak değil. Mirasımızın kesinlikle temel bir parçası haline gelmesi gereken şey, militan örgütün eylemi, bugün söyledikleri ve yaptıkları ile teorileri, ilkeleri ve geçmiş tarihsel deneyimleri arasındaki bu sıkı bağın varlığı ve tüm parti sorunlarıyla ilgili olarak her zaman nihai hakem olacak olanın bireysel ve hatta kolektif görüşler değil, ikincisi (teori, ilkeler vb.) olduğu fikridir. Partide emirleri kim verir? Biz her zaman, emirleri fiilen, kendisine sarsılmaz bir itaat ve sadakat borçlu olduğumuz tarihsel partinin verdiğini savunduk. Peki tarihsel parti emirlerini hangi aracı ile iletir? Bu bir kişi de olabilir, bir milyon kişi de; örgütün liderliği de olabilir, liderliği, onsuz örgütün varlığının sona ereceği verilere uymaya çağıran taban da olabilir.

Partide - 1967 tarihli bir metinden alıntı yapıyoruz - hiç kimse komuta etmez ve herkes komuta edilir; hiç kimse komuta etmez, çünkü sorunun çözümü tek bir bireyin kafasında aranmaz; ve herkes komuta edilir, çünkü en iyi Merkezler bile tarihsel partinin kesintisiz çizgisinden ayrılan emirler vermemelidir.

Komünizmin ilkelerinin, geleneklerinin ve amaçlarının tabandan merkeze kadar herkes üzerinde diktatörlüğü; merkezin, emirleri bu çizgiye -partinin yaptığı her şeyde belirgin olması gereken bir çizgiye- yanıt verdiği sürece itirazsız itaat edilmesine dair meşru beklentisi; tabanın, kendisine verilen her emir hakkında danışılmamasını, ancak herkesin kabul ettiği tarihsel partinin kişisel olmayan çizgisine uyduğu sürece bu emirlerin yerine getirilmesini beklemesi. Bu nedenle partide liderler ve hiyerarşiler vardır; partinin onsuz yapamayacağı teknik araçlar söz konusudur, çünkü gerçekleştirdiği her eylem üniter ve merkezi olmalı, azami verimlilik ve disiplini hedeflemelidir. Ancak hareket tarzına parti organları tarafından belirli beyinlerden çıkan deha parıltıları temelinde karar verilmez; onlar da her şeyden önce tarih tarafından alınan kararlara boyun eğmek zorundadırlar; bu kararlar ’parti’ organının kolektif ve kişisel olmayan mirası haline gelmiştir.



Alıntılar


24 - Marksizm ve Otorite, 1956

29 - (...) Devrimci komünizmin zorunlu olarak bağlı olduğu genel otorite sorusuna gelince; ekonomik, sosyal ve tarihsel analizde kriterleri bulmaya geri dönüyoruz. Ölülere, dirilere ve henüz doğmamış olanlara oy kullandırmak mümkün değildir. Yine de, sınıfı partisi organının özgün diyalektiğinde, böyle bir teşebbüs, muazzam mücadeleler ve zorluklarla dolu uzun, zorlu bir yol olsa bile, gerçek ve verimli bir olasılık haline gelir.


25 - Genel Durum Tarihsel Olarak Elverişsizken Partinin Organik Faaliyeti Üzerine Düşünceler, 1965

12 - (...) Değişmez doktrinden, işçi sınıfının devrimci zaferinin ancak sınıf partisi ve onun diktatörlüğü tarafından elde edilebileceği sonucunu çıkardığımızda ve ardından Marx’ın yazılarıyla desteklenen, devrim ve komünist parti öncesi proletaryasının burjuva bilimi söz konusu olduğunda bir sınıf olabileceğini, ancak Marx ya da bizim açımızdan bir sınıf olmadığını onaylamaya devam ettiğimizde, çıkarılacak sonuç, zafere ulaşmak için hem tarihsel hem de biçimsel parti olarak tanımlanmaya layık bir partiye sahip olmanın gerekli olacağıdır. Geçmişte pek çok sorunun nedeni olan tarihsel parti ve dolayısıyla içerik (tarihsel, değişmez program) ile proletaryanın mücadeledeki belirleyici bir bölümünün gücü ve fiziksel pratiği olarak hareket eden biçimsel parti arasındaki görünür çelişkiyi aktif tarihsel gerçeklik içinde çözmüş bir parti olmalıdır bu.

13 - (...) Eğer İtalya’da İkinci Enternasyonal’in eski partisinin yıkıntıları arasından doğan kesim, belirli kişiler nedeniyle değil ama tarihsel nedenlerle, tarihsel hareketi bugünkü biçimine kaynak yapma zorunluluğunu hissetmeye özellikle yatkınsa, bunun nedeni yozlaşmış biçimlere karşı yürüttüğü çetin mücadeleler ve bunun sonucunda sızmaları hoş görmeyi reddetmesiydi; Bu sızmalar sadece milliyetçi, parlamenter ve demokratik pozisyonların hakim olduğu güçler tarafından değil, aynı zamanda anarko-sendikalist, küçük burjuva devrimciliğinden etkilenen güçler (İtalya’da maksimalizm) tarafından da denenmiştir. Bu sol akım, özellikle daha katı üyelik koşulları oluşturmak (yeni resmi yapının inşası) için mücadele etti ve bunları İtalya’da tam olarak uyguladı. Fransa Almanya vb. ülkelerde kusurlu sonuçlar alındığında, Enternasyonal’in bütününe yönelik tehlikeyi ilk hisseden o oldu.

Proleter devletin yalnızca bir ülkede kurulduğu, diğerlerinin hiçbirinde iktidarın fethinin başarılamadığı tarihsel durum, dünya örgütünün dümenini Rus şubesinin ellerine bırakma şeklindeki açık organik çözümü son derece sorunlu hale getirdi.

Sol, Rus devletinin davranışlarında, hem iç ekonomi hem de uluslararası ilişkilerle ilgili sapmalar olduğunda, tarihsel partinin, yani dünyadaki tüm devrimci komünistlerin politikaları ile mevcut Rus devletinin çıkarlarını savunan biçimsel partinin politikaları arasında bir tutarsızlık ortaya çıkacağını ilk fark eden oldu.

14. O zamandan bu yana uçurum o kadar derinleşti ki, Rus lider partisine bağımlı olan sözde şubeler, İkinci Enternasyonal’in yozlaşmış partilerinin geleneksel işbirliğinden daha iyi olmayan, burjuvaziyle geçici anlamda kaba bir işbirliği politikasına dahil oldular.

Bu durum, İtalyan solunun Moskova’nın yozlaşmasına karşı mücadelesinden türeyen gruplara, devrimci, tarihsel partiyi ayırt eden özelliklere sadık kalmak için gerçek, aktif (ve dolayısıyla biçimsel) partinin izlemesi gereken yolu daha iyi anlama şansının (hakkının demiyoruz) verildiği bir durum yarattı; en azından potansiyel anlamda 1847’den beri var olan bir parti, pratik açıdan ise kendisini trajik devrimci yenilgiler dizisinin bir katılımcısı olarak kilit tarihsel olaylarda ortaya koymuştur.


26 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

11 - (...) Partilerin evrimi boyunca, resmi partilerin izlediği yol kuşkusuz sürekli U dönüşleri ve iniş çıkışlarla ve aynı zamanda yıkıcı uçurumlarla işaretlenecek ve tarihsel partinin yükselen yolu ile çatışacaktır. Sol Marksistler çabalarını, olumsal partilerin kırık eğrisini tarihsel partinin sürekli ve uyumlu eğrisiyle yeniden hizalamaya yöneltirler (...)

Komünist Sol her zaman, proletaryanın resmi partiler silsilesinin üzücü olumsallıklarına karşı verdiği uzun mücadelenin, yıllar ve yüzyıllar boyunca kesintisiz ve uyumlu bir şekilde devam eden, doğmakta olan proleter doktrinin ilk bildirilerinden, devrimin süpürüp atması gereken mevcut açgözlü toplumun dokusunu ve sinir düğümlerini iyice tanımladığımız ölçüde çok iyi bildiğimiz geleceğin toplumuna giden tarihsel partinin parlak izine bağlanan tutumları onaylayarak yürütüldüğünü düşünmüştür.


Bölüm 2
Partiye Katılmak

Nasıl ki partinin bir beyin insanları, bir havariler ve kahramanlar toplamı olduğunu reddediyorsak, doğru Marksist görüş partiye katılmanın bireyler nezdinde akli bir kavrayış edimi sonucunda partinin tutumlarını anlar anlamaz onları savunmak için çalışmak anlamına da gelmediğini ortaya koyar. Tezimiz yalnızca akli kavrayış ve eylemin birbirinden ayrılamaz olduğu değildir, birey açısından eylemin her zaman anlayış ve bilinçten önce geldiğidir. Partiye katılan bireyler için de durum bu şekildedir. Bizim için öncelikle üretici güçlerin toplumun sınıflara bölünüşünü belirleyen ve insanları kısmi ama asla tam olmayan bir bilinçle bu çelişkiye nazaran konum almaya zorlayan gelişimi söz konusudur. Eğer Marksizm toplumların kendilerine dair sahip oldukları bilinçle tanımlanamayacaklarını, daha ziyade bu toplumların idealize edilmiş ifadelerinin anlaşılması için iktisadi anatomilerinin tahlil edilmesi gerektiğini savunuyorsa, o zaman devrimci bir rol üstlenmiş tarihsel sınıflar için de aynı durum söz konusudur zira tarihsel rollerinin bilinci ister istemez şaşmış ve çarpıtılmıştır. Yalnızca çağdaş proletarya tarihsel ilerlemenin nasıl işlediğinin ve nereye gittiğinin bilimsel bir bilincini kendisi için yaratabilmeyi başarmıştır. Öte yandan ister bireysel ister kolektif olarak her işçi bu bilince sahip değildir ve mücadeleye maddi koşullar tarafından bilinçsizce itilirler. Sınıf partisinin üyesi olan muhtelif bireyler de benzer durumdadır zira maddi ve toplumsal koşullar onları ön saflarda komünizm için mücadele etmeye itmiştir ve aynı faktörler bireylerin mücadeleyi terk etmesini de sağlayabilir.

İki sınıfın kimsenin uzlaştıramayacağı veya ortadan kaldıramayacağı karşıt çıkarlarla birbirine karşı saf tuttuğu tarihsel mücadelenin kökleri mevcut toplumun üretim mekanizmasındadır ki bu da bireylerin hangi saflarda kimler olduğuna veya genel savaş planına bakmadan cephelerden birine koşmasına neden olur. Bireyleri Marx veya Lenin’den tek kelime bile okumamış da olsalar partiye katılmaya ve partiyi teşkil eden net teori ve eylem birlikteliğine iten maddi, toplumsal ve tarihsel koşullardır. Bilinç, partiye katılmadan önce veya katıldıktan sonra, hatta çok uzun bir süre militan olsalar da bireysel şahsın içinde bulunmaz – yaşlı ve gençlerin, eğitimli ve eğitimsizlerin teşkil ettiği, sabit bir doktrin ve gelenek çizgisinde karmaşık ve sürekli bir eylem gerçekleştiren bir organda bulunur.

Sınıf bilincini ‘parti’ denilen bu organ barındırır, zira bu bilinç bireysel değildir ve her eylemini, davranışını, tüm içsel ve dışsal dinamiklerini mevcut doktrinin önceden anlaşılmasına gerek duymadan, bütün halinde kabul edilen program ve taktikler hattında sürdürebilir, bu temelde büyüyüp ve gelişebilir. Paritiye katılmanın mistik bir tarafı olması yalnızca Aydınlanma düşüncesi etkisinde herşeyi kitaplardan öğrenebileceğini zanneden küçük burjuvayı korkutur.

1912’de Genç Sosyalist Federasyonu’nu ‘önce öğrenin, sonra eyleyin’ gibi kötü bir formülle ‘parti okulu’ haline getirmek isteyen kültürcülere karşı çıkmıştık. Demiştik ki gençleri mücadeleye çeken kültürel nedenlerden öte heyecan, içgüdü ve inançtır. Böylesi bir salt materyalizm, öğrenciler öğrenmekle ‘ilgili’ değillerse yani maddi olarak onları öğrenmeye teşvik eden unsurlar mevcut değilse, muktedir eğitim sisteminin bile onlara hiçbir şey öğretemeyeceğini bilen burjuva için bile nettir. Parti içinde fikirler karmaşık kolektif çalışmalara katılarak anlaşılır ve netleştirilir ki bu da üç aşamada yürütülür: teorinin müdafaası ve heykeltraşlığı, kitle mücadelelerine faal katılım ve organizasyon. İdrak ve kavrayış partinin fiili çalışmalarının bir parçası olmadan mümkün değillerdir. Parti, kendi içinde sürekli bir teorik hazırlık, partinin programatik ve taktiksel özelliklerinin yakından incelenmesi ve doktrin ışığında toplumsal arenada gerçekleşenlerin açıklanılması ve sürekli proletaryanın içerisinde kök salıp düşmanlarına karşı savaşma yönünde durmaksızın mücadele edilmesi gibi pratik ve örgütsel faaliyet yürütür. Militan bu karmaşık çalışmaya faal olarak katılıp onunla bütünleşerek öğrenir. Öğrenmenin başka yolu yoktur ve tezimiz her zaman teorik ve pratik faaliyeti ayrı yerlere koymanın yalnızca parti için değil tekil militan için de fazlasıyla tehlikeli olduğu olmuştur. Parti organının devrimci teori ve devrimci gelenekleri bir kuşaktan diğerine nasıl aktarıp aynı teori ve gelenek tarafından aşılmasına izin verişini tarif ettiğimize göre yaklaşımımızın gençlerin parti saflarına gelip olabildiğince hızlı şekilde usta Marksizm hocalarınca beyinleri doktrinlerle doldurulup gerçekten parti militanı olup gerçek kavgalara atılmadan hızlı derslerden geçmeleri şemasıyla taban tabana zıt olduğu anlaşılacaktır. Buna karşın inceleme yapan ve inceleme yaparken savaşan yani faal bir kolektiflik, varlığı muhtelif yanları birbirinden ayrılamaz olan karmaşık ve çeşitli bir faaliyete katılmaya bağlı bir organ öngörüyoruz. Gençler tam da işin bir ucundan tutup mücadeleye iştirak ederek bu karmaşık çalışmaya çekilir, içine girer ve organik olarak içinde rollerini keşfederler. Kimsenin ne katıldıktan önce ne sonra diplomaya da sınavlara girmeye de ihtiyacı yoktur: herkes yaptıkları işle sınanır ve muhtelif görevleri hangi bireylerin yerine getireceği organik olarak belirlenir.

Partiye katılmak için ‘Marksist’ bir eğitim ve doktrinimizin bilgisinden fazlası gereklidir: Lenin’in cesaret, yılmazlık, kahramanlık ve mücadele iradesi olarak nitelendirdiği yetilere ihtiyaç vardır. Bu nitelikleri doğrulayarak sempatizan veya aday ve devrimci ordunun faal bir askeri olan militan ayrımını yaparız fakat sempatizanı asla militana kıyasla daha yeteri kadar bilgi sahibi olmaması üzerinden tanımlamayız. Bu konuda farklı bir yaklaşım bütün Marksist şemayı çökertir zira devrimci hareketlenme dönemlerinde, devrimci parti kısa veya uzun Marksizm dersleri almaya vakti ve ihtiyacı olmayan milyonları örgütlemek durumunda kalır: bu kitle partiye bildiği için değil, “eğitsel nitelik taşıyan en kısa derse bile girmeden, içgüdüsel ve kendiliğinden” hissettiği için katılır. Bu geç katılan kesimi “taban” olarak değerlendirip yalnızca “öğrenme” ve “hazırlanma” şansı olanlar lider olsun demek Marksizme ters olmanın yanı sıra apaçık ahmaklıktır. Kişi kendisini yalnız bir yolla hazırlar: partinin kolektif çalışmasının bir parçası olarak. Bizim açımızdan kişinin parti militanı olmak için doktrin ve programın tümünü bilmesine gerek yoktur: parti militanı “bu kan dondurucu toplumun kendisine yazdığı kaderi kalbinden ve aklından çıkarmayı, unutmayı başarmış; kendisini binlerce yıla rağmen vahşi hayvanlarla koşuşturan kabile insanı ile sosyal insanın şen uyumunda kardeşliği bulmuş geleceğin komünitesinin ferdini birbirine bağlayan çizgide görüp var eden kişidir” (‘Düşünceler…’ Il Programma Comunista, no.2/1965).

Net olan bir şey varsa harekete geçmeden önce her şeyi bilip anlamak gerektiğini düşünenler veya partiyi kadro eğitimi için bir fakülte zannedenler yürekleri ve zihinlerinden hiçbir şeyi söküp atmamışlardır. Hala boyunlarına kadar bu kan dondurucu toplumun en iğrenç masalına, yani bireyin salt kendi sefil aklıyla kültür ve fikirlerin kurnaz idarecileri olan hakim sınıfların belirlediği dışında bilgi edinebileceği veya karar verebileceği yalanına batmış durumdadırlar.

 


Alıntılar


27 - Sol Akımın "Eğitim ve Kültür" Konulu Önergesi, Bologna, 1912

Bu Kongre, kapitalist rejim altında okulun, gençlere mevcut rejime sadakat ve boyun eğme duygusu aşılayan ve temel çelişkilerini görmelerini engelleyen bir eğitim vermeyi amaçlayan egemen sınıfın elinde kendini korumanın güçlü bir silahını temsil ettiğini göz önünde bulundurarak, bu nedenle günümüz kültürünün ve resmi öğretilerin birbirini izleyen tüm aşamalarındaki yapay karakterini vurgulayarak ve okullarda yapılacak bir reforma meslekten olmayan ve demokratik anlamda güvenilmemesi gerektiğine inanarak (...) genç sosyalistlerin dikkatinin daha ziyade sosyalist karakter ve duyarlılığın geliştirilmesine yöneltilmesi gerektiğine inanmaktadır;

Proletaryanın nihai zaferine hazırlık anlamında sınıf mücadelesine adanmış bir eğitimin yalnızca proleter çevre tarafından sağlanabileceğini göz önünde bulundurarak, hareketimizin skolastik tanımını ve sözde teknik işlevi hakkındaki tüm tartışmaları reddederek, şuna inanır: Nasıl ki gençler her proleter sınıf eyleminde devrimci bilinçlerini geliştirebilecekleri en iyi zemini buluyorlarsa, işçi örgütleri de kendilerini faydacı ve korporatist yozlaşmadan kurtarabilecek sosyalist inanca sahip olmak için en genç ve en hevesli unsurlarının aktif katılımından faydalanabilirler;

Kısacası, gençlerin yarı bürokratik normlar ve sistemler tarafından düzenlenen çalışmalardan ziyade eylem yoluyla daha fazla şey öğrendiklerini teyit eder ve sonuç olarak genç sosyalist hareketin tüm üyelerine şu tavsiyelerde bulunur:
     a) Sosyalist eylemin sorunlarını tartışmak için tüzükte öngörülenden çok daha sık bir araya gelmek, gözlemlerinizin ve kişisel okumalarınızın sonuçlarını başkalarına aktarmak ve kendinizi sosyalist çevrenin ahlaki dayanışmasına giderek daha fazla alıştırmak;
     b) Sendikal örgütlerinin yaşamında aktif bir rol almak.


28 - Carlyle Hayaletleri, 1953

3 - (...) Sol tarafından partinin ve gençlik hareketinin ortak mirası olarak kararlılıkla savunulan teorik bilinç, toplumsal koşulların doğal akışı içinde kışkırttığı sosyalist duyguların ve coşkunun dürtüsüyle mücadeleye atılan herkesi felç etmek için bir koşul olarak kullanılmamalıdır. Böylesi bir diyalektik konumu anlamaktan aciz olanlar ve hatta bunu, genç bir ruhun içinde hareket eden itici güçler söz konusu olduğunda, inancı ve ’fanatizmi’ bilim ve felsefenin önüne koymak olarak görenler, tam ve mutlak bir saçmalıktan söz ediyorlar ve bundan kahraman kültünü yeniden canlandırmak ve (...) Marx’ı Carlyle için bırakmak anlaşılıyor!


29 - Marx ve ’İlkel’ Komünizm, 1959

(...) Büyük Marksist Lenin’in Ne Yapmalı’da ustalıkla ortaya koyduğu gibi, komünist militana düşünce ve bilinç yöneliminden önce gerekli olan şey savaşma iradesidir.


30 - Gülmek Kolay, 1959

(...) Belli bir noktada sıradan muhalifimiz (...) bize bunun kendi mistisizmimizi inşa etmekle eşdeğer olduğunu söylediğinde (zavallı, kendisini tüm inançların ve mistisizmlerin üstesinden gelmiş biri olarak konumlandırıyor) ve dini terminoloji iddiasıyla bizimle alay ettiğinde, Musa veya Talmud, İncil veya Kuran, Evanjelik veya kateşistik tabloların önünde secde ettiğimizi söylediğinde, onu bunun bile bizi savunmaya geçmek zorunda hissettirmeyeceğini söyleyerek yanıtlıyoruz, Ve aslında - her çağın ortaya çıkardığı yeni cahillerin canını sıkmanın faydasını bir kenara bırakırsak - hareketimizin, gerçeklikte zafer kazanana kadar (ki bu bizim yöntemimize göre insan bilgisinin sonraki her fethinden önce gelir) hala bir mistisizme ya da dilerseniz bir efsaneye ihtiyaç duyabileceği ifadesinden rahatsız olmak için hiçbir nedenimiz yok.


31 - ’Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı’, Geleceğin Döneklerinin Kınanması, 1961

18 - (...) Disiplinin temeli ilk etapta "proleter öncünün", yani partide toplanan proleter azınlığın sınıf bilincinden gelir; Lenin hemen ardından, diğer birçok yazısında olduğu gibi (Ne Yapmalı?) komünist proleterin partiye rasyonel olarak değil içgüdüsel olarak katıldığına işaret ederek, rasyonel bir dilden ziyade "tutkulu" bir dil kullanarak böyle bir öncünün niteliklerine dikkat çekmeye devam eder. Böyle bir tez daha 1912’de İtalyan sosyalist gençler tarafından (anarşistler gibi her zaman "eğitimci" olan), o zamanki adlarıyla kültürcüler ve anti-kültürcüler arasındaki savaşta savunulmuştu. Bu savaşta anti-kültürcüler, genç devrimcilerden sınav sonuçlarından ziyade inanç ve tutku talep ederek, katı materyalizme ve parti teorisinin titizliğine uyduklarını kanıtladılar. Bir akademide ders vermek yerine militanlık yapan Lenin, "adanmışlık, azim, fedakarlık ve kahramanlık" gibi niteliklerden söz eder. Bizler, onun uzaktaki öğrencileri, yakın zamanda, diyalektik bir kararlılıkla, partiye katılma olgusundan açıkça "mistik" bir olay olarak bahsetmeye cesaret ettik.


32 - Genel Durum Tarihsel Olarak Elverişsizken Partinin Organik Faaliyeti Üzerine Düşünceler, 1965

11 - Diyalektiğimizin reoforları arasında yanıp sönen şiddetli kıvılcımlara göre devrimci ve militan bir komünist yoldaş, bu kan dondurucu toplumun kendisine yazdığı kaderi kalbinden ve aklından çıkarmayı, unutmayı başarmış; kendisini binlerce yıla rağmen vahşi hayvanlarla koşuşturan kabile insanı ile sosyal insanın şen uyumunda kardeşliği bulmuş geleceğin komünitesinin ferdini birbirine bağlayan çizgide görüp var eden kişidir.


Bölüm 3

İnsanların Örgütü Olarak Parti

Parti insanlardan oluşan bir örgüttür: eski ve inkar edilemez bir tanım.

Mücadele örgütü, farklı sosyal geçmişlerden gelen ve farklı bireysel deneyimleri beraberinde getiren, farklı özelliklere ve kapasitelere sahip bireylerden oluşur. Bu insanları bir örgütte neyin bir araya getirdiğini bilmek önemlidir: onları birleştiren şeyin, tarihsel olarak komünist parti organını simgeleyen ve bireysel üyelerin nereden gelirlerse gelsinler böyle kabul ettikleri ve itaat etmeye yönlendirildikleri teori, ilkeler, nihai amaçlar ve eylem çizgisinin toplamına bağlılık olduğu açıktır. Onları birleştiren şey bir savaş pozisyonuna, tarihin önlerine koyduğu ve mutlak inanç borçlu oldukları bir cephe hattına bağlılıklarıdır.

Partiyi oluşturan bireyler bireysel olarak bu tarihsel mirasın bilincinde değildir, daha ziyade içgüdüsel bir şekilde, hatta başka bir yerde de belirttiğimiz gibi mistik bir şekilde ona bağlıdırlar.

Bilinç, kolektif organ tarafından, yalnızca tüm parti üyelerinin ortak faaliyeti anlamında, hem teorik hem de pratik bir faaliyet anlamında değil, aynı zamanda taktik, programatik ve teorik normlar ve belirli bir zamanda ve belirli bir yerde faaliyet gösteren kolektifliğin kendisinde önceden var olan amaçlar temelinde kolektif faaliyetin daha geniş anlamında sahip olunur.

Bu çalışan kolektiflikten istenen tek bir şey vardır: yaptığı her şeyde, geçmişi geleceğe bağlayan kesintisiz hatta sadık kalması, hiçbir şeyi değiştirmemesi, hiçbir şey icat etmemesi, hiçbir şey keşfetmemesi. Kolektifliğin bireysel üyelerinden, örgütün herkes için bağlayıcı olan kuruluş önermelerine sadık kalmasını sağlamak için zihinsel ve fiziksel enerjilerine katkıda bulunmaları istenir. Peki o zaman parti politikasına kim karar veriyor? Parti kolektifliğinin ne söylemesi ve ne yapması beklenir? Buna partinin programını, amaçlarını, ilkelerini ve teorisini faaliyete dönüştürerek karar verilir; toplumsal olayları inceleme, araştırma ve yorumlama ve bunlara aktif olarak müdahale etme faaliyeti. Bu kolektif faaliyetten pratik kararlar ortaya çıkar; partinin üzerinde durduğu tarihsel temellerle hiçbir şekilde çelişmemesi gereken kararlar. Ağın geri kalanına emirler veren dünya merkezidir ve bir kişi ya da bir grup insan tarafından yerine getirilebilecek bir rol olmasına rağmen, merkezin kendisi partinin bir işlevidir, partinin kolektif faaliyetinin ürünüdür ve emirler ondan az ya da çok beyinsel kapasitesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaz, daha ziyade tüm örgütü kapsayan ve tarihsel partiye dayanması gereken bir faaliyet içinde düğüm noktasını oluşturur.

Bizim şemamızda, partinin yönelimi ne onu oluşturan bireylerin toplamı ne de merkez rolünü üstlenen grup tarafından belirlenir; bu grup sadece partinin tarihsel mirasından kaynaklandığı ölçüde tüm militanlar için bağlayıcı olan ve bir bütün olarak örgütün çalışmalarının ve katkılarının sonucu olan kararları ifade eder. Dolayısıyla bizim tezimiz, partinin ne kadar iyi performans gösterdiğinden sorumlu olanların bireyler olmadığı ve partinin dağılması durumunda da bireylerin suçlanamayacağıdır. Meseleyi hiçbir zaman işin doğru bir şekilde yürütülmesini garanti altına almak için "en iyi insanları" bulmak olarak görmeyeceğiz; ne de tezlerimize uygun olarak, partinin hiyerarşik yapısı içinde bireyler arasında hokkabazlık yaparak bir hatayı düzeltmeye çalışacağız. Ayrı ayrı ele alınan bireylere gelince, teorimiz onları bilinçten, erdemden ya da suçlamadan yoksun bırakır ve yalnızca kolektif faaliyetin az ya da çok geçerli araçları olarak görür; aynı şekilde, doğru ya da yanlış olsun, eylemlerini kişisel niyetlerinin meyvesi olarak değil, kişisel olmayan ve anonim belirlenimlerin sonucu olarak görür. Hiyerarşideki çeşitli düzeyler ve parti örgütünü tanımlayan çeşitli roller ve görevler için bireyleri seçen, sağlam geleneğe dayanan kolektif çalışmanın kendisidir. Ancak görevlerin doğru bir şekilde yerine getirileceğinin garantisi, bir bireyin ya da bir grubun beyin gücü ve iradesiyle sağlanamaz: tam tersine, parti çalışmasının bir bütün olarak geliştirilmesinin sonucudur.



Alıntılar


33 – İ.K.P. 2. Kongresinde Taktik Üzerine Tezler (Roma Tezleri), 1922

I, 2 (...) Bu iki bilinç ve irade faktörünü bireyler tarafından elde edilebilecek ya da bireylerden beklenebilecek güçler olarak düşünmek hatalı olacaktır, zira bunlar ancak çok sayıda bireyin faaliyetinin üniter bir kolektif organizma içinde bütünleşmesi yoluyla gerçekleştirilebilir.

III, 16. Tek tek ele alındığında (...) üyelerinin her birinin mükemmel bir eleştirel bilince ve tam bir fedakarlık ruhuna sahip olması gerekliliğine dayanan herhangi bir parti organizması anlayışı tamamen hatalı olacaktır.


34 - Komünist Örgütlenme ve Disiplin, 1924

(...) Merkezi hiyerarşilerden kaynaklanan emirler başlangıç noktası değil, bir kolektif olarak anlaşılan hareketin işleyişinin sonucudur. Bu, aptalca demokratik ya da yasalcı bir şekilde değil, gerçekçi ve tarihsel bir anlamda anlaşılmalıdır. Bunu söylemekle, komünist kitlelerin, liderlerin takip etmesi gereken politikaları tasarlama "hakkını" savunmuyoruz: bir sınıf partisinin oluşumunun kendisini bu terimlerle sunduğunu ve sorunun incelenmesinin bu öncüllere dayanması gerektiğini belirtiyoruz. Bu konuya ilişkin bir dizi sonucun taslağını geçici olarak bu şekilde çiziyoruz.

"Her ne olursa olsun" yukarıdan gelen emir ve yönetmeliklerin uygulanmasını güvenilir bir şekilde garanti edebilecek mekanik bir disiplin yoktur; ancak hareketin gerçek kökenlerine yanıt veren ve azami disiplini, yani tüm organizmanın birleşik eylemini garanti edebilecek bir emir ve yönetmelikler kümesi vardır; buna karşın merkezden yayınlandığı takdirde hem disiplini hem de örgütsel sağlamlığı tehlikeye atabilecek başka direktifler de vardır.

Bu nedenle mesele, önde gelen organların görev sınırlarını belirlemektir. Ama bunu kimin yapması gerekiyor? Bunu tüm parti, yani tüm örgüt yapmalıdır ve bunu, seçilmiş liderlere verilecek "yetki" ve bunun ne kadar kısıtlı olacağı konusunda danışılma hakkı gibi basmakalıp ve parlamenter bir anlamda değil, hareketin geleneklerini, hazırlığını ve düşünce ve eylemindeki gerçek sürekliliği dikkate alan diyalektik bir anlamda yapmalıdır.


35 - Lenin Devrim Yolunda, 1924

Liderin rolü:

(...) Bireylerin gelişim biçimleri ve üstlendikleri roller, genel çevresel koşullar ve toplum tarafından belirlenir. Bir insanın beyninde işlenen her şey, diğer insanlarla ilişkiler sırasında önceden hazırlanmıştır ve entelektüel anlamda da dahil olmak üzere diğer insanların varlığına bağlıdır. Bazı ayrıcalıklı ve pratik beyinler, daha iyi inşa edilmiş ve mükemmelleştirilmiş mekanizmalar oldukları için, kolektif yaşam tarafından desteklenmedikleri takdirde var olmayacak bir bilgi ve deneyim zenginliğini daha iyi tercüme eder, ifade eder ve detaylandırır.

Liderin beyni, sınıfla ve partiyle olan bağlarının bir sonucu olarak işleyen maddi bir araçtır. Liderin teorisyen sıfatıyla dikte ettiği formülasyonlar ve pratik lider olarak öngördüğü normlar kendi yaratımları değil, maddi bileşenleri, muazzam deneyimin ürünleri sınıfa-partiye ait olan bir bilgiye dayanan açıklamalar, kesin şartnamelerdir. Bu verilerin tümü lidere mekanik bir bilgelik biçiminde sunulmaz ve bu da kehanet olarak kabul edilen ancak bazı bireylerin kitleyi aştığına dair kanıt sunmak bir yana, liderin kolektif düşüncenin ve ortak eylemin motor gücü değil, işletim aracı olduğu varsayımımızın doğruluğunu gösteren bazı sezgi olguları için gerçekçi bir açıklama sağlar (...)

Sınıfın gerçekten bu şekilde işlemesini ve bu şekilde yaşamasını sağlayan bir parti şeklindeki örgütlenme, çeşitli "beyinlerin" (elbette sadece beyinler değil, diğer organlar da) yetenek ve kapasitelerine göre farklı görevleri yerine getirdiği, hepsinin de onları "zaman ve mekanda" (aşkın bir şekilde değil, ampirik olarak kullanılan bir ifade) giderek daha yakın bir şekilde birleştiren ortak bir amaç ve çıkara hizmet ettiği üniter bir mekanizma olarak görülebilir. Bu nedenle, örgütteki her birey aynı pozisyonda ya da aynı seviyede değildir. Bu görev dağılımının rasyonel bir plana göre kademeli olarak uygulamaya konulması (ve bugünün sınıf partisi için geçerli olan yarının toplumu için de geçerli olacaktır), daha yüksekte olanların diğerleri üzerinde ayrıcalıklara sahip olmasını tamamen dışlar. Devrimci evrimimiz parçalanmaya doğru değil, bireyler arasında her zamankinden daha bilimsel bir karşılıklı bağlantıya doğru ilerlemektedir.

Materyalist olduğu ölçüde bireycilik karşıtıdır. Ruha ya da bireylerin metafizik ya da aşkın bir içeriğe sahip olduğuna inanmaz, daha ziyade bireye rolüne göre kolektif çerçeve içerisinde bir yer tahsis eder ve teknik rasyonalite ile değiştirdiği zorlamanın ortadan kaldırılmasına doğru her zamankinden daha fazla eğilim gösteren bir hiyerarşi yaratır. Parti zaten zorlama içermeyen bir kolektif örneğidir (...)

Sorun bize kendisini hukuki bir mesele olarak değil, anayasa hukuku ya da daha kötüsü doğal hukuk felsefeleri tarafından uzlaşılamayan teknik bir sorun olarak sunmaktadır. İlke olarak, tüzüklerimizde ’Lider’ ya da ’liderler komitesi’ ifadelerinin yer alması için hiçbir neden yoktur. Aslında seçim sorununa Marksist bir çözüm bu öncüllere dayanmaktadır: seçimler her şeyden çok hareketin dinamik tarihi tarafından yapılır, istişari seçimlerin sıkıcı rutini tarafından değil. Örgütsel kurallarımıza ’lider’ kelimesini dahil etmemeyi tercih ediyoruz çünkü Marx ya da Lenin kalibresindeki bireyler her zaman aramızda olmayacaktır. Sonuç olarak: eğer istisnai bir kişi, istisnai bir ’enstrüman’ ortaya çıkarsa, hareket ondan faydalanacaktır. Ancak hareket, böyle seçkin şahsiyetler olmadığında bile yaşamaya devam eder. Bizim lider teorimiz, teologların ve resmi politikacıların rahiplere, krallara, ’ilk vatandaşlara’, diktatörlere ve Düklere olan ihtiyacı göstermek için kullandıkları saçmalıklardan çok farklıdır; hepsi de tarihi kendilerinin yaptığına inandırılmış sefil kuklalardır.

Dahası: kolektiften enerji çekerken, onu geliştirirken, dönüştürürken ve sonra geri verirken liderin şahsında tezahür ettiğini gördüğümüz, bir kolektifliğe ait malzemenin detaylandırılması süreci, bu nedenle onun vefatıyla çemberden çıkarılamaz. Lenin’in ölümü kesinlikle onun rolünün sona erdiği anlamına gelmez, zira özellikle de gösterdiğimiz gibi, hazırladığı materyalin sınıf ve parti için hayati bir besin kaynağı olmaya devam edeceği kesindir.


36 - İ.K.P. 3. Kongresinde Solun Tezleri (Lyon Tezleri), 1926

I, 3 - (...) Aksine, tüm faaliyet alanlarında iradi olanakların ve inisiyatifin tam anlamıyla toplandığı organ siyasi partidir. Ama herhangi bir parti değil, proleter sınıfın partisi, komünist parti, sanki kopmaz bir halatla gelecekteki nihai hedeflere bağlıdır. Partinin irade gücünün yanı sıra bilinci ve teorik bilgisi de son derece kolektif işlevlerdir. Marksizm, partideki liderlerin, gerçekleri kavrama ve açıklama, eylemi yönetme ve irade etme kapasitesini en iyi şekilde ortaya koyan araçlar ve operatörler olarak görüldükleri için bu göreve getirildiklerini ve bu kapasitelerin yine de kolektif organın varlığı ve karakterinden kaynaklandığını açıklar. Bu düşüncelerden hareketle, belirttiğimiz gibi, Marksist parti ve faaliyet anlayışı, doğrudan müdahalenin mümkün olmadığı olguların pasif izleyicileri olarak kalmamızı sağlayacak kadercilikten kaçınır. Aynı şekilde, bireylerle ilgili olarak, teorik hazırlık, irade gücü ve fedakarlık ruhu niteliklerinin - kısacası, özel bir ahlaki figür ve gerekli bir "saflık" düzeyinin - istisnasız her bir parti militanı için gerekli standartları belirlediği, onu işçi sınıfını oluşturan diğer unsurlardan farklı ve üstün bir elite indirgeyen her türlü iradeci anlayışı reddeder.


37 - Altıncı Komintern YK Plenumunda Sol Temsilcisinin Konuşması, 1926

(...) Bu aynı zamanda Troçki yoldaşın 1917 önsözünde, yenilgimizin nedenlerini analiz ederken ortaya attığı liderler sorunuyla da ilgilidir ve vardığı sonuçlara tamamen katılıyorum. Troçki liderlerden söz ederken, sanki Tanrı’nın bu amaç için insanları görevlendirmesi gerekiyormuş gibi konuşmuyor. Aksine, soruna oldukça farklı yaklaşıyor. Liderler bile parti faaliyetinin, parti çalışma yöntemlerinin bir sonucudur ve partinin aşılayabildiği güvenin bir ürünüdür. Eğer parti, değişken ve çoğu zaman elverişsiz koşullara rağmen devrimci çizgiyi izler ve oportünist sapmayla mücadele ederse, o zaman liderlerin seçimi, komuta kademesinin oluşturulması iyi gidecektir; ve son mücadele sırasında, her zaman bir Lenin olmasa da, en azından derli toplu ve cesur bir liderliğe sahip olacağız - ki bugün örgütlerimizin içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında, bunu beklemek için çok az nedenimiz var.


38 - Sınıf Mücadelesinde Güç, Şiddet ve Diktatörlük, 1948

V (...) Teorik bilince sahip olma görevi, misyonu insanlığa yardım etmek olan üstün bireylerden oluşan bir gruba da düşmez. Bunun yerine bir organizmaya, kitle içinde farklılaşmış, tek tek unsurları dokuyu oluşturan hücreler gibi kullanan ve onları yalnızca bu ilişkiler kompleksi tarafından mümkün kılınan bir işleve yükselten bir mekanizmaya düşer. Bu organizma, bu sistem, her biri kendi işlevine sahip bu unsurlar kompleksi (son derece karmaşık dokular, ağlar, damarlar vb. sistemleriyle hayvan organizmasına benzer), bir şekilde sınıfı kendisinden önce tanımlayan ve ona kendi tarihini yapma kapasitesi veren sınıf organizmasıdır, partidir.


39 - Marksist Doktrinde Praksisin Tersine Çevrilmesi (Roma Toplantısı), 1951

10 (...) Partide, aşağıdan partiye akan tüm bireysel ve sınıfsal etkilerin katkısı, eleştirel ve teorik bir görüşün ve bireysel proleterlere ve militanlara durumların ve tarihsel süreçlerin bir açıklamasını ve eylemler ve mücadeleler hakkında doğru kararlar alma yeteneğini aşılamayı mümkün kılan bir eylem iradesinin oluşturulmasının araçları olarak şekillenir.

11 - Dolayısıyla, determinizm bireyin eylemden önce irade ve bilince ulaşma olasılığını reddederken, praksisin tersine çevrilmesi buna parti içinde ve yalnızca parti içinde, genel bir tarihsel ayrıntılandırmanın sonucu olarak izin verir. Bununla birlikte, irade ve bilinç partiye atfedilebilse de, partinin bir grubun tek tek üyelerinin bilinç ve iradelerinin bir araya gelmesiyle oluşması söz konusu değildir; ve böyle bir grubun, bir bütün olarak sınıf üzerinde ağır basan belirleyici fiziksel, ekonomik ve sosyal faktörlerden bağımsız olduğu da düşünülemez.

12 - Devrim için devrimci bir liderlik dışında tüm koşulların mevcut olduğunu iddia eden sözde analiz bu nedenle anlamsızdır. Bir önderlik organının vazgeçilmez olduğunu söylemek doğrudur, ancak bunun ortaya çıkması mücadelenin genel koşullarına bağlıdır ve asla bir liderin ya da öncünün zekasına ya da cesaretine bağlı değildir.


40 - Partinin Karakteristik Tezleri (Floransa Tezleri), 1951

II. 5 (...) Parti bireysel bilinç temelinde oluşmaz: her proleterin bilinçlenmesi ve sınıf doktrinine kültürel bir şekilde hakim olması mümkün olmadığı gibi, bu her bir militan için, hatta Parti liderleri için bile mümkün değildir. Bilinç, yalnızca Partinin organik birliğinden oluşur.

Bu nedenle, parti çerçevesiyle bağlantılı olmadığında bireysel eylemlere ve hatta kitlesel eylemlere dayanan kavramları reddettiğimiz gibi, partiyi aydınlanmış bilginler ya da bilinçli bireylerden oluşan bir grup olarak gören her türlü anlayışı da reddetmeliyiz. Aksine, Parti, işçi sınıfı içindeki işlevi devrimci görevi tüm yönleriyle ve tüm karmaşık aşamalarıyla yerine getirmek olan organik dokudur.


41 - Köpeklerin Bacakları, 1952

(...) Açıkça ifade etmek gerekirse, bizim tutumumuz şudur: yeni olgular bizi eski tutumları düzeltmeye, onları tamamlamaya ya da düzeltmeye yöneltmez. Bugün özgün Marksist metinleri 1921’de ve hatta ondan önce yaptığımız gibi yorumluyoruz; ve daha sonraki olguları da aynı şekilde yorumluyoruz; örgütlenme ve eylem yöntemlerine ilişkin eski öneriler geçerliliğini korumaktadır.

Bu çalışma ne bireylere ne komitelere, ne de hele hele bürolara emanet edilmiştir. Zamanlama ve nitelik açısından, nesillerin doğumu ve ölümünün çok ötesine geçerek, bir asırdan fazla bir süredir devam eden tek bir faaliyetin parçasıdır. Kimsenin özgeçmişinde yer almaz, hatta sonuçları tutarlı bir şekilde detaylandırmak ve üzerinde düşünmek için son derece uzun bir zaman harcayanların bile özgeçmişinde yer almaz. Kilit metinlerin detaylandırılması ve bizi çevreleyen tarihsel sürecin yorumlanmasına yönelik bu çalışmalarda hareket, kişisel, geçici ve olumsal inisiyatiflerin alınmasını yasaklar ve yasaklamak zorundadır.

Kalemi, hokkası ve bir saat kadar boş vakti olan yardımsever bir adamın sıfırdan metinler yazmaya başlaması ya da ’Sirenik’, uzun süredir acı çeken "tabanın" bir genelge ya da ister kamuya açık ister gizli olsun, geçici bir akademik toplantı tarafından bunu yapmaya teşvik edilmesi fikri çocukçadır. Bu tür çabaların sonuçları daha en başından elenmelidir edilmelidir; özellikle de bu tür bir dikte dizisi, tarihe insan müdahalesinin etkisine kafayı takmış olanların eseri olduğunda. Müdahale eden genel olarak insanlar mı, belirli insanlar mı, yoksa adı büyük İ harfi ile yazılmış bir İnsan mı? Bu eski bir sorudur. Tarihi insanlar yapar, sadece nasıl ve neden yaptıklarına dair çok az fikirleri vardır. Kural olarak, insan eyleminin tüm ’hayranları’ ve kaderci otomatizm olduğunu iddia ettikleri şeyle alay edenler, genellikle kendi küçük bedenlerinin o önceden belirlenmiş İnsanı içerdiği fikrini özel olarak besleyen insanlardır. Ve onlar hiçbir şeyi anlamayan ve anlayamayanların ta kendileridir: kütükler gibi uyusalar da, sahip olunan insanlar gibi koşuşturmak gibi asil hayallerini gerçekleştirseler de, tarihin bundan zerre kadar etkilenmeyeceğini göremezler.

Buz gibi bir alaycılıkla ve kendi önemlerine az ya da çok ikna olmuş bu süper aktivist örneklerin hiçbirine en ufak bir acıma duymadan, onlar ve tüm yenilikçiler ve müstakbel dümenciler topluluğu için tekrarlıyoruz: "Uyumaya devam edin!" Çalar saat bile kuramazsınız.

Tezleri bir düzene sokma ve dört bir yana savrulan köpek bacaklarını düzeltme görevi - ki bu görev her zaman en beklenmedik anda ortaya çıkar - kısa bir konuşmadan ya da küçük bir kongrede geçirilecek bir saatten çok daha fazlasını gerektirir. Deliklerin kapatılması gereken tüm yerlerin bir endeksini derlemek kolay değildir; bu iş, "tarihe geçmek" için doğmuş ve tarzları yama yapmak yerine tamamen yok etmek olan kişiler tarafından açıkça şerefsizce görülmektedir. Yine de, mükemmel olmayacağı ve tekrarlar ve ters çevirmeler içereceği açık olsa da, küçük bir dizinin yararlı olabileceğini düşünüyoruz. Doğru tezler ile hatalı tezleri karşılaştıracağız: ancak bu sonunculara anti-tez demeyeceğiz çünkü böyle bir terim iki farklı tezi yan yana ve karşıtlık içinde gösteren antitez ile kolayca karıştırılabilir. Biz karşı tezler terimini kullanmayı tercih ediyoruz.

Ayrıca, sadece açıklık sağlamak amacıyla, belirtmek istediğimiz hususları açıkça birbirine bağlı üç bölüme ayıracağız: Tarih, Ekonomi ve (tırmak içinde) Felsefe (...)

Bu sentetik ana hatların daha fazla açıklanması, çok sayıda parti yazısında ve konferans ve toplantı raporlarında dağınık bir şekilde yer almaktadır.

Tehlikeli doğaçlamalara son vermek, herhangi bir kişinin tekelinde ya da münhasır hakkı olarak görülmesi gereken bir görev değildir.

Argümanların sunumunda hala geliştirilecek yönler var; açıklama daha net ve daha etkili hale getirilebilir. Haftada yedi saat çalışarak yedi yıl daha çalıştıktan sonra belki biraz daha gelişecektir.

Eğer o zaman da küçük gruplar ortaya çıkarsa, (soğuk Zinovyev’in bir zamanlar söylediğini hatırladığımız gibi) beş yüz yılda bir ortaya çıkan insanların geldiğini söylemek uygun olacaktır; ve o Lenin’e atıfta bulunuyordu.

Onların mumyalanmasını bekleyeceğiz. Böyle bir onuru hak ettiğimizi düşünmüyoruz.


42 - Önce Siyaset, 1952

(...) Kişisel olmayan bir varlık olarak görülen partinin ilkelerine, tezlerine ve eylem normlarına saygı yerini bir isme körü körüne inanca bıraktığında; kitlelerin ve hatta militanların ustaca desteği, gizli ya da başka türlü bir hırs sergilemenin yanı sıra belirli bir zeka, kültür ve belagatle donatılmış belirli bir bireyin etkisini sağladığında; yetenek ya da cesaret (her ne kadar bu yetenekler yüz üzerinden doksan dokuz kez tamamen sahte olsa da) ancak o zaman o olağanüstü altüst oluşların, tüm partilerin ve büyük parti hiziplerinin doktriner, geleneksel çizgilerini kırdıklarını ve devrimci sınıfın savaş cephesini terk etmesini, hatta bazen taraf değiştirmesini sağladıklarını gördüğümüz o inanılmaz yön değişikliklerinin gerçekleşmesi tarihsel olarak mümkün hale gelir.

İnanılmaz bir şekilde, birçok militan ve proleter kitlesi bu şaşırtıcı kalıplaşmış ve kuralcı değişiklikleri kabul etmiş ve kandırılmadıklarında da yıkıcı bir kararsızlığa saplanmışlardır. Örneğin, Mussolini’nin İtalyan Sosyalist Partisi’ni savaş histerisinin içine çekme girişimi başarısız oldu, ancak Ekim 1914’te Milano’daki sosyalist kesim onu oybirliğiyle ihraç ettiğinde, veda atışında şöyle haykırma cesaretini gösterdi: benden nefret ediyorsunuz çünkü beni seviyorsunuz!

Dolayısıyla, uzun ve trajik deneyimlerimiz bize şunu öğretmiş olmalıdır: parti çalışmalarında herkesin özel beceri ve yeteneklerinden yararlanmak gerekirken, ’kimseyi sevmek gerekmez’; hatta hayatının her yılının on iki ayının on birini hapishanede geçirmiş olsa bile herkesi dıştalamaya hazır olmalıyız. Önemli dönüm noktalarında, izlenecek hareket tarzına ilişkin kararlar, öğretmenlerin, liderlerin veya yöneticilerin kişisel ’otoritesine’ dayanmadan ve hareketimizin önceden belirlediği ilke ve davranış kuralları temelinde alınmalıdır. Çok zor bir kavram olduğunu biliyoruz, ancak bu olmadan güçlü bir hareketin nasıl yeniden ortaya çıkacağını göremiyoruz.

Yapılan işlerin yüceltilmesi, kitlelerin şu ya da bu sözde kaptanının şanlı eylemleri, konuşmalarını ve tutumlarını takip eden okyanus dalgalanmaları her zaman hareketin ilkelerinin en şaşırtıcı manipülasyonlarına yol açmıştır. Sayısız kez hem takipçiler hem de liderler mücadelenin dramatik dışsallıklarına kendilerini o kadar kaptırmışlardır ki, eksikliğinde partinin, dolayısıyla da devrimin yükselişinin ve zaferinin olamayacağı teori ve davranış ’tablolarını’ görmezden gelmiş, unutmuş ya da belki de hiç anlamamışlardır. Dolayısıyla, lider bu tabloları ’yeniden yorumlayarak’ hem kendini hem de diğerlerini kandırdığında, kafa karışıklığı ve yönelim bozukluğu neredeyse kaçınılmaz olarak ortaya çıkar.


43 - Tarihte Battiloçyo, 1953

(...) Bu eğilime hemen şimdi bir son verelim ve pratik olarak mümkün olduğu ölçüde, insanları değil ama filanca İsimli, filanca özgeçmişli İnsanı ortadan kaldıralım (...)

Kurnaz yoldaşların bulacağı kolay cevabı biliyorum. Lenin. Pekala, 1917’den sonra devrimci mücadeleye pek çok militan kazandığımız tartışılmaz çünkü onlar Lenin’in nasıl savaşılacağını ve devrimin nasıl kazanılacağını bildiğine ikna olmuşlardı. Geldiler, savaştılar ve daha sonra programımıza dair kavrayışlarını derinleştirdiler. Bu sayede, başka türlü uykuda kalabilecek proleterler ve tüm kitleler uyandı. Bunu kabul ediyorum. Ama daha sonra? Aynı isim proletaryanın topyekun oportünist yozlaşmasını desteklemek için kullanıldı: sınıf öncüsü, bu ismi çok az kişinin duyduğu 1917 öncesinden çok daha zayıf olduğu bir duruma düşürüldü.

Bu nedenle, Lenin tarafından oluşturulan tezlerde ve direktiflerde kolektif proleter doktrinin, siyasi sınıf gerçekliğinin en iyi şekilde özetlendiğini, ancak bu ismin bir borç bakiyesi sunduğunu söylüyorum. Belli ki çok ileri gidilmiştir. Lenin’in kendisi de kişisel öneminin şişirilmesinden gırtlağına kadar bıkmıştı. Kendilerinin tarihsel olarak vazgeçilmez olduğuna inananlar sadece önemsiz küçük insanlardır. Bu tür saçmalıkları duyduğunda içtenlikle gülerdi. Takip edilir, sevilir ve yanlış anlaşılırdı.

Bu birkaç kelimeyle size sorun hakkında bir fikir verebildim mi? Doğru teori ve pratiğe sahip, ancak isimlere duyulan düşkünlüğü istismar etmeye gerek duymayan güçlü bir sınıf hareketinin ortaya çıkacağı bir zaman mutlaka gelecektir. Ben bunun olacağına inanıyorum. Her kim buna inanmıyorsa, yeni Marksist tarih vizyonuna güvenmiyordur ya da daha da kötüsü, ezilenlerin düşmana satılmış bir lideri olmalıdır.

(...) Kuşkusuz burjuva devriminin bir sembolü ve adı olmalıdır, her ne kadar son kertede o da anonim güçlerden ve maddi ilişkilerden oluşsa da. Bu, anonimliğinin farkında olmayan son devrimdir: bu nedenle onu romantik bir devrim olarak düşünüyoruz.

Bizim devrimimiz, çoğunlukla korkak ve kafası karışık olan bireylere boyun eğmece bittiğinde ve kendi sınıf gücünün aracı olarak tüm doktrinsel, örgütsel ve militan özelliklerini bir araya getirmiş bir partiye sahip olduğunda ortaya çıkacaktır; içinde isimlerin ve bireysel liyakatin hiçbir önemi olmayan bir parti; herkesi birleşik ve keskin bir şekilde tanımlanmış bütününde birleştirmek için bireyin bilinç, irade, inisiyatif, liyakat veya suçlama sahibi olduğunu reddeden bir parti.


44 - Praksisin Çığlığı, 1953

19 - (...) Faaliyet işçilere bağlıdır; bilinç ise yalnızca onların partisinde vardır. Faaliyet, praksis, doğrudan ve kendiliğindendir; bilinç ise gecikmeli ve yansımalıdır; sadece partide beklenir ve ancak parti var olduğunda ve faaliyete geçtiğinde sınıf soğuk istatistiksel anlamda var olmaktan çıkar ve ’yıkım çağı’nda aktif bir güç haline gelir, düşman bir dünyaya bilinen ve arzulanan bir sona yönelik eylemlerle saldırır; takipçileri ya da liderleri, askerleri ya da generalleri olsun, bireyler tarafından değil, kişisel olmayan parti kolektifi tarafından bilinir ve arzulanır; uzak ülkeleri ve birbirini izleyen nesilleri kapsayan ve bu nedenle tek bir kafanın değil, metinlerin içine toplanmış bir miras olan bir kolektif - çünkü askerlerin ve özellikle de generallerin ’eleme sürecini’ yürütmek için daha iyi bir teknik araç elimizde mevcut değil; oysa emir verenler ile onları takip edenler arasında var olan içsel bir çatışma fikri - Alplerin ötesinden gelen son yavan laf kalabalığı - gerçekten çok banal.

Rus partisinin sağ kanadı, parti üyelerinin işçilerin partiye bağlı meslek ya da fabrika gruplarından seçilmesini istemektedir (Ruslar sendikalara ’meslek birlikleri’ derlerdi). Ancak Lenin, partinin her şeyden önce profesyonel devrimcilerden oluşan bir örgüt olduğunun tarihsel ifadesini polemikçi bir anlayışla oluşturmuştur. İkincisine sorulmaz: işçi misiniz? Mesleğiniz nedir? Tamirci misiniz, kalaycı mısınız, marangoz musunuz? Öğrenciler kadar fabrika işçileri, hatta soyluların oğulları olmaları da muhtemeldir; cevap vereceklerdir: Ben bir devrimciyim, mesleğim bu. Sadece Stalinist alçaklık bu devrimci ifadeyi kariyer anlamında, parti bordrosunda olmak anlamında olarak yorumlayabilir. Böylesine yararsız bir formülasyon, aygıt çalışanlarının işçiler arasından mı yoksa diğer sınıflardan mı seçilmesi gerektiği sorusunu hala yanıtsız bırakmaktadır. Ama zaten bununla gerçekten bir ilgisi yoktur.


45 - Köylülüğün ’Irksal’ Baskısı; Renkli Halkların Sınıfsal Baskısı, 1953

Ne teoride özgürlük ne de taktikte özgürlük. Solun bu kilit kavramı net bir şekilde anlaşılmalıdır.

Partinin asli, organik birliği - Stalinistlerin biçimsel, hiyerarşik birliğine taban tabana zıt - doktrinin, programın ve sözde taktiklerin bir gereği olarak anlaşılmalıdır. Eğer taktikten eylem araçlarını anlıyorsak, bunlar ancak geçmiş tarihin verileri temelinde nihai, bütünlüklü programatik taleplerimize karar vermemize yol açan aynı türden bir araştırmaya girişerek kararlaştırılabilir.

Araçlar, programatik hedeflerde ve bunlara ulaşmak için izlenecek yolda karşılık gelen bir değişiklik olmaksızın, daha sonraki bir zamanda ya da daha da kötüsü farklı gruplar tarafından değiştirilemez ya da gelişigüzel dağıtılamaz.

Araçların içsel niteliklerine, yani iyi ya da kötü, nazik ya da sert, hafif ya da şiddetli olmalarına göre seçilmediği açıktır. Bununla birlikte, basitçe ’o anda doğru görünen her şeye’ bağlı kalmak yerine, uygulanabilir olması muhtemel taktikler dizisi hakkında kabaca bir tahmin yapabilmek, kolektif parti cephaneliğinde önemli bir araçtır. Bu, Solun eski bir savaş atıdır. Ayrıca, ’taban’ olarak adlandırılan kesimin, merkez tarafından işaret edilen eylemleri ancak merkezin daha az tahmin edilmemiş bir dizi olasılığa karşılık gelen önceden tahmin edilmiş potansiyel hamlelerden oluşan bir ’kısa liste’ ile sınırlandırıldığı ölçüde gerçekleştirebileceğine dair örgütsel formül de burada yatmaktadır. Bu diyalektik bağlantıyı kurmak, kesinlikle anlamsız olduğunu defalarca gösterdiğimiz bir egzersiz olan iç istişari demokrasiyi uygulayarak ulaşılabilecek önemsiz seviyenin üzerine çıkmamızı sağlayan tek şeydir. Gerçekten de en tepeden en aşağıya kadar kurum içinde gerçekleşen tuhaf, dolambaçlı güç oyunlarında ve darbe tiyatrolarında kendilerini sergilemeye hazır olanlar, kurum içi demokrasiyi savunanlardır.


46 - Ölülerle Diyalog, 1956

74 - (...) Marksizm -ve burada kısa bir tarihsel-felsefi incelemeye girişmemiz gerekiyor- ne büyük bir bireyi ne de herhangi bir kolektif bireyler sistemini tarihsel kararın öznesi olarak görür. Çünkü Marksizm, tarihsel ilişkileri ve olayların nedenlerini, şeylerin insanlarla olan ilişkilerinden çıkarır; öyle ki ortaya çıkan sonuçlar, belirli bireysel niteliklere bakılmaksızın her birey için ortaktır.

Marksizm ’toplumsal sorunu’ çözerken, somut tarihsel gidişatın öncülü olarak herhangi bir ’anayasal’ ya da ’hukuksal’ formülasyonu reddettiğinden, kötü bir şekilde çerçevelenmiş şu soruyla karşılaştığında bir seçim yapmayı reddeder: her şeye bir kişi mi, bir kişiler topluluğu mu, bir bütün olarak parti mi, yoksa bir bütün olarak sınıf mı karar vermelidir? Her şeyden önce kimse karar vermez, daha ziyade büyük insan grupları için ortak olan ekonomik-üretim ilişkileri ’alanı’ karar verir. Mesele tarihi belli bir yola zorlamak değil, onu deşifre etmek, içinde var olan akımları keşfetmektir ve bu akımların dinamik hareketine katılmanın yegane yolu, onlara ilişkin belli bir düzeyde bilimsel bilgi edinmektir ki bunun ne ölçüde mümkün olduğu tarihsel evreye göre büyük farklılıklar gösterir.

Peki, tarihi en iyi kim deşifre edebilir? Kim onu bilimsel olarak açıklayabilir ve ne yapmamız gerektiğini görebilir? Bu değişir. Tek bir birey bir komiteden, partiden ya da sınıftan daha iyi olabilir. ’Tüm işçilere’ danışmak bizi aptalca ’kelle sayımlarıyla’ tüm vatandaşlara danışmaktan daha ileri götürmez. Marksizm, çoğu durumda kararların karşı-devrimci ve oportünist olacağını bildiği için işçiciliğe karşı mücadele eder (...) Partiye gelince, doktrinel ’köşe taşlarını’ ilke olarak reddedenleri eledikten sonra bile, tarihsel mekanizması hala ’taban her zaman haklıdır’a indirgenemez. Parti gerçek bir tarihsel birimdir, bir insan-mikrop kolonisi değildir. Komünist Sol her zaman Lenin’e atfedilen ’demokratik merkeziyetçilik’ formülünün organik merkeziyetçilikle değiştirilmesini önermiştir. Son olarak, komitelerle ilgili olarak, sayısız tarihsel örnek ’meslektaş’ ya da ortak liderliklerin yararsızlığını göstermiştir: Nisan 1917 ve Ekim 1917’de Lenin ile parti ve Lenin ile merkez komite arasındaki ilişkileri hatırlamak yeterlidir.

Tarihin güç alanındaki devrimci etkilerin, verili toplumsal ve üretim ilişkileri bağlamında en iyi tespitçisi kitle, kalabalık, bir komite ya da tek bir birey olabilir. Ancak ayırt edici unsur başka bir yerde yatmaktadır.

75 - (...) Merkez Komiteleri Lenin’den alıntı yaparken, bunun çok ötesine geçen muhteşem bir sentetik pasajı fark etmediler (...)

"İşçi sınıfının (...) dünya çapındaki mücadelesinde (...) otoriteye ihtiyacı vardır (...) tıpkı genç işçinin baskı ve sömürüye karşı savaşan deneyimli savaşçıların, birçok grev örgütlemiş, birçok devrime katılmış, devrimci gelenekleri bilen ve geniş bir siyasi bakış açısına sahip olanların deneyimine ihtiyacı olduğu gibi. Her ülkenin proleterlerinin, proletaryanın dünya çapındaki mücadelesinin otoritesine ihtiyacı vardır (...) Her ülkede mücadeleye hemen katılan ilerici sınıf bilinçli işçilerin kolektif bedeni, bu tür tüm sorunlarda her zaman en yüksek otorite olarak kalacaktır".

Bu pasajın merkezinde, zaman ve mekan kavramları, yani tarihsel mücadele geleneği ve bu geleneğin içinde işlediği uluslararası alan yatmaktadır. Geleneğimize geleceği, yarının mücadelelerinin programını da dahil edelim.

Her kıtadan bir araya gelen ve zamanla sınırlanmayan, parti içinde en üstün gücü verdiğimiz bu Leninist kolektif beden nasıl bir araya gelecek? Yaşayanlardan, ölülerden ve henüz doğmamış olanlardan oluşuyor. Bu bizim ’bulduğumuz’ bir formül değil; Marksizm’de var, Lenin’in yazılarında var.

Şimdi kim bir lidere, bir yürütme komitesine, filanca alanda filanca danışma organına emanet edilen güç ve yetki hakkında boş boş konuşabilir? Bu geniş, küresel vizyonla uyumlu olduğu sürece her türlü karar bizim için uygundur. Belki bir kişi bunu görecektir, belki de bir milyon kişi.

Marx ve Engels’in bu teorisi, özgürlükçülerin aksine, bireyin tüm özerklik iddialarıyla birlikte ortadan kalktığı ve ihmal edilebilir bir nicelik haline geldiği, ancak yine de bir şefe, bir kahramana ya da geçmiş kurumlardan türetilen bir hiyerarşiye tabi olmadığı sınıf devrimleri sürecinin otoriter doğasına ilişkin yaptıkları açıklamadan doğmuştur.


47 - Günümüzde Rusya’nın Ekonomik ve Sosyal Yapısı, 1956

35 - (...) Lenin’in bu tarihi tezlerin sayfalarında ilan ettiği ve yazdığı her şey, Rusya’da yapılanlara son derece karşıdır; sadece burjuva ve küçük burjuva partilerinin yaptıklarına değil, işçi partilerinin ve hatta kendi partisinin yaptıklarına da. Ama aynı zamanda, daha önce yazılmış olanlarla, Marx ve Engels tarafından 1848’de çizilen ve yüzlerce kez teyit edilen rota ile ve Lenin’in kendisi tarafından 1900’den itibaren Rusya’da çizilen rota ile tamamen tutarlıdır.

Sabırsız olanlar, yeni bir modern yönerge duyduklarında heyecanlananlar şunu anlamalıdır: Önümüzdeki yolun değişmezliğini savunuyoruz, evet, ama doğrusallığını değil. Bu yol birçok kıvrım ve dönemeç içeriyor. Ancak, Troçki’nin dediği gibi, bunlar liderin hayal gücünün ürünü değildir. ’Lider’ kelimesi aslında bir sürücüyü ifade eder, ancak parti lideri direksiyona geçip istediği yere gidebilen bir araba sürücüsü değil, bir tren ya da tramvay sürücüsüdür. Onun gücü, her zaman düz olmasa da demiryolu hattının zaten yerinde olduğunu ve geçeceği istasyonları, virajları ve yokuşları ve yöneldiği hedefi bilmesinde yatar.

Ve elbette bunu sadece lider tek başına bilmez. Tarihsel rota haritası tek bir düşünen kafaya ait değildir, bireyleri aşan bir örgüte aittir, her şeyden önce zamansal anlamda; yaşayan tarihten ve - hoşunuza gitmeyecek bir kelime - kodlanmış doktrinden oluşan bir örgüttür bu.

Eğer bundan vazgeçersek mücadeleyi terk etmiş sayılırız ve bir sonraki Lenin bizi kurtaramaz.


48 - ’Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı’, Geleceğin Döneklerinin Kınanması, 1961

14 - (...) Böyle bir kolektif güç emirlerini hangi mikrofondan yayınlar? Mekanik ve şekilci bir kuralın karar verebileceğini her zaman reddettik. Bu tür bir burjuva yöntemi çoğu zaman yararlı olsa da, söz hakkı yüzde elli artı birin değildir; ve partide, sendikada, konseylerde ya da sınıfta ’kelle sayımı’ gibi metafizik bir kuralı da kabul etmiyoruz: Bazen belirleyici ses huzursuz kitlelerin sesi olacaktır, bazen parti yapısı içindeki bir grubun (gördüğümüz gibi Lenin oligarşi kelimesini kullanmaktan çekinmiyor), bazen de Nisan 1917’de ve hatta Ekim’de olduğu gibi ’herkesin’ görüşüne karşı tek bir bireyin, bir Lenin’in sesi olacaktır.


49 - Büyük Işık Karartıldı, 1961

(...) Parti, sınıf doktrini ile sınıf eylemi arasındaki bağı tam anlamıyla geliştirmek için teorik güçten daha fazlasına ihtiyaç duyar. Parti militanları arasında inanç ve coşku pekala var olabilir, ancak bunu kitleler arasında her zaman sadece hatip, ajitatör ve yazar olarak faaliyetleriyle yaratamazlar. Kitleleri parti etrafında toplanmaya iten şey retorik bir süreç değildir, ne de kitlelerin elinde seçilmiş bir grup, tarih üzerindeki etkileri ya da daha doğrusu ’manşetleri kapmaları’ tamamen acınası olan ünlü ’liderler’ vardır. Süreç daha ziyade sosyal fizikle ilgilidir. Gerçekler kışkırtılmaz, onlar kaydedilir.

Partinin ’genelkurmayını’ oluşturacak bir grup insanı seçmenin son derece önemli bir mesele olduğu tezine gelince, ’büyük roller için oyuncu seçme’, bir tür ’beyin takımı’ oluşturacak doğru insanları bulma meselesi değildir. Bu aşağılık ve son derece yüzeysel tutumdan uzak durmak en iyisidir. Bu hiçbir zaman iyi niyetle teşvik edilmemiş bir yanılsamadır ve sadece kariyerizmin dışa vurumudur: tanımlayıcı nitelikleri kurnazlık ve patolojik hırsa ya da kendilerinden üstte olan herhangi birine kölelik olan bazı bireylerin dirsekleriyle yığının tepesine çıktıkları ve her durumda oraya ulaşanların en itici olanlar olduğu siyasi demokrasilerin laneti. Tüm kibirli insanlar korkaktır.

Ve Komintern’in unutulmaz ama çok kısa süren yükselişinin ardından yaşadığı sefil düşüşün öyküsü, tam da doğru insanları çılgınca arayışıyla karakterize edilir. Zamanında, aslında olumsuz, cepheden cepheye bir seçim olan şeyi kayıtsız şartsız kınadık. Belki bazı durumlarda Rus yoldaşlar, parti makinesinin bu bileşenlerinin beklenen hızlı tükenişin ardından kısa sürede bir kenara bırakılabileceğine inanıyorlardı. Ancak biz bu kriteri kabul etmedik ve son derece yapay bir gönüllülüğe çok fazla bel bağlamakla rlrştirdik.


50 - Genel Durum Tarihsel Olarak Elverişsizken Partinin Organik Faaliyeti Üzerine Düşünceler, 1965

9 - (...) Hepimizin bildiği gibi, durum radikalleştiğinde, içgüdüsel olarak hareket eden ve akademiyi taklit etme ihtiyacı duymayan çok sayıda insan derhal bizim tarafımızı tutacaktır.

14 - (...) Bu yozlaşmamış geleneğin, herhangi bir tarihsel kırılma olmaksızın yeni bir uluslararası parti örgütü oluşturma çabalarına aktarılması, örgütsel anlamda, bu işi en iyi yapacakları ya da tarihsel doktrin konusunda en bilgili oldukları için seçilmiş kişilere dayanmayabilir; ancak organik anlamda, böyle bir aktarım yine de kırk yıl önce bu geleneği ilk kez ifade eden grubun eylemlerini bugün var olan çizgiye bağlayan çizgiye tamamen sadık kalmalıdır. Yeni hareketten ne süper insanlar ne de mesihler beklenmemeli, aradan geçen uzun süre zarfında muhafaza edilebildiği kadarının yeniden canlandırılmasına dayanmalıdır ve bu muhafaza sadece tezler ve belgelerle sınırlandırılmamalı, aynı zamanda eski muhafızları oluşturan, bozulmamış ve güçlü parti geleneğini genç muhafızlara aktarma görevini üstlenen canlı araçları da içermelidir.


51 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

11- (...) Doğal olarak, kurtuluşu daha iyi insanlar arayışında ya da liderlerin ve yarı-liderlerin seçiminde aramak gibi çocukça bir hataya düşerek kendimizi inkar etmeyeceğiz; bunların hepsini oportünist olgunun bir parçası, sol devrimci Marksizmin ileri yürüyüşünün tarihsel düşmanı olarak görüyoruz.


52 - Ek Tezler... (Milano Tezleri), 1966

9 - (...) Partinin zor görevlerinden biri de, tanınmış kişilerden kaynaklanıyormuş gibi görünen hain dürtüden ve amaçlarına ve zaferlerine ulaşmak için başka büyük isimler aracılığıyla aptalca bir şöhret ve tanıtım üretmenin aşağılık işlevinden kendisini sonsuza kadar kurtarma çabasıdır. Parti, çeşitli dönemeçlerinin her birinde, geleceğin toplumunun gerçek beklentisi olduğunu düşünerek, böyle bir sonuç için cesurca ve kararlılıkla mücadele etme kararında asla tereddüt etmemelidir.


53 - ’1945 Sonrası Tezler’e Önsöz, 1970

Örgütlenme, tıpkı disiplin gibi, bir çıkış noktası değil, bir varış noktasıdır; yasal kodlamaya ve disiplin yönetmeliğine ihtiyaç duymaz; ’taban’ ile ’tavan’ arasında hiçbir çelişki tanımaz; Kapitalist rejimden miras kalan işbölümünün katı engellerini, belirli alanlarda liderlere ve ’uzmanlara’ ihtiyaç duyulmadığı için değil, bunlar (en ’alttaki’ militanlarıyla aynı şekilde, sadece daha fazla) bir programa, bir doktrine ve tüm parti tarafından paylaşılan, her bir üyesi tarafından bilinen, kamuya açık bir şekilde onaylanan ve her şeyden önce sınıfın bütününün gözü önünde pratiğe dönüştürülen taktik normların açık ve net bir tanımına bağlı oldukları ve olmak zorunda oldukları için dışlar. Liderler ve uzmanlar ne kadar gerekliyse, aptalca kelle sayımlarıyla değil de doğal seleksiyon yoluyla partinin onlara emanet ettiği rolü yerine getirmeyi bıraktıklarında ya da daha da kötüsü, herkesin izlemesi için çizilmiş olan yoldan saptıklarında da aynı şekilde vazgeçilebilirler. Bu türden bir parti (bizimkinin olma eğiliminde ve çabasında olduğu gibi; ancak herhangi bir anti-tarihsel ’saflık’ ya da ’mükemmellik’ iddiasında bulunmadan) tüm iç yaşamını, gelişimini, teknik işlevler hiyerarşisini - hadi diyelim - anlık olarak alınan ya da çoğunluk tarafından kararlaştırılan kaprisli kararlara uydurmaz, aksine genel olarak sınıf mücadelesinin dinamikleri ve özel olarak da kendi müdahalesi ile büyür ve güçlenir. Parti, savaş araçlarını, her düzeydeki ’organlarını’ önceden öngörmeden yaratır; istisnai durumlar dışında, artık değişmez, ortak yolumuzu izlemek istemeyenleri ’uygun bir denemeden’ sonra ihraç etmesine gerek yoktur, çünkü sağlıklı bir organizmanın atık maddelerini kendiliğinden elimine etmesi gibi, onları kendi içinden elimine etme yeteneğine sahip olmalıdır.

Devrim bir örgütlenme biçimi meselesi değildir’. Aksine, örgütlenme, tüm çeşitli biçimleriyle, devrimin çeşitli taleplerine yanıt olarak, sadece sonucun öngörülmesiyle değil, ona giden yolun da öngörülmesiyle oluşturulur. Danışmalar, anayasalar ve tüzükler, sınıflara bölünmüş toplumların ve sırası geldiğinde bir sınıfın tarihsel yörüngesini değil, çeşitli sınıfların farklı ya da tam olarak yakınsamayan yörüngelerinin kesişimini ifade eden partilerin karakteristik özellikleridir. İç demokrasi ve ’bürokratizm’, bireysel ya da grupsal ’ifade özgürlüğüne’ tapınma ve ’ideolojik terörizm’ diyalektik olarak birbirine bağlı olduğu kadar birbirine zıt olmayan terimlerdir. Doktrin ve taktik eylem birliği ve örgütsel merkeziyetçiliğin organik karakteri de aynı madalyonun iki yüzü olabilirler.


Bölüm 4
Komünist Toplumun Öncülü Olarak Parti

Parti organının özellikleri hakkında söylediklerimizden, iç dinamikleri ve içerdiği çeşitli organlar ve moleküller arasındaki ilişki bakımından, partinin gelecekteki sınıfsız ve devletsiz komünist toplumu önceden tasarladığı açıkça ortaya çıkmış olmalıdır.

Şiddetli devrimin ve diktatörlüğün aktörü ve öznesi olan parti, herhangi bir parti değildir; komünist partisidir; dolayısıyla programını ve faaliyetini türettiği belirli bir tarihsel perspektife bağlı bir partidir; mücadelesi bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki egemenliğini yeniden tesis etmeyi değil, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü tamamen yok etmeyi amaçlayan belirli bir sınıfın ifadesi olan bir perspektiftir. Nihai hedef, sınıfların olmadığı bir toplumdur; değişim değerlerinin olmadığı bir toplum; bireysel çıkarlarla türün çıkarlarının artık karşı karşıya gelmediği bir toplum; herkesin yeteneğine göre vereceği ve ihtiyacına göre alacağı bir toplum; kısacası, her bireyin genel toplumsal çıkara bağlılığının zorlama olmadan, organik ve kendiliğinden elde edileceği bir toplum.

Partinin yönetmekten çekinmemesi gereken şiddetli sınıf mücadelesi, tıpkı devlet şiddetini ve terörünü bizzat yönetmekten çekinmemesi gerektiği gibi, bu nedenle kendi içinde bir amaç olarak değil, partinin iç dinamiklerinde zaten öngörülen bir amaca ulaşmak için bir araç olarak görülür. Gerçekten de sınıfları tümüyle ortadan kaldırmak için mücadele eden tek bir sınıfın çıkarlarını ifade eden parti içinde toplumsal çıkar çatışmaları yoktur; dolayısıyla zorlayıcı mekanizmalara ya da herhangi bir yasal aygıta başvurmaya gerek kalmadan organik işlevler hiyerarşisine ulaşabilir. Partide artık ticari tipte ilişkiler mevcut değildir ve örgütü bir arada tutan harç, tüm hücrelerinin mücadeleye gönüllü bağlılığı ve ortak bir amaç için fedakarlık yapmasıdır. Örgütün çeşitli üyelerini bir arada tutan, merkezi çevreye bağlayan ve herkesin emirlere itaat etmesini sağlayan harç, hepsi tek bir nihai hedefi tanıyan ve ortak bir amaç için ortak çalışan yoldaşlar arasındaki karşılıklı güven ve dayanışmadır (Lenin, Ne Yapmalı?).

Parti, devrimin ve diktatörlüğün genelkurmayı olmak zorundadır, ancak bunu sadece günümüz toplumunun tipik özelliği olan insanlar arasındaki tüm bu ilişkilerden uzak duran bir iç dinamik kurmayı başardığı ölçüde yapacaktır. İç ilişkiler bireysel çekişmelere ve farklı gruplar arasındaki savaşlara (sınıf çıkarlarının ifadesi) ne kadar az dayanırsa, hiyerarşiler o kadar az resmi, mekanik, demokratik ve bürokratik olacaktır; örgütün çeşitli üyelerine rol dağılımı burjuva işbölümünü o kadar az taklit edecektir; bireysel isimlerin önemi o kadar az olacak ve en iyi çözümlere yönelik sağlam ve rasyonel bir araştırma o kadar baskın olacaktır; ortak bir amaç olarak herkes tarafından desteklenen bir yaklaşıma yönelik kendiliğinden ve doğal bir disiplin o kadar hakim olacaktır; ve parti organizmasının oluşturduğu tüm hücrelerin anonim, kişisel olmayan ve kolektif çalışması o kadar çok gerçekleşecektir.

Ancak parti içindeki tüm siyasi mücadeleler sona erdiği ölçüde parti, sınıflar arasındaki siyasi mücadelenin etkili bir organı olabilir; ancak parti içinde baskı ya da diktatörlük olmadığı ölçüde parti, diktatörlük baskısının etkili bir organı olarak işlev görebilir.

Bu arada parti, gelecekteki komünist insanlığı ayırt edecek olan doğal ve kendiliğinden örgütlenmenin habercisi olduğu ölçüde "genelkurmay" görevi görür. Eğer parti bu özelliğini kaybederse, rakip çıkarlar arasındaki iç mücadeleler, zorlama, bürokrasi, şekilcilik, kariyerizm ve büyük isimlere tapınma vb. üstünlük kazanırsa, o zaman siyasi bir organ olarak, proleter devrimin genelkurmayı olarak temel işlevi zayıflayacaktır. Bu, partinin "aşılmaz duvarlarla çevrili bir müfreze", "mevcut toplumun iç organlarında bir komünizm adası" olarak düşünülmesi gerektiği anlamına mı gelmektedir? Kesinlikle hayır! Peki neden? Çünkü parti, mücadele ettiği toplumun içinde var olmak zorundadır ve onun etkisine maruz kalmaktadır. Dolayısıyla onun organik işleyiş tarzı, gelecekteki insan toplumunun habercisi, örgütlenmenin temeli olarak öne sürülen yasal bir formülden değil, sürekli bir parti mücadelesinin, bunu gerçeğe dönüştürmeye yönelik sürekli bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkar; tıpkı disiplin gibi bir çıkış noktası değil, bir varış noktası olan bir başarıdır bu.

Statik olmaktan ziyade dinamik olan tezimiz, partinin kendisine uygun işleyiş tarzını gerçekleştirmeyi başardığı ölçüde büyüdüğü ve güçlendiği; belirli tarihsel durumların bunu yapmasını engellediği ölçüde zayıfladığı; bu yolu izlemeyi ya da bu amaç için çabalamayı bıraktığında ya da 1923’ten sonra 3. Enternasyonal örneğinde olduğu gibi, sınıflara bölünmüş toplumlara ve onları temsil eden partilere özgü bir dinamiği kendisine uygun olarak teorileştirdiğinde öldüğüdür.



Alıntılar


54 - Lenin Devrim Yolunda, 1924

Sınıfın gerçekten böyle olmasını ve böyle yaşamasını sağlayan bir parti olarak örgüt, çeşitli ’beyinlerin’ (elbette sadece beyinler değil, diğer bireysel organlar da) yetenek ve kapasiteye göre farklı görevleri yerine getirdiği, hepsinin de onları ’zaman ve mekanda’ giderek daha yakın bir şekilde birleştiren ortak bir amaç ve çıkarın hizmetinde olduğu üniter bir mekanizma olarak görülebilir

Materyalist olduğu ölçüde bireycilik karşıtıdır. Ruha ya da bireylerin metafizik ya da aşkın bir içeriğe sahip olduğuna inanmaz, daha ziyade bireye rolüne göre kolektif çerçeve içerisinde bir yer tahsis eder ve teknik rasyonalite ile değiştirdiği zorlamanın ortadan kaldırılmasına doğru her zamankinden daha fazla eğilim gösteren bir hiyerarşi yaratır. Parti zaten zorlama içermeyen bir kolektif örneğidir


55 - Üretim Santrali mi Ticari Bataklık mı?, 1954

15 - (...) Bir anlamda parti, henüz ortaya çıkmamış, hatta proletaryanın siyasi zaferi ve diktatörlüğüne kadar ortaya çıkmayacak bir toplum hakkında güvenilir bilginin önceden depolanmasıdır. Bu olgunun, teorik öncüleri ve ilk siyasi savaşçıları daha sonra genel kabul gören tezleri savunarak zamanın biçim ve değerlerinin eleştirisini gerçekleştiren burjuvazininki de dahil olmak üzere her üretim tarzında tarihsel olarak gözlemlenebilir olduğu, gerçek burjuvaların ise kendilerini çevreleyen ortamda eski ve konformist inançları izledikleri ve bu teorik ifadelerde kendi elle tutulur maddi çıkarlarını tanımadıkları düşünüldüğünde, bunda sihirli bir şey de yoktur.


56 - Marksist Teoride Rusya ve Devrim, 1955

II, 39 - (...) Doğrusunu söylemek gerekirse, hiçbir zaman proleter bir bilinç olmayacaktır. Bir doktrin, komünist bilgi vardır, ama bu proleter partide bulunur, sınıfta değil (...) Devrimci doktrine sahip olması, partiyi geleceğin komünist toplumsal insanının benimseyeceği tutum ve pozisyonların deposu haline getirir.


57 - Marksist Devrimci Komünizmin Temelleri, 1957

III - (...) Bu eksikliğin üstesinden gelmenin yolu - ki bu yolda pek çok mücadele verilecektir - burjuva dünyasından alınmış olanları model almaktan kaçınan ve yarının toplumunun gerçek tarihsel varoluşundan önce içinde kristalleştiği proleter parti ve proleter devletten başka bir şey olamayacak organlar oluşturmaktan geçer. Bugünkü toplumun fizyolojik damgasını taşıyan ve onu kopyalayan "dolaysız" olarak tanımladığımız organlarda, bu toplumun kristalleşmesinden ve sürekliliğinden başka bir şey meydana gelemez.


58 - Komünist Programın Özgün İçeriği..., 1958

10 - (...) Diyalektik olarak ne bireyde ne de evrenselde aranan komünist geleceğin gelişini önceden tanımlama ve hızlandırabilme kapasitesi, partinin tarihsel potansiyelini sentezleyen bir formülde bulunabilir: siyasi parti, aktör ve diktatörlüğün öznesi.

Eğer ’kişilik’ bir tehlikeyi temsil ediyorsa -aslında insanların cehaletinden kaynaklanan ve onları bir tür olarak tarihlerinden ayıran bin yıllık bir yanılsamadan başka bir şey değildir- böyle bir tehlikeyle savaşmanın tek yolu, yerel ve ulusal sınırlamaları, meslek ya da iş kategorilerini ve ücretli çalışanların işyeri hapishanesini aşan, içinde güçlerin devrimci yoğunlaşmasının gerçekleştiği partinin niteliksel olarak evrensel ’birimselliğinde’ yatar; parti geleceğin sınıfsız ve baskısız toplumunu içinde barındırır.


59 - Beyaz Olmayan Halkların Dünyasında Sınıfların ve Devletlerin Mücadeleleri..., 1958

13 - (...) Komünist Parti’nin büyük isimleri ya da yıldızları yoktur, Marx ve Lenin bile. Gücünü ve potansiyelini henüz doğmamış olan insanlıktan alan ve en basit el işlerinden en karmaşık ve zorlu zihinsel faaliyetlere kadar tek yaşamı kolektif ve türsel bir yaşam olacak olan bir güçtür. Partiyi şu şekilde tanımlıyoruz: yarının İnsanlık-Toplumunun bugüne izdüşümü.

Diğer metinlerimizde partinin gelecekteki sınıfsız ve baskısız bir toplumun habercisi olduğunu yazarken kastettiğimiz budur; bu toplumda bireycilik ve her türlü kişisel ideoloji ya da praksis yok olacaktır.


60 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

13 - (...) Parti içinde, komünist toplumun karakterini geniş ölçüde öngören şiddetli bir burjuva karşıtı arka plana hayat verme eğiliminin olabileceği gerçeği, örneğin 1912’de genç İtalyan komünistleri tarafından da dile getirilmiş eski bir söylemdir.

Ancak böylesine değerli bir özlem, ideal partiyi aşılmaz duvarlarla çevrili bir fanus olarak görmemize yol açamaz.





Kısım III

Giriş

"Komünist Parti bir ordu ya da bir devlet makinesi değildir", yazılarımızda sürekli vurgulanan bir noktadır. Hem 1923’ten itibaren 3. Enternasyonal’i ele geçiren (ve sonra da mahveden) ’örgütsel gönüllülük’ ile mücadele etmek için hazırladığımız tezlerde hem de bu trajik deneyimden yola çıkarak partinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden kurulmasının ardından yaşamının temelini oluşturan tezlerde ortaya çıkmaktadır. Aksine, parti ’gönüllü’ bir örgüttür; üyelerin katılmak için özgür ve rasyonel bir seçim yapması anlamında değil, ki bu bizim reddettiğimiz bir kavramdır, daha ziyade herhangi bir militanın "istediği zaman ayrılmakta maddi olarak özgür olduğu" ve "devrimden sonra bile zorunlu üyelik uygulamasını öngörmediğimiz" anlamında. Örgüt üyelerinin yukarıdan gelen emirleri yerine getirirken demir disipline uymaları gerekmektedir, ancak bu kuralın ihlali sadece Merkezin ihlalcileri ihraç etmesiyle ortadan kaldırılabilir. Merkezin itaati zorlayabileceği başka hiçbir maddi yaptırımı yoktur.

Bu temel tanımı hareket noktamız olarak kullanarak, en yüksek derecede parti disiplinini garanti etmesi en muhtemel unsurları belirleyebiliriz; bu basit gözlem, partide disiplinin bir dizi bürokratik emir yoluyla ya da zorlayıcı önlemlerin kullanılmasıyla sağlanmasını zaten engellemektedir.

Parti militanı neye bağlılık gösterir? Doktrin, program ve taktiklerin bir bileşimine bağlılık gösterir, partiye katılan herkesin içgüdüsel olarak yaptığına inandığı aktif ve savaşan bir cepheye bağlılık gösterir. Bir militanı savaş cephesinde tutabilecek ve kendisine iletilen emirlere uymasını sağlayacak şey nedir? Kesinlikle emirleri yerine getirmeye zorlanmak değil, daha ziyade bu emirlerin aynı ortak paydadan kaynaklandığını ve imzaladığı ilkeler, nihai hedefler, program ve eylem planıyla tutarlı olduğunu kabul etmektir.

Dolayısıyla, parti organı faaliyetini bu tarihsel temellere dayandırdığı ve bu temelleri kendi temelleri haline getirme kapasitesine sahip olduğu, bunları örgütle bütünleştirdiği ve tüm faaliyetini şekillendirdiği ölçüde, gerçek koşullar gerçekten sağlam ve disipline izin verecek şekilde ortaya çıkar. İkincisi gerçekleştiği ölçüde, bireysel meselelere atfedilemeyecek disiplin ihlalleri giderek daha az meydana gelir ve parti tek sesli bir şekilde hareket etme kapasitesini kazanır. Bu nedenle, gerçekten merkezileşmiş ve her zaman tekil talimatlara yanıt verebilen bir örgüt yaratma çabası, esasen teorik, programatik ve taktik temel taşların sürekli olarak netleştirilmesi ve rafine edilmesi ve partinin eylemlerinin ve mücadele yöntemlerinin bu temel taşlara sürekli olarak hizalanmasını içerir.

Dolayısıyla, partide öncelik verilen şey, örgütün varlığının dayandığı temel ilkelerin netleştirilmesi ve tanımlanmasıdır. Ve merkeziyetçiliğin aptalca bir şekilde bürokratizmle bir tutulmasına nihayet bir son vermek için, 1964 yılında Örgütlenme Tezleri Hakkında Notlar’da yeniden ele alınan ve ayrıntılı bir yoruma tabi tutulan 3. Dünya Kongresi Tezleri’nden bazı alıntılara geri döneceğiz.


Alıntı


61 - Örgütlenme Sorunu Üzerine Tezler Hakkında Notlar, 1964

7 - (...) Aşağıdaki adımlar, demokratik merkeziyetçilik ve proleter demokrasi formüllerinin yanlış yorumlanmasının tehlikelerinin neler olabileceğini zaten göstermektedir. Örneğin, komünist partinin merkezileşmesi biçimsel ya da mekanik olmamalıdır: "komünist faaliyetin merkezileşmesi, yani saldırıya hazır ve aynı zamanda uyum sağlama yeteneğine sahip güçlü bir liderliğin oluşması olmalıdır. Biçimsel ya da mekanik bir merkezileşme, yalnızca partinin diğer üyelerine ya da parti dışındaki devrimci proletarya kitlelerine hükmetmek amacıyla iktidarın bir bürokrasinin elinde merkezileşmesi anlamına gelecektir". Bu tezler, muhaliflerimizin merkeziyetçiliğimiz hakkında ileri sürdükleri yanlış yorumu reddetmektedir.

Ardından, eski işçi hareketinin burjuva devlet örgütlenmesindekiyle aynı doğaya sahip olan ikiciliği, yani "bürokrasi" ile "halk", aktif memurlar ile pasif kitle arasındaki ikicilik, ciddi bir kusur olarak kınanmaktadır; ne yazık ki işçi hareketi, Komünist Partisi’nin radikal bir şekilde üstesinden gelmesi gereken bu biçimcilik ve ikicilik eğilimlerini bir anlamda burjuva ortamını miras almaktadır.

İki zıt tehlikenin ve iki zıt aşırılığın, anarşizm ve bürokratizmin altını çizen bir sonraki adım, komünistlerin kurtuluşu hangi anlamda demokratik mekanizmada aradıklarını açıklar: "Partide salt biçimsel bir demokrasi ne bürokratik ne de anarşist eğilimleri önleyemez, çünkü işçi hareketinde anarşi ve bürokratizm tam da bu demokrasi temelinde gelişebilmiştir. Bu nedenle merkezileşme, yani güçlü bir yön elde etme çabası, biçimsel demokrasi alanında denenirse başarılı olamaz". İkinci bölümden sonraki tüm tezler, komünist çalışmanın, propaganda ve ajitasyonun ve siyasi mücadelelerin tanımlanmasına dayanmakta ve çözümün örgütsel kurallarda değil pratik eylemde bulunduğuna işaret etmektedir. Legal çalışmanın illegal çalışmayla bağlantısı özellikle gösterilmiştir.

Aşağıda temel tezlerimizden bir dizi alıntı yer almaktadır. Bölümlere ayrılmış ve kronolojik sıraya göre dizilmiş olan bu alıntılar, trajik bir tarihsel deneyimden dersler çıkaran Solun, parti organı içinde disiplin ve merkezileşmenin nasıl "garanti altına alınabileceğini" nasıl keşfettiğini göstermektedir; elbette mutlak bir garanti değil, çünkü parti hem tarihin bir ürünü hem de yapıcısıdır ve sonuç olarak sağlamlaşması, gelişmesi ve merkezileşmesi ve tersine dağılması ve yok olması, tarihsel duruma bağlı olarak ilk etapta ya engellenir ya da teşvik edilir. Bununla birlikte, azami düzeyde merkezileşme ve disiplinin gerçekleşmesini neyin destekleyebileceğini ve tam tersine disiplinsizliği, fraksiyonculuğu ve örgütsel parçalanmayı neyin destekleyebileceğini gösterebilmiştir.

"Model örgüt" başlığı altındaki ilk alıntılar dizisi, partinin merkeziyetçi ve disiplinli bir şekilde hareket edeceğine dair "garantinin" aslında partiye uygulandığında fraksiyonculuğu ve disiplinsizliği imkansız hale getirecek herhangi bir örgütsel "modelde" bulunmadığını açıkça belirtmektedir. Önsel olarak partinin yapısının şu veya bu şekilde olması gerektiğini ve disiplinsizliğin, anlaşmazlıkların ve muhalefetin sonuç olarak söz konusu model yapıya uymamaktan kaynaklandığını ilan etmek, idealizme ve iradeciliğe geri dönmektir. Birçok bağlamda sık sık tekrarladığımız bir tezimiz, örgütlü ve merkezi parti yapısının, partinin tüm karmaşık faaliyeti temelinde, onun sonucu ve aracı olarak ortaya çıktığı ve geliştiğidir. 1967’de sorun şu şekilde ortaya konmuştur:

"Tarih içinde faaliyet gösteren ve titiz sürekliliğiyle karakterize edilen gerçek bir güç olan partinin yaşamı ve faaliyeti, (burjuva legalizminin ikiyüzlü bir şekilde arzuladığı ya da tarihsel dinamiğin gerçekliğine hazır bir şekilde yerleştirilecek son derece planlı yapıların mimarı olan Marksizm öncesi ütopyacılığın içtenlikle hayal ettiği gibi) kurallar, ilkeler ve anayasal biçimlerden oluşan yasal bir mirasa sahip olmasına değil, örgütlü bir organ olarak doğasına dayanır; 1945’te Platformumuzda yazdığımız gibi, uzun bir teorik ve pratik mücadeleler silsilesi boyunca ve sürekli bir ileri yürüyüşün yol göstericiliğinde oluşan bir organ: "Partinin örgütsel kuralları, işlevinin diyalektik kavranışına uygundur. Yasal reçetelere ya da yönetmeliklerin kontrolüne dayanmazlar ve çoğunluğa danışma fetişini aşarlar".

Parti çeşitli organlarını ve mekanizmalarını sadece bir işlevini değil, tüm işlevlerini yerine getirirken yaratır; ve bunları yerine getirirken de metafizik buyruklara ya da anayasal paradigmalara değil, kendi gelişiminin gerçek, aslında organik gerekliliklerine bağlı kalarak aynı şekilde onları parçalara ayırır ve yeniden yaratır. Bu iç işleyişlerin, parti makinesindeki bu örgütsel "çarkların" hiçbiri ne ortaya çıkmadan önce ne de ortaya çıktıktan sonra "teorize edilebilir" değildir; hiçbir şey bize - çok basit bir örnek vermek gerekirse - bu mekanizmalardan herhangi birinin ortaya çıkış amacına uygun olacağının en iyi garantisinin bir ya da birkaç militan tarafından kullanılma biçiminde yattığını söyleme hakkı vermez. İstenebilecek tek şey, ister iki ister yirmi militan tarafından olsun - eğer bu kadar çok militan varsa - partinin geçmiş ve gelecekteki tarihsel seyriyle tam bir tutarlılık içinde tek bir iradeyle kullanılması ve eğer tek bir militan tarafından kullanılıyorsa, bunu partinin kişisel olmayan ve kolektif gücünü ifade etmek için ellerini ve beynini kullanarak yapmasıdır. Ve böyle bir gerekliliğin yerine getirilip getirilmediğine dair herhangi bir yargı, bir kural kitabındaki maddelerle değil, pratikle, tarihle sağlanır. Devrim bir biçim sorunu değil, güç sorunudur; aynı şey hem örgütlenmesi hem de doktrini ile ilgili olarak gerçek yaşamındaki parti için de geçerlidir. Savunduğumuz örgütsel kriter bile, yani "hücresel" tipten ziyade bölgesel tip, ne soyut "zamansız" ilkelerden çıkarılır ne de mükemmel "zamansız" çözüm olarak savunulur; bunu sadece partinin bir sentezleyici (farklı grupların, zanaatların ve temel dürtülerin) olarak birincil işlevinin diğer yüzü olduğu için benimsiyoruz.

İkinci alıntılar dizisi, parti organizmasının gönüllü üyeliğe dayandığı göz önüne alındığında, gerçekten sıkı bir disipline yanıt vereceğinin "garantisinin", benzersiz ve herkes için bağlayıcı olan taktik normların açık bir tanımında, mücadele yöntemlerinin tutarlılığında ve açık örgütsel kurallarda aranması gerektiğini ortaya koymaktadır. Sol, fraksiyonculuğun ve itaatsizliğin Enternasyonal’i parçaladığını gördüğünde, gelişmiş örgütsel mekanizmalara ya da tek tek seksiyonların özerklikçi arzularını bastırmada daha iyi olan daha güçlü bir merkeze ihtiyaç olduğu sonucuna varmadı. Bunun yerine, bölünmelerin, disiplinsizliğin ve emirlere karşı direnişin, partinin eylem yöntemlerindeki tutarlılık eksikliği nedeniyle taktik normların düzgün bir şekilde ifade edilmemesinden ve örgütün füzyonlar, filtrelemeler ve diğer partilere sızmalar yoluyla giderek daha şekilsiz bir biçim almasından kaynaklandığı dersini çıkardı.

Solun tezi, her türlü örgütlenmenin temel önkoşulları sağlam bir temelde yeniden kurulmadıkça, hiçbir ustalığın güçlü ve disiplinli bir örgütsel yapı ya da güçlü bir dünya proleter eylem merkezi oluşturamayacağı yönündeydi. Ve buradan, Solun sık sık tekrarladığı şu ifadeler çıkacaktır: "Disiplin bir çıkış noktası değil, varış noktasıdır" ve "disiplin partinin doktrinine, programına ve üniter ve homojen taktik normlarına dayanan faaliyetinin yansıması ve ürünüdür".

Üçüncü alıntı dizisi, partide yükselen muhalefet ve fraksiyonculuğun "burjuvazinin sızdığı" anlamına gelmediğini, daha ziyade "parti çalışmasının ya da parti yaşamının bazı yönlerinin raydan çıktığı" anlamına geldiğini kanıtlamak için tarihsel deneyimleri kullanmaktadır. Fraksiyonlar partideki bir hastalığın belirtisidir, hastalığın kendisi değil. Asıl hastalık, birliğin ve örgütsel disiplinin dayandığı homojen ilkeler, program ve taktikler temelinin herhangi bir nedenle parçalanmasından ibarettir.

Dolayısıyla, "anlamsız bir hiyerarşik otoriterlik öfkesi" anlaşmazlıkların ve bölünmelerin çoğalmasını engellemeyeceği gibi, disiplin ve örgütsel baskı uygulamak, insanları ve grupları yerlerinden etmek, yargılamalara ve mahkumiyetlere başvurmak da engellemeyecektir; ne de "disiplin uğruna disipline" bel bağlamak. Parti organizması sağlıklıysa emirnameler, kısıtlamalar, ihraçlar, yerel grupların tasfiyesi ve ideolojik terör ortadan kalkma eğilimindedir: tersine, yozlaşma ve kendi kendini yok etme süreci zaten başlamışsa, bu özellikler daha yaygın ve parti işleyişinin genel kuralı haline gelme eğilimindedir. Dördüncü alıntı dizisinde vurgulanan budur; bir sonraki alıntı dizisi ise partinin iç yaşamının bir tanımıyla sonuçlanmakta ve bunun parti liderliği için mücadele eden kişiler ve gruplar, akımlar ve fraksiyonlar arasındaki bir mücadeleden çok, partinin örgütsel faaliyetinin dayanması gereken teorik, programatik ve taktik köşe taşlarının sürekli araştırılması ve rasyonel bir şekilde tanımlanması çabasından ibaret olduğunu ileri sürmektedir. Parti içinde homojenlik ve disiplin "iç siyasi mücadele" ile değil, parti eyleminin temelini oluşturan ve herkesin paylaştığı ve kabul ettiği köşe taşlarını bütünleştirmek ve daha etkili bir şekilde tanımlamak için kolektif ve rasyonel bir şekilde çalışarak elde edilir. İç siyasi mücadeleye yer yoktur.


Bölüm 1

’Model’ Örgüt

Komünist partinin siyasi iktidarın fethi öncesinde, sırasında ve sonrasında harekete geçme zorunluluğu nedeniyle, taktiksel birliğini destekleyecek merkezi ve hiyerarşik bir yapıya sahip olması gerektiği gerçeğini ortaya koyduktan sonra, böyle bir yapının hangi gerçek dinamikle ortaya çıktığını ve güçlendirilebileceğini incelemek bizim görevimizdir. Lenin’in Ne Yapmalı?’daki şu ifadesine tamamen katılıyoruz: "Her koşulda ve her zaman siyasi mücadele yürütme konusunda yetenekli güçlü bir örgüt olmadan, yalnızca taktik adına layık olan, sağlam ilkelerle aydınlatılmış ve kararlılıkla uygulanmış sistematik eylem planından söz edilemez". Merkezi ve üniter bir örgüt olmadan üniter taktiklere ulaşıldığı söylenemez; taktiksel birlik ancak eylemin maddi aracı olarak tek bir örgüte sahip olmakla ortaya çıkabilir. Ancak yazılarımızda sürekli olarak yer alan ve Lenin’in Ne Yapmalı’da ve Enternasyonal’in Üçüncü Kongresi’nde ortaya koyduğu düşünceyle tamamen örtüşen temel, can alıcı ifade, bu örgütün önce birinin kafasında bir ’şablon’ olarak ortaya çıkmadığı, partinin gerçek dinamiğine dahil edileceğidir. Önceden soyut bir düzeyde teorize edilip belirlenebilecek ve partinin yapısının modellenebileceği bir ’Bolşevik model’ ya da ’Sol’ model diye bir şey yoktur. Böyle bir ’model’in önsel hipotezi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ’Bolşevik’ partiler kurma değil, komünist partileri yok etme amacına hizmet eden 3. Enternasyonal’in sözde ’bolşevikleştirilmesi’nin temelini oluşturmaktadır.

1924’ten itibaren, o zamana kadar zaten çöküş halinde olan Moskova merkezinin tutumu şuydu: "Avrupa’nın komünist partileri devrimci fırsatlardan yararlanma ve doğru devrimci politikayı uygulama konusunda güçsüzdür çünkü Rus Bolşevik partisinin örgütsel yapısına sahip değillerdir". Böylece, partinin devrimci yolunun gerçekleştirilmesi belirli bir örgütsel yapının, başka bir deyişle bir modelin varlığına ya da yokluğuna emanet edildiği ölçüde, sorun tersine çevrildi. Bu da partilerin ve Enternasyonal’in ölüm çanını çalacaktır. Eğer disiplinin bir başlangıç noktası değil de bir varış noktası olduğu doğruysa - varış noktası partinin teorisi, programı ve özgün ve homojen taktikleri temelinde yürüttüğü kolektif faaliyettir - örgütlü bir parti yapısının da "bir başlangıç noktası değil bir varış noktası" olduğu doğrudur; gidilecek bir nokta, partinin verili siyasi, toplumsal ve tarihsel koşullar içinde teorik, programatik ve taktik ilkeleri temelinde gerçekleşen karmaşık faaliyetinin yansımasıdır. Bolşevik partisinin fabrika hücresi örgütlenmesi kesinlikle Lenin ya da başka bir peri masalı örgütçüsü tarafından icat edilmiş bir örgütsel modele yanıt değildi; bu sadece Çarlık Rusya’sının siyasi, toplumsal ve tarihsel koşulları içinde çalışan, devrimci Marksizme sıkı sıkıya bağlı kolektif bir organın faaliyetinin örgütsel bir yansımasıydı. Ve bu yapı Bolşevik partisinin Rusya’da zafer kazanmasını sağladı; komünist partinin nasıl olması gerektiğine dair bir modele karşılık geldiği için değil, Rusya koşullarında yürütülen siyasi mücadelenin gerekliliklerine en uygun olduğu için; Rusya’daki parti faaliyetinin ihtiyaçlarını en iyi şekilde yansıttığı için. Aynı yapısal biçim bir kez Batı Avrupa’ya uygulandığında, kaçınılmaz olarak tamamen olumsuz sonuçlar vermiş ve örgütü güçlendirmek yerine zayıflatmıştır.

Ancak Batılı partiler tarafından benimsenen ’bölgesel’ yapı da bir ’model’ değildi ve Bolşevik yapıdan daha iyi ya da daha kötü değildi.

Bu sadece tarihin bir ürünü, tarihsel bir gerçekti. Batılı Komünist partilerin faaliyetleri organik bir şekilde fabrika hücreleri yerine bölgesel şubeler biçimini aldı ve yüz bir maddi nedenden ötürü bu biçimin partinin yerine getirmesi gereken görevleri başarmak için en uygun biçim olduğu kısa sürede anlaşıldı. Söyleyebileceğimiz en fazla şey, bölgesel şubeler halinde örgütlenmiş bir yapıya sahip olmanın, parti organının temel görevi olarak gördüğümüz şeye en iyi şekilde yanıt verdiğidir: yerel, mesleki ve grup düzeyinde ortaya çıkan kendiliğinden ve kısmi dürtüleri sentezlemek. Ancak bu bir ilke ya da önsel bir model de değildir. Parti örgütü aslında belirlenmiş koşullardaki faaliyetinin bir ürünüdür, "devrimci görevlerinin peşinde koşan tutarlı ve uyumlu parti faaliyeti temelinde ortaya çıkar ve gelişir", ikamesine izin vermeyen gerekli teknik bir araçtır. Bu nedenle Lenin’in partisinin ’model parti örgütü’ olduğunu iddia etmek anti-Marksist ve yanlıştır ve bu nedenle kendi partimiz de dahil olmak üzere başka herhangi bir partinin yapısında bir model aramak da aynı derecede yanlış olacaktır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde Sol, kendi içinde demokratik mekanizmaların kullanımına başvurmadan ve sonuç olarak tüzük ve yasal kodlamalar olmaksızın merkezi bir parti örgütü inşa ettiğini iddia etti. Ancak bu da ’sol modele’i karşılamıyordu, daha ziyade bugünün partilerinin eski partiler tarafından benimsenmesi gereken araçlar ve uygulamalar olmaksızın yapabilmelerine olanak tanıyan tarihsel gelişimin doğru bir değerlendirmesiydi. Partimiz en başından beri ’faaliyeti için yapısal bir biçime’, yani partinin yürütmesi gereken faaliyete uyarlanmış merkezi bir yapıya sahipti ya da daha doğrusu bunu inşa etti; yapısal biçim bir ’icada’ ya da bir ’modele’ değil, aşağıdaki verili unsurlara verilen bir yanıttı: homojen ve üniter taktiksel ve programatik temel (1900’de Rusya’da olduğu gibi çevreler ve akımlar topluluğu değil), benzersiz ve temel ilkeleri bakımından tarihsel dersler temelinde baştan tanımlanmış taktiksel plan ("devrimci parlamentarizmin" reddi, sendikalarda çalışma zorunluluğu, siyasi birleşik cephelerin reddi, çifte devrim alanlarında uzlaşmaz taktikler). Bu verili unsurlar, örgütün en başından itibaren tek bir siyasi çizgiyi savunan tek bir gazete etrafında şekillenen bir yapı oluşturmasına ve böylece örgütün çeşitli parçalarının ’yerel çevreler’ olarak değil, tek bir örgütün bölgesel bölümleri olarak görünmesine ve emir ve talimatların en başından itibaren tek bir noktadan (uluslararası merkezden) çıkmasına olanak sağladı.

Örgütsel yapıyı karakterize eden diğer unsurlar şunlardı: teorik faaliyet %99, proletarya arasında dış faaliyet %1; parti üyelerinin sayısı birkaç düzine ya da birkaç yüz ile sınırlıydı. Bu faktörlerin kimsenin kontrolü dışında olmadığı açıktır. Parti örgütü, onun ’işleyen’ yapısı, olması gerektiği ve ancak bu verili unsurların bir sonucu olarak olabileceği şeydi ve Ahmet, Mehmet ya da Ayşe’nin nasıl olmasını istediğiyle hiçbir ilgisi yoktu. Bu, belirli sayıda katılımcıyla gerçek verili koşullarda gerçekleştirilen parti faaliyetinin organik bir yapılanmasıydı. Bu yapılanma, tarihsel olarak elde edilmiş olgusal sonuçlara (teorik, programatik ve taktik homojenlik; tüm demokratik ve dolayısıyla ’bürokratik’ parti içi mekanizmaların kesin olarak ortadan kaldırılması) halel getirmeksizin, partinin faaliyetini yürüttüğü maddi koşullar da değiştiği ölçüde; parti faaliyetinin çeşitli sektörleri arasındaki niceliksel ilişki proleter mücadelenin yükselişine yanıt olarak değişime uğradığı ölçüde, parti üyeliği arttığı ölçüde değişecektir.

Partinin çalışması organlara, merkezileşme, koordinasyon ve politika araçlarına ihtiyaç duyar; bu araçlar, mekanizmalar vs. partinin faaliyetinin bir sonucu olarak ortaya çıkan gerçek taleplerin ifadesidir. Uygun bir yapıya ihtiyaç duyan ve onu inşa etmek, gerçekleştirmek için itici gücü, dürtüyü sağlayan partinin eylemidir. Öte yandan bu, yaşayan gerçekliğe dayatılabilecek ve partiyi faaliyetinden farklıymış gibi şekillendirebilecek belirli bir yapısal tip değildir. Partinin, kendisini bu şekilde değerlendirmek için, varlığının her anında belirli bir yapıya, belirli organlara vb. sahip olması gerektiğini iddia etmek, en soyut anti-Marksist iradeciliğe geri dönmektir. Bunu sadece biz söylemiyoruz, tüm tezlerimiz söylüyor ve başarı için kesin reçeteler arayan cahiller tarafından yanlış okunmadığı zaman Lenin de söylüyor. Çünkü daha önce de söylediğimiz gibi, bir ’örgütsel model’ varsaymak, zorunlu olarak sağlam materyalizmden daha da ciddi bir başka sapmayı beraberinde getirir: bu yapısal tipin varlığında veya başarısında partinin ’doğru devrimci politika’ izlediğinin ’garantisini’ tanımaya yol açar. Klasik sıralamamız tersine çevrilir ve örgütsel yapı taktiklerin, programın ve hatta ilkelerin garantörü haline gelir.

Marx, Lenin ve Sol için, partinin ihtiyaç duyduğu karmaşık ve sağlam örgütün var olmasını ve güçlendirilmesini ’garanti etmenin’ tek yolu, parti çalışmasını teori, program ve taktiklerin homojenliği temelinde yürütmektir. Tüm zamanların idealistleri ve Stalinistler için partinin merkezileşmesi, disiplini ve örgütsel yapısı önsel unsurlar olarak kabul edilir ve teori, program ve taktiklerin birliğini ve homojenliğini ’garanti eden’ bunlardır. Lenin’e göre örgüt, taktiklerin onsuz hayata geçirilemeyeceği koludur: özgün ön kabuller ve özgün bir çizgi temelinde yürütülen bir faaliyetin yansıması ve organik ürünü olarak tek bir örgüttür. Stalinist türden ’Leninistler’ için ise tek örgüt, merkeziyetçilik ve disiplinden sonra doğru taktiklerin ve benzersiz bir eylem çizgisinin elde edileceği ilk öncülü oluşturur.

Marksist şunu ilan eder: eğer hareket tek bir teoriyi, tek bir programı ve tek bir taktik planı kabul ederse, o zaman partinin faaliyetinin bu temeller üzerinde yürütülmesiyle merkezi ve disiplinli bir örgütsel yapı geliştirmek mümkündür. Ancak bu temellerin eksik olduğu tespit edilirse, disiplin, merkezileşme ve örgütlenme buna bağlı olarak zayıflayacaktır ve topyekün çöküşü önleyebilecek hiçbir örgütsel çare mevcut değildir.

Stalin, belirsiz, değişken ve değişime tabi olan farklı taktiklere sahip olabileceğinizi, ancak merkezileşme ve örgütsel disipline sahip olduğunuz sürece her şeyin yolunda olduğunu savunur: farklılıklar, anlaşmazlıklar, akımlar ve fraksiyonlar örgütsel önlemler kullanılarak, örgütsel yapıyı güçlendirerek ve partiyi doğru yolda tutma kapasitesine sahip örgütsel araçlar ve mekanizmalarla donatarak ortadan kaldırılabilir. Gördüğümüz gibi süreç tamamen tersine dönmüştür ve Stalinist türden ’Leninistlerin’ yalnızca son bölüm olan Ne Yapmalı?’yı okudukları, bunu da küçük burjuva model parti mitini benimsedikleri için yaptıkları anlaşılmaktadır; yapısı onu bugün, yarın ve sonsuza kadar hatalara ve sapmalara karşı garanti altına alabilecek bir parti (...) Küçük burjuvazi her zaman devrimin kesinlikle başarılı olacağına dair güvence arar!



Alıntılar


62 - Demokratik İlke, 1922

(...) Bu düşüncelerin hiçbiri kesin ve hızlı kurallar değildir ve bu da bizi hiçbir anayasal şemanın ilke anlamına gelmediği ve biçimsel ve aritmetik anlamda anlaşılan çoğunluk demokrasisinin kolektif örgütler içinde ortaya çıkan ilişkileri koordine etmek için olası yöntemlerden yalnızca biri olduğu tezimize getirir; bu yönteme içsel bir zorunluluk ya da adalet karakteri atfetmek kesinlikle imkansızdır, çünkü bu tür terimlerin Marksistler için gerçekte hiçbir anlamı yoktur ve ayrıca amacımız, eleştirdiğimiz demokratik aygıtın yerine, doğası gereği tüm kusurlardan ve hatalardan arınmış bir parti aygıtı için akılsızca bir başka proje koymak değildir.


63 - Temellere Dönüş: Komünist Partinin Doğası, 1925

(...) Tüm bunlardan çıkan sonuç, partinin devrimci niteliğinin boş çerçeveler, örgütlenme biçimi tarafından değil, toplumsal güçler ve siyasi süreçler arasındaki ilişkiler tarafından belirlendiğini savunan temel Marksist tezi yeniden ele almamız gerektiğidir (...) Tüm bu gösterilerin arkasında anti-Marksist ve anti-Leninist bir ütopyacılık yatmaktadır; zira bu ütopyacılık, gerçek toplumsal güçlerin analizinden yola çıkarak sorunları ele almak yerine, ayrıntılı tüzükler, örgütsel projeler ve kurallar dizileri hazırlamaktadır. Fraksiyonlar sorununa yönelik, her şeyin fraksiyonların nasıl yasaklanacağı ve ezileceğinin kağıt üzerinde kodlanmasına indirgendiği yanlış ideolojik yaklaşım da benzer bir yanılgıya dayanmaktadır.


64 - İ.K.P. 3. Kongresinde Solun Tezleri (Lyon Tezleri), 1926

I, 2 - (...) Devrimci hareketin yozlaşması tehlikesine ve liderleri ile üyelerinde siyasi çizginin gerekli sürekliliğini garanti altına alma araçlarına gelince, bu tehlikeler örgütsel formüllerle ortadan kaldırılamaz.


65 - Sınıf Mücadelesinde Güç, Şiddet ve Diktatörlük, 1948

V - (...) İtalya Komünist Solu’nun "devrimci güvenceler sorunu" olarak adlandırabileceğimiz konudaki tutumu, her şeyden önce, hiçbir tüzüksel ya da sözleşmesel hükmün partiyi yozlaşmaya karşı koruyamayacağıdır.


66 - Genel Yol Gösterici İlkeler, 1949

(...) Hareketin merkez ve çevre organları arasındaki doğru işleyiş ilişkisi anayasal şemalara değil, işçi sınıfının kapitalizme karşı tarihsel mücadelesinin topyekyun diyalektik açılımına dayanır.


67 - Örgütlenme Sorunu Üzerine Tezler Hakkında Notlar, 1964

6 - (...) İlk paragraf genellemelerle ilgilidir ve örgütlenme sorununun değişmez bir ilkeyle düzenlenemeyeceğini, devrimci sınıf mücadelesi aşamasında ve sosyalizmin gerçekleşmesine doğru ilerleyen geçiş döneminde, komünist toplumun ilk aşamalarında partinin faaliyetinin koşullarına ve amaçlarına uyum sağlaması gerektiğini ortaya koyar. Ülkeden ülkeye değişen koşullar dikkate alınmalıdır, ancak belirli sınırlar dahilinde. "Bu sınır [bugün herkes bunu unutmuştur], farklı ülkelerdeki ve proleter devrimin farklı aşamalarındaki proleter mücadele koşullarının benzerliğine bağlıdır ki bu, her şeyden önce komünist hareket için temel öneme sahip bir olgudur. Tüm ülkelerdeki komünist partilerin örgütlenmesi için ortak temeli sağlayan bu benzerliktir: komünist partilerin örgütlenmesini bu temelde geliştirmeliyiz, var olanın yerine yeni bir model parti kurmaya yönelmemeli ya da mutlak doğru örgütlenme ve ideal tüzük formülü peşinde koşmamalıyız".


68 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

11 - (...) Sol, Marx ve Lenin’in temel tezlerinden bir diğerini, yani partiyi kaçınılmaz olarak etkileyecek değişimler ve tarihsel krizler için bir çarenin, partiyi yozlaşmaya karşı koruma özelliğine sihirli bir şekilde sahip anayasal veya örgütsel formüllerde bulunamayacağını kararlılıkla savunur. Böyle bir yanlış umut, Proudhon’a kadar uzanan ve sayısız bağlantı yoluyla İtalyan Ordinovizminde yeniden ortaya çıkan birçok küçük burjuva yanılsamasından biridir: toplumsal sorunun üretici örgütlerine dayalı bir formülle çözülebileceği. Partilerin evrimi boyunca, resmi partilerin izlediği yol kuşkusuz sürekli U dönüşleri ve iniş çıkışlarla ve aynı zamanda yıkıcı uçurumlarla işaretlenecek ve tarihsel partinin yükselen yolu ile çatışacaktır. Sol Marksistler çabalarını, olumsal partilerin kırık eğrisini tarihsel partinin sürekli ve uyumlu eğrisiyle yeniden hizalamaya yöneltirler. Bu bir ilke tavrıdır, ancak bunu örgütsel bir reçeteye dönüştürmeye çalışmak çocukçadır. Tarihsel çizgiye uygun olarak, yalnızca insanlığın, kapitalist sınıfın ve proleter sınıfın geçmişinin ve bugününün bilgisini değil, aynı zamanda toplumun ve insanlığın geleceğinin doğrudan ve kesin bilgisini de kullanıyoruz; bu gelecek, doktrinimiz tarafından sınıfsız ve devletsiz bir toplumda doruğa ulaşacağı kesinliği ile haritalandırılmıştır, ki bu da bir anlamda partisiz bir toplum olarak düşünülebilir; Tabii ’parti’den diğer partilere karşı savaşan değil, insanlığı fiziksel doğanın tehlikelerine ve onun evrimsel ve nihayetinde felaket getiren süreçlerine karşı savunan bir organ anlaşılmıyorsa.

Komünist Sol her zaman, proletaryanın resmi partiler silsilesinin üzücü olumsallıklarına karşı verdiği uzun mücadelenin, yıllar ve yüzyıllar boyunca kesintisiz ve uyumlu bir şekilde devam eden, doğmakta olan proleter doktrinin ilk bildirilerinden, devrimin süpürüp atması gereken mevcut açgözlü toplumun dokusunu ve sinir düğümlerini iyice tanımladığımız ölçüde çok iyi bildiğimiz geleceğin toplumuna giden tarihsel partinin parlak izine bağlanan tutumları onaylayarak yürütüldüğünü düşünmüştür (...)

Ama aynı derecede, belki de daha beyhude olan mükemmel bir parti modeli inşa etme fikri, iktidarını koruyamayan, çökmekte olan ekonomik sistemini sürdüremeyen ve hatta doktriner düşüncesi üzerinde kontrol uygulayamayan burjuvazinin çürümekte olan zayıflıklarının kokusunu taşıyan bir fikirdir. Bu aptal, biçimsel, otomatik modeller aracılığıyla kendi hayatta kalmasını sağlama fikri, tarih ve uygarlık çağı söz konusu olduğunda tek kelimeyle özetlenebilecek bilimsel kesinlikten kaçmak için çarpıtılmış robotik teknolojilere sığınır: Ölüm!

 


Bölüm 2
Güvenceler’

1922’den 1970’e kadar tarih sırasına göre dizilmiş olan bu bölümdeki alıntılar, örgütsel sorunlara ilişkin komünist anlayışta sürekli bir çizgi izlemektedir. Bu çizgiye göre, partinin merkezi ve disiplinli örgütlenmesi, çoğunluğun görüşünün demokratik bir şekilde alınmasına ve liderlerin ya da liderler grubunun fermanlarına değil, doktrin, ilkeler, program ve amaçlar konusundaki çizgisinin açık ve sürekli bir şekilde netleştirilmesine ve bu pozisyonların örgüt tarafından giderek daha derin bir şekilde kazanılmasına dayanır. Sonuç olarak, örgütün tüm üyelerinin farkında olması gereken açık taktik normların sınırlarının çizilmesine ve bunların olası tüm sonuçlarının net bir şekilde anlaşılmasına dayanır. Bu nedenle örgüt inşası çalışması, mevcut örgütün sadece güncel bir ifadesi olduğu deneyimlerin ve dinamik bilançoların tarihsel mirasını tüm örgüt için açık ve net hale getirmeyi amaçlayan vazgeçilmez bir görevdir. Eğer teorik, programatik ve taktik temellerde homojenlik ve tüm üyeler tarafından kabullenme varsa, bunun sonucu olarak örgütsel disiplin alanında da homojenlik, yani merkezden verilen emirlere genel ve kendiliğinden bir itaat zorunlu olarak var olacaktır.

Böyle bir homojenliğin yokluğunda, farklılıkları disiplin baskısı uygulayarak, merkezin emirlerine itaate zorlayarak ya da kararlarını çevreye dayatabilecek güçlü bir merkezi organ aracılığıyla çözme girişimleri tamamen boşuna olacaktır. Bunun yerine, partinin doktrinel, programatik ve taktik çizgilerini geleneğimizin ışığında şekillendirip bileyerek homojen tabanı yeniden inşa etmek gerekecektir. Şimdi bu, ’partinin mutlak ve tartışılmaz yetkilere sahip merkezi organları olmamalıdır’ demekle aynı şey değildir; bu, merkezin emirlerine itaat edilmesinin sağlanmasının, merkezin itaatsizleri cezalandırma kapasitesine değil, itaatsiz insanlar olmayacak şekilde çalışmasına bağlı olduğu anlamına gelir; ve böyle bir durum örgütsel yaptırımlarla değil, tüm örgütün doktrinsel, programatik ve taktiksel temellerini bütünleştirmek için sürekli devam eden çalışmasıyla elde edilir.

İnsanlar: "Teorik, programatik ve taktiksel sorunlardaki ayrılıklar, yeterli örgütsel merkezileşmeye sahip olmadığımız için, merkez kendi çözümlerini örgüte dayatamadığı için ortaya çıkıyor" dediklerinde, sorunu tersine çeviriyor ve Sol tarafından çizilen tarihsel yoldan sapıyorlar demektir. Dahası, parti yok ediliyor, çünkü sürecin sonunda olması gereken şey sürecin başına yerleştiriliyor. Disiplin bir çıkış noktası değil, varış noktasıdır ve eğer filanca zamanda merkezin emirleri örgüt içinden dirençle karşılaşırsa, bu ya örgütün dayandığı geleneksel temellerle çeliştiği anlamına gelir (bu durumda bu direnç olumludur), ya da örgüt bu geleneksel temelleri tam olarak edinmemiş ve benimsememiştir. Her iki durumda da yaptırım, idari tedbirler ve cezalandırma partinin acil ihtiyaçlarına hizmet edebilir ve onu harekete geçirebilir, ancak durumu kesinlikle çözmeyecektir. Teorik, programatik ve taktiksel homojenliğe sahip olmanın otomatik olarak merkezi bir örgütlenmeye yol açmayacağını söylemek Sola karşı ucuz bir saldırıdır. Örgüt elbette inşa edilmelidir, ancak daha önce incelediğimiz temeller üzerinde desteklenmesi gerekir. Ve sonra örgütün inşası tamamen teknik bir mesele haline gelir; partinin faaliyetini koordine etmeye, uyumlaştırmaya ve yönlendirmeye hizmet eden pratik araçların edinilmesi açısından mantıksal bir sonuçtur. Talimatları planlayan ve yayınlayan işlevsel bir merkezi organa ihtiyacımız olacak; parti faaliyetinin çeşitli alanlarında sorumluluk alacak insanlara ihtiyacımız olacak; merkezi ve etkin bir iletişim ağına ihtiyacımız olacak; yüzlerce işlevsel araca ihtiyacımız olacak ve bunları kurmak kolay olmayacak. Kesinlikle! Ancak yukarıda bahsedilen temele dayanmadığı sürece bunların hepsi boşa gidecektir. Bu biçimsel araçların partinin iyi işleyişinin ve iç disiplininin nihai garantisi olduğu düşünülürse vay halimize. Bu, partinin eşgüdümlü ve merkezi bir şekilde hareket etmek için kullanmak zorunda olduğu teknik araçlar meselesidir; ancak bunlar kesinlikle eylemlerin kendisini, merkezileşmeyi ya da disiplini garanti etmez.

 


Alıntılar


69 - İ.K.P. 2. Kongresinde Taktik Üzerine Tezler (Roma Tezleri), 1922

29 - (...) Parti programı her ne şekilde olursa olsun ulaşılması gereken basit bir amaç olarak değil, birbiriyle ilişkili yolların ve varış noktalarının tarihsel bir perspektifi olarak nitelendirilebileceğinden, birbirini izleyen durumlarda benimsenen taktikler programla ilişkili olmalı ve dolayısıyla birbirini izleyen durumlarda benimsenen genel taktik normlar çok katı olmayan sınırlar içinde net bir şekilde belirlenmeli, hareket güç kazandıkça ve nihai zafere yaklaştıkça daha da netleşmeli ve daha az dalgalanmalıdır. Ancak böyle bir kriter, eylemi etkili bir şekilde yönlendirmek için gerekli olan partiler ve Enternasyonal içindeki gerçek merkezileşmenin optimum seviyesine daha da yaklaşmamızı sağlayabilir; öyle ki merkezden gelen emirler sadece komünist partiler içinde değil, aynı zamanda örgütlemeyi başardıkları kitle hareketi içinde de isteyerek kabul edilecektir. Ancak unutulmamalıdır ki, hareketin organik disiplinini bir kez kabul ettikten sonra, bireylerin ve grupların inisiyatif faktörü hala mevcuttur ve bu da durumların nasıl geliştiğine ve bunlardan neyin ortaya çıktığına ve mevcut sistem tarafından proletaryaya dayatılan yaşam koşullarıyla mücadele etmenin en etkili yolunu keşfetmek için deneyimler açısından sürekli, mantıksal bir ilerlemeye ve izlenen yolda değişikliklere bağlıdır. Bu nedenle, genel taktik normlar bütününü sistematik bir şekilde açıklamak partinin ve Enternasyonal’in görevidir, çünkü sonunda kendi saflarını ve proletaryanın onların etrafında toplanmış katmanlarını bu taktik normları uygulamaya ve onlar adına fedakarlık yapmaya çağırabilir.


70 - İ.K.P.’nin IV. Kongresinde Komintern’in Taktikleri Üzerine Tezler, 1922

(...) Disiplin krizlerinden kaçınmak ve oportünizm tehlikesini bertaraf etmek için Komünist Enternasyonal’in örgütsel merkezileşmesini, hangi yöntemlerin uygulanacağını tam olarak belirten açık, kesin taktik kararlarla desteklemesi gerekir.

Siyasi bir örgüt, yani her bir üyesinin gönüllü bağlılığına dayanan bir örgüt, ancak tüm üyeleri merkezin kendilerine farklı durumlarda uygulamalarını emredebileceği bir dizi yöntemin farkında olduğunda ve bunları kabul ettiğinde merkezi eylemin gerekliliklerine yanıt verebilir.

Maddi yaptırımlardan ziyade psikolojik faktörlere dayanan merkezin otoritesi ve prestiji, tamamen programatik bildirilerin ve mücadele yöntemlerinin netliğine, sağlamlığına ve sürekliliğine bağlıdır. Proleter enternasyonalinin etkili bir birleşik eylem merkezi oluşturabilmesinin güvencesi yalnızca buna dayanır.

Sağlam bir örgüt ancak örgütsel normlarının sağladığı sağlam temel üzerinde yükselebilir; her bireye bu normların tarafsız bir şekilde uygulanacağı güvencesi verilerek isyanlar ve firarlar en aza indirilir. Örgütsel tüzük, en az ideoloji ve taktik normlar kadar, bir birlik ve süreklilik duygusu vermelidir.


71 - Komintern IV Kongresinde Sol Temsilcisinin Konuşması, 1922

(...) Gücün tamamen merkezileştirilmesini ve en yüksek merkezi organlara devredilmesini destekliyoruz. Ancak lider merkezin inisiyatiflerine uyulmasını sağlamak için gerekli olan şey, bir yandan disiplinle ilgili ciddi vaazlar, diğer yandan da disipline saygı gösterileceğine dair yürekten verilen sözler değildir (...) Marksist diyalektiğin ışığında, bir makine, bir ordu değil, gelişimi her şeyden önce bir ürün ve ikinci olarak da gelişen tarihsel durumun bir faktörü olan gerçek bir üniter bütün olan örgütümüzün doğasını aklımızda tutarsak, disiplinin sağlanacağına dair güvence başka bir yerde aranmalıdır. Disiplin ancak eylem yöntemlerimizin uygulanabilir olduğu sınırlar belirlenerek, programlarımız ve temel taktik kararlarımız ve örgütsel önlemlerimiz açıkça tanımlanarak sağlanabilir.


72 - Komünist Örgütlenme ve Disiplin, 1924

Hareketin tüm sorunlarının eleştirel değerlendirilmesinde de evrensel bir fikir birliğinden kaynaklanacak tam ve mükemmel bir disiplini düşünmek; böyle bir disiplini nihai bir sonuç olarak değil, kör bir inançla kullanılması gereken yanılmaz bir araç olarak görmek, kısaca şunu söylemek anlamına gelecektir: "Enternasyonal dünya Komünist Partisidir ve merkezi organlarının her açıklamasına sadakatle uyulmalıdır". Bu kesinlikle sorunu biraz sofistike bir şekilde tersine çevirmek olacaktır.

Soruna ilişkin analizimizin başında, komünist partilerin üyelikleri "gönüllü" olan örgütler olduğunu hatırlamalıyız. Bu gerçek, partilerin tarihsel doğasından kaynaklanmaktadır (...) İşin gerçeği, kimseyi kart taşıyan bir üye olmaya zorlayamayız, komünistleri askere alır gibi üye kaydedemeyiz, iç disipline uymayanlara yaptırım uygulayamayız: her üye istediği zaman ayrılmakta özgürdür (...)

Sonuç olarak, avantajları olsa da, yukarıdan gelen emirlerin yerine getirilmesinde tam itaat formülünü benimseyemeyiz. Merkezi hiyerarşilerden gelen emirler başlangıç noktası değil, bir kolektivite olarak anlaşılan hareketin işleyişinin sonucudur (...)

Yukarıdan gelen emir ve yönetmelikler her ne olursa olsun, bunların hayata geçirilmesini güvenilir bir şekilde sağlayacak mekanik bir disiplin yoktur. Bununla birlikte, hareketin gerçek kökenlerine yanıt veren ve azami disiplini, yani tüm örgütün birleşik eylemini garanti edebilecek bir dizi emir ve yönetmelik vardır; ve tersine, merkezden kaynaklanan, disiplini ve örgütsel sağlamlığı tehlikeye atabilecek başka direktifler de vardır (...)

Marksist diyalektiğe sadık kaldığımız inancıyla tezimizi şu şekilde özetliyoruz: partinin eylemi ve benimsediği taktikler, yani partinin "dış dünyaya" karşı hareket tarzı, örgüt ve onun "iç" yapısı üzerinde de sonuçlar doğurur. Partinin, bir tür sınırsız disiplin adına, "her türlü" eylem, taktik ya da stratejik manevrada, yani tüm parti militanlarının bildiği iyi tanımlanmış sınırların dışında yer almaya hazır olması gerektiğini iddia eden herkes, partiyi ölümcül bir şekilde tehlikeye atacaktır.

Arzu edilen azami birlik ve disiplin sağlamlığı seviyesine ancak bu platform temelinde meseleyle yüzleşerek etkili bir şekilde ulaşabiliriz, sıradan bir mekanik itaat kuralı tarafından zaten önyargılı bir şekilde çözüldüğünü iddia ederek değil.


73 - Komintern V. Kongresinde Sol Temsilcisinin Konuşması, 1924

(...) Gerçek bir merkezileşme ve gerçek bir disiplin istiyoruz. Bunun gerçekleşmesi için taktik direktiflerimizin net olması ve örgütlerimizin diğer partilere karşı tutumunun tutarlı olması gerekir.


74 - İ.K.P. 3. Kongresinde Solun Tezleri (Lyon Tezleri), 1926

I, 3 - (...) Taktikleri ana hatlarıyla tahmin etme olasılığını ve gerekliliğini reddetmek - durumları tahmin etmek değil, ki bu herhangi bir kesinlik derecesiyle çok daha az mümkündür, ancak nesnel durumların ilerlemesine dayanan çeşitli varsayımsal senaryolarda ne yapmamız gerektiğini tahmin etmek - partinin rolünü reddetmek ve parti militanlarının ve kitlelerin her koşulda lider merkezden emir almayı kabul edeceklerine dair verebileceğimiz tek güvenceyi reddetmek anlamına gelir. Bu anlamda parti bir ordu ya da devlet mekanizması, yani hiyerarşik otoritenin hüküm sürdüğü ve gönüllü bağlılığın hiçbir öneminin olmadığı bir organ değildir; parti üyesine, hiçbir maddi yaptırıma maruz kalmadan, emirlere itaat etmemek için her zaman bir yol açık bırakıldığını belirtirken bariz olanı belirtiyoruz: partinin kendisini terk etmek. İyi taktikler, durum değiştiğinde ve lider merkezin partiye ve daha da önemlisi kitlelere danışmak için yeterli zamanı olmadığında, parti ve proletarya içinde devrimci kampanyanın başarısını baltalayabilecek beklenmedik yansımalara yol açmazlar. Partinin emirlere nasıl tepki vereceğini ve hangi emirlerin iyi karşılanacağını tahmin etme sanatı, devrimci taktiklerin sanatıdır; bu sanata ancak geçmişin açık eylem kurallarında özetlenen deneyimlerinden kolektif olarak yararlanıldığı ölçüde güvenilebilir (...) Bunu söylemekte hiç tereddüt etmiyoruz çünkü partinin kendisi mükemmelleştirilebilir ama mükemmel olmayan bir şeydir. Belli bir şematizasyonu gerektirse bile, taktik normların ikna edici kapasitesine, açıklık uğruna çok şey feda edilmelidir (...) İyi parti iyi taktik yapmaz, iyi taktik partiyi iyi yapar ve iyi taktikler ancak temel hatlarıyla herkes tarafından anlaşılan ve kabul edilen taktikler olabilir.


75 - Komintern VI Genişletilmiş Yürütme Komitesi’nde Sol Temsilcisinin Konuşması, 1926

(...) İçinde görüş ayrılıkları ve farklı gruplaşmalar olmayan, kesinlikle homojen bir komünist partiye sahip olmamız gerektiği doğrudur. Ancak bu ifade bir dogma, önsel bir ilke değildir; gerçek komünist partinin oluşumuna yol açacak gelişme sürecinde, yani tüm ideolojik, taktik ve örgütsel sorunların doğru bir şekilde ortaya konması ve çözülmesi koşuluyla, uğruna mücadele edebileceğimiz ve etmemiz gereken bir amaçtır.


76 - İşçi Sınıfının Devrimci Partisinin Doğası, İşlevi ve Taktikleri, 1947

(...) Bu başarısızlıkların nedeni, birbirini izleyen taktik sloganların, komünist örgütün çeşitli sonuçlara yönelik herhangi bir hazırlığı olmaksızın, beklenmedik sürprizler karakteriyle partilere ve kadrolarına yağması gerçeğinde yatıyor olmalıdır. Durumların ve tepkilerin tüm yelpazesini öngörebilmek için, partinin taktik planları üst hiyerarşilerin ezoterik bir tekeli haline gelemez ve gelmemelidir, ancak teorik tutarlılıkla, militanların siyasi vicdanıyla, hareketin gelişim gelenekleriyle sıkı bir şekilde koordine edilmeli ve önceden hazırlıklı olacak ve partinin üniter yapısının mücadelenin gelişimindeki olumlu veya olumsuz olaylar dizisine tepkilerinin ne olacağını öngörebilecek şekilde örgüte nüfuz etmelidir. Partiden daha fazla ve farklı bir şey beklemek ve dümenin beklenmedik dönüşleriyle partinin parçalanmayacağına inanmak, daha kapsamlı ve devrimci bir konsepte sahip olmak değildir, aksine somut tarihsel karşılaştırmaların da gösterdiği gibi, devrimci partinin ya burjuva siyasetinin bozguncu etkisi karşısında çözüldüğü ve battığı ya da baskıcı girişimler karşısında daha kolay teşhir edildiği ve silahsızlandırıldığı oportünizmle sonuçlanan klasik süreçtir.


77 - Sınıf Mücadelesinde Güç, Şiddet ve Diktatörlük, 1948

V - (...) Militan ile parti arasındaki ilişki bir bağlılığa dayanır ve istenmeyen ’sözleşmeye dayalı’ sıfatından kaçınan bu bağlılık anlayışımızı basitçe diyalektik olarak tanımlayabiliriz. Bu, her iki yöne de akan ikili bir ilişkidir: merkezden tabana ve tabandan merkeze. Merkezin eylemi diyalektik ilişkinin iyi işleyişine uygunsa, tabandan gelen sağlıklı tepkilerle karşılanır.

Dolayısıyla ünlü disiplin sorunu, liderliğin eylemine getirilen sınırlamaların doğru bir yansıması olarak tabandaki militanlar üzerinde bir sınırlamalar sistemi kurmaktan ibarettir.


78 - Marksizm ve Otorite, 1956

29 - (...) ’Demokratik’ sıfatı, kongrelerde kararların taban örgütlerinin oyların sayılmasıyla alındığını kabul eder. Ancak oyların sayılması, merkezin tabana itaat etmesini ve bunun tersinin olmamasını sağlamak için yeterli midir? Burjuva seçimciliğinin uğursuzluğunu bildiğimiz için, bu gerçekten mantıklı mı?

Sık sık bahsettiğimiz ve Ölülerle Diyalog’da tekrar vurgulanan güvenceleri hatırlayalım. Doktrin: Bu, hareketin klasik metinlerinde en başta belirlenmiştir ve Merkezin bunu değiştirmesine izin verilmez. Örgütlenme: uluslararası düzeyde benzersizdir, bir araya gelmeler ya da birleşmeler yoluyla çeşitlenmez, sadece bireylerin kabulü yoluyla çeşitlenir; üyeler başka hareketlere ait olamaz. Taktikler: olası manevralar ve eylemler kapalı bir sistem kullanılarak uluslararası kongrelerde alınan kararlarda öngörülmelidir. Taban, merkezden izin almadan eylem başlatmamalıdır: merkez, yeni taktik manevralar icat etmek için bahane olarak yeni faktörler sunmamalıdır. Parti tabanı ile merkez arasındaki bağ diyalektik bir biçim alır. Eğer parti devlet içinde ve devlete karşı harekete geçen sınıflara karşı sınıf diktatörlüğünü uyguluyorsa, parti merkezinin taban üzerinde diktatörlüğü söz konusu değildir. Böyle bir diktatörlük mekanik ve biçimsel bir iç demokrasi yoluyla değil, bu diyalektik bağlara saygı gösterilerek ortadan kaldırılır.


79 - Ölülerle Diyalog, 1956

77 - (...) Güvencelerimiz basit ve iyi bilinmektedir.

1 - Teori - Söylediğimiz gibi, tarihin her evresinde ortaya çıkmaz ve ortaya çıkışı Büyük Adamlara, Dehalara bağlı değildir. Sadece belirli kilit kavşaklarda ortaya çıkar ve ’genel özellikleri’ ile ilgili olarak doğum tarihini biliyoruz, ancak atasını bilmiyoruz. Teorimiz zorunlu olarak 1830’dan sonra İngiliz ekonomisi temelinde ortaya çıkmıştır. Bütün bir sistemin omurgasını oluşturduğu ölçüde bir güvence sağlar (mükemmel gerçeğin ve bilimin ulaşılamaz hedefler olduğu ve hatanın boyutuna karşı mücadele etmenin gerçekçi olarak beklenebilecek tek şey olduğu kabul edilse bile). Önünde sadece iki tarihsel yol vardır: ya gerçekleşir ya da yok olur. Partinin teorisi, tarihi ve onun geçmiş ve gelecekteki seyrini yöneten bir dizi yasadan oluşur ve bu nedenle önerdiğimiz güvence şudur: teoride hiçbir revizyona veya ’iyileştirmeye’ izin verilmez. Yaratıcılık yer yoktur.

2 - Örgütlenme - Hem teorinin kendisine sadık kalınması hem de mücadeleden elde edilen deneyimin aktarılması açısından tarihsel sürekliliğe sahip olmalıdır. Büyük zaferler ancak dünyanın geniş bölgelerinde ve uzun zaman dilimlerinde bu başarıldığında gelecektir. Merkeze karşı güvence, merkezin verdiği emirlerde yaratıcı olma hakkına sahip olmaması ve sadece savaş emirlerinin hareketin doktrini ve tarihsel perspektifinin kesin sınırları içinde kaldığı ölçüde, dünya çapında ve uzun bir süre boyunca belirlendiği gibi itaat edilmesini sağlamaktır. Güvence, ’özel’, yerel ya da ulusal durumlardan, beklenmedik acil durumlardan ya da özel beklenmedik durumlardan faydalanmaktan kaçınmakta yatmaktadır. Ya tarih, zaman ve mekandaki uzak noktalar arasında belirli genel bağlantıların kurulmasına izin verir ya da geleceğin toplumunu yaratmak için mücadele eden devrimci bir partiden söz etmek anlamsızdır. Her zaman ele aldığımız gibi, partinin eylemini temelden şekillendiren büyük tarihsel ve ’coğrafi’ alt ayrımlar vardır: kıtalar ve yüzyıllar boyunca uzanan alanlar üzerinde; hiçbir parti liderliği bir yıldan diğerine değişen türden ani değişiklikleri ilan edemez. Binlerce örnek şu teoremimizi doğrulamıştır: ’yeni bir rota’ ilan eden her zaman haindir.

Tabana ve kitlelere karşı güvence, üniter ve merkezi eylemin, meşhur ’disiplinin’, liderlik yukarıda bahsedilen teori ve pratik kurallarına sıkı sıkıya bağlı olduğunda ve yerel grupların kendi özerk programlarını, perspektiflerini ve hareketlerini ’yaratmalarına’ izin verilmediğinde elde edildiği gerçeğinde yatmaktadır. Piramidin tabanı ile tepesi arasındaki bu diyalektik ilişki (ki otuz yıl önce Moskova’da bunu tersine çevirmek istedik), eşsiz olduğu kadar gayri şahsi de olan partinin tarihi okuma, ona müdahale etme ve böyle bir olasılık ortaya çıktığında bunu belirtme gibi ayrıcalıklı bir yetiye sahip olmasını sağlayan anahtardır. Stalin’den Stalinist bir komiteye geçerken hiçbir şey tersine çevrilmemiştir.

3 - Taktikler - parti mekanizması ’yaratıcı’ stratejileri yasaklar. Operasyon planı kamuya açıktır ve uygulanacağı bölgesel ve tarihsel alanların kesin sınırları tanımlanmıştır. Bariz bir örnek: 1871’den beri parti Avrupa’da devletler arasında hiçbir savaşı desteklememiştir. Parti 1919’dan bu yana Avrupa’da hiçbir seçime katılmamıştır (ya da katılmamalıdır...). Asya ve Doğu’da parti bugüne kadar demokratik ve milli devrimci hareketleri ve proletarya ile yerel burjuvazi dahil diğer sınıflar arasındaki mücadele ittifakını desteklemiştir. Bu kaba örnekleri, her yerde ve her zaman uyguladığımız tek bir katı şema olduğunun söylenmesini önlemek ve tamamen tarihsel materyalist olan bu yapının etik, estetik ve hatta mistik olan hareketsiz önermelerden türediği şeklindeki ünlü suçlamadan kaçınmak için veriyoruz. Parti ve sınıf diktatörlüğü, ne olduğu açıkça ve alenen ilan edildiği ve geniş bir tarihsel zaman yayının bağlamına oturtulduğu; varlığını ikiyüzlü bir çoğunluk kontrolüne değil, yalnızca düşman güçlerin gücüne bağlı kıldığı sürece oligarşi gibi gözden düşmüş bir biçime dönüşmeyecektir. Marksist parti, materyalist doktrininden çıkan açık sonuçlardan utanmaz; ve duygusal görüşlerle ya da görünüş uğruna bu sonuçları çıkarmaktan çekinmez.

Program, mevcut yapının tamamen yadsınması olduğu ölçüde, gelecekteki toplum yapısının net bir taslağını içermelidir ve bu bizim her yerde ve her zaman varış noktamız olmalıdır. Mevcut toplumu tanımlamak devrimci görevin yalnızca bir parçasıdır. Onu karalamak ve küçümsemek bizi ilgilendirmediği gibi, eski toplumun sınırları içinde gelecekteki toplumun inşası da bizi ilgilendirmez. Ancak mevcut üretim ilişkilerinin acımasızca yıkılması, yıkılan engellerin üzerinden, parti doktrini tarafından bu kadar ayrıntılı bir şekilde yorumlanan yeni toplumsal örgütlenme biçimlerinin nasıl ortaya çıkacağını bilimsel olarak öngören açık bir programa göre gerçekleşmelidir.


80 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

13 - (...) Organik merkeziyetçi şemada parti üyelerinin taranması, Moskova merkezcilerine karşı her zaman desteklediğimiz bir şekilde yürütülmektedir. Parti, doktrininin, eyleminin ve taktiklerinin ayırt edici özelliklerini, mekansal ve zamansal sınırları aşan benzersiz bir metodolojiyle geliştirmeye ve rafine etmeye devam ediyor. Açıkçası bu tanımlamalardan rahatsız olan herkes çekip gidebilir.


81 - "Komünist Enternasyonal’in IV. Kongresinde İ.K.P.’nin Taktikler Üzerine Tezleri"ne Giriş, 1965

(...) Bazı noktalar örgütlenme sorunuyla ilgilidir. Merkezileşmeyi ve üniter disiplini sağlamak için her türlü federalizm geleneği ortadan kaldırılmalıdır. Ancak bu tarihi sorun mekanik yöntemlerle çözülemeyecektir. Yeni Enternasyonal de, oportünist tehlikelerden ve iç disiplin krizlerinden kaçınmak istiyorsa, merkezileşmesini sadece net bir programa değil, aynı zamanda net taktiklere ve çalışma pratiklerine dayandırmalıdır. Daha IV. Kongre’de, Merkez’in otoritesini güvenle dayandırabileceği yegane güvencenin bu olduğunda ısrar etmiştik.


82 - Ek Tezler... (Milan Tezleri), 1966

7 - (...) Zafere doğru amansızca ilerleyen devrimci parti içinde emirlere itaat kendiliğinden ve eksiksizdir ama körü körüne ya da zorunlu değildir. Aslında, tezlerimizde ve ilgili destekleyici belgelerde gösterildiği gibi, merkezi disiplin, tabanın görev ve eylemlerinin merkezinkilerle mükemmel bir uyumuna eşdeğerdir ve anti-Marksist bir gönüllülüğün bürokratik uygulamaları bunun yerini tutamaz.


83 - "Komünist Enternasyonal’in IV. Kongresinde İ.K.P.’nin Taktikler Üzerine Tezleri"ne Giriş, 1970

(...) Sonuç olarak, mekanik olmayan, medeni hukuk veya ceza hukuku tefsirine dayanmayan, organik olan gerçek bir uluslararası disiplinin temelleri, yerini hem müzakereci hem de icracı bir organ tarafından dayatılan resmi bir disipline bıraktığında çökmektedir; karmaşık ve öngörülemez manevralar oyunu içinde teorik, pratik ve örgütsel süreklilik çizgisini koruma kapasitesi, bir şekilde kalıcı olarak bağışıklık kazanmış olduğu inancı tarafından kendisine önsel olarak verildiği varsayılmaktadır (...)

Disiplin, homojen bir programın ve tutarlı bir uygulamanın ürünüdür: doğaçlamanın bağımsız değişkenini bir kez devreye sokmaya başladığınızda, onu bir dizi kısıtlayıcı maddeyle çevrelemek zorunda kalırsınız. Sürecin sonunda geriye sadece düğüm kalır. Ya da tercih ederseniz, Stalin.


84 - İ.K.P. 3. Kongresi’nde Solun Tezleri’ne Giriş (Lyon Tezleri), 1970

Bu nedenle disiplinin temelini, ilkelerin ve taktik direktiflerin netliği, sağlamlığı ve değişmezliğinin sağlam kaidesi üzerinde destekleyerek atmak gerekir. Parlaklığı nedeniyle çok uzun zaman önceymiş gibi görünen o yıllarda disiplin organik bir şekilde yaratılmış ve Bolşevik Partinin granit gibi doktrinel gücüne ve pratiğine kök salmıştı; bugün ise ya dünya çapındaki hareketin kolektif temeli üzerinde, ciddiyet ruhu ve zamanın önemine dair kardeşçe bir anlayışla yeniden inşa edilecek ya da her şey kaybedilecektir (...)

Özgün, açık ve kesin biçimiyle programa yönelik disipline uyulmadı; bu disiplinsizlikten kaynaklanan karışıklığın, "gerçek Bolşevik partilerin" in vitro olarak yeniden yaratılmasıyla önlenebileceği söylendi. Ve hepimiz Lenin’in partisinin bu karikatürlerinin Stalin’in topuğu altında nasıl sonuçlandığını biliyoruz. 4. Kongre’de şu uyarıda bulundular: "Disiplin ancak yöntemlerimizin uygulanabilir olduğu sınırları tanımlayarak, programlarımızı ve temel taktik kararlarımızı açıkça tanımlayarak ve örgütsel önlemlerimizle güvence altına alınabilir". 5. Kongre’de, tüm disiplinin ve örgütsel homojenliğin bağlı olduğu alanlarda açıklık ve kesinlik yoksa, sorunsuz bir disiplin hayali peşinde koşmanın anlamsız olduğunu tekrarladık; uluslararası organın sürekliliği ve prestiji, sadece çevreye değil liderlere de pratik eylemi ve dolayısıyla eylemin kendisini belirleyen ilkeleri "seçme özgürlüğü" tanınarak sürekli olarak yok ediliyorsa, tek bir dünya partisi hayallerine kapılmanın boşuna olacağını; ve eğer uzlaşmaz amaçlar ve bu amaçlara yönelik araçların bağlılığı anlamına gelmiyorsa, "bolşevikleşme" fikrine başvurmanın ikiyüzlülük olduğunu tekrarladık.


85 - ’1945 Sonrası Tezler’e Giriş, 1970

(...) Eğer parti böyle bir teorik ve pratik homojenliğe sahipse (ki bu sahiplik her zaman için güvence değildir, daha ziyade dişle tırnakla savunulacak ve gerekirse defalarca geri kazanılacak bir gerçekliktir), o zaman aynı zamanda onun disiplini olan örgütü, program ve pratik eylemin üniter aracı üzerinde organik olarak doğar ve gelişir ve çeşitli açıklama biçimlerinde, organlarının hiyerarşisinde, partinin tüm işlevlerinin toplamıyla mükemmel bir bağlılığını ifade eder.




Bölüm 3
Akımlar ve Fraksiyonlar

Bu nedenle Sol, parti içinde muhalefet ve fraksiyonların ortaya çıkmasını, parti organına bulaşmış bir hastalığın semptomu, dışa vurumu olarak görür. Dolayısıyla mesele semptomlarla mücadele etmekten çok, her zaman partinin kolektif çalışmasının ve merkezi işlevlerinin yanlış yürütülen bazı yönlerinde bulunacak olan hastalığın nedenlerini bulmaktır. Partinin faaliyeti, dayandığı tarihsel çizgiden uzaklaşmaktadır; örgütün teorik, programatik ve taktik temelleri özümsemesi yetersizdir: bunun sonucunda farklı değerlendirmeler ve fraksiyonlar ortaya çıkabilir. Solun tezi budur. Ya da parti oportünizmin neden olduğu dejeneratif bir süreçten geçmektedir ve fraksiyonların oluşumu parti organının sapmaya verdiği sağlıklı tepkidir. Bildiğiniz gibi, partiye oportünizmi getirenin fraksiyonlar olduğu şeklindeki mevcut merkez tarafından sürekli olarak dayatılan teze taban tabana zıttır. Solun tezi pratik bir sonuca götürür: fraksiyonların oluşumu alarm zillerini çaldırmalıdır; bunlar partinin genel işleyişinde bir şeylerin doğru olmadığını gösterir; bu nedenle, partinin çalışma biçiminde fraksiyonların ortaya çıkmasına neden olan şeyin ne olduğunu bulmak gerekir. Partinin faaliyeti bir kez klasik temellerine oturtulduğunda, fraksiyonlar ortadan kalkar ve artık onlara ihtiyaç kalmaz. Burada da vurgu teorik, programatik ve taktik alanlarda doğru hareket etme yöntemine; parti içinde ortaya çıkan anlaşmazlıkların esaslı çözümü (yani teorik, programatik ve taktik alanlarda) üzerinde çalışarak parti içinde netleşmeye ulaşmaya yapılmaktadır. Mevcut merkezin tezleri tam tersi bir sonuca götürmektedir: hastalık olan fraksiyonlardır ve bunlar partiye nüfuz etmeye çalışan oportünist ve küçük burjuva virüsünden kaynaklanmaktadır; sonuç olarak fraksiyonları kovmak, yok etmek ve ortadan kaldırmak gereklidir; fraksiyonların kışkırtıcıları kovulduktan sonra parti hayatı normale dönecektir. Öte yandan Sol, oportünizmin partiye birlik, liderlerin önünde secde, disiplin uğruna disiplin bayrağı altında nüfuz ettiğine inanır. Merkez ise oportünizmin partiye fraksiyonculuk, disiplinsizlik vs. bayrağı altında nüfuz ettiğine inanır. Sol, partinin görevinin fraksiyonculuğu bastırmak değil, "doğru devrimci siyaset" yoluyla bunu önlemek olduğuna inanır. Merkez, partinin temel görevinin fraksiyonculuğu bastırmak, disiplin uğruna disiplin ve merkezi hiyerarşilere mutlak itaat olması gerektiğine inanır. Sol, Komünist Partisinin "fraksiyonculuğun ortaya çıkmasına izin veren nedenlere karşı" sloganıyla yazılabileceğine inanır; merkez ise bunun "fraksiyonculuğa karşı" olması gerektiğine inanır. Sol, tüm organizmayı enfekte edenin enfekte bacak değil, bacağı enfekte edenin hasta organizma olduğuna inanmaktadır. Merkez ise bacağın kesilmesinin organizmayı sağlığına kavuşturacağına inanmaktadır. Bu karşıt görüşlerin sonuçları zorunlu olarak şöyledir: Sol, disiplin önlemlerinin, örgütsel baskının, ideolojik terörün ve baskıcı enerjinin fraksiyonculuğa çare olmamakla kalmayıp aslında gizli oportünizmin bir belirtisi olduğuna inanır; merkez ise tam tersine, fraksiyonculuğun peşine düşmenin, güçlü baskının, disiplin önlemlerinin ve yoldaşlar arasındaki karşılıklı güvensizliğin parti organının canlılığının ve gücünün göstergeleri olduğuna inanır. Sol, disiplin tedbirlerine giderek daha az başvurulması ve nihayetinde tamamen ortadan kalktığı bir noktaya gelinmesi gerektiğine inanmaktadır. Merkez, bu tür "aşağılık yüklerin" partinin standart işleyiş tarzının bir parçası haline gelmesi gerektiğine inanmaktadır. Sol, baskıcı önlemler almaya gerek olmadığında partinin iyi işlediğine inanır. Merkez ise partinin bu tür önlemleri alma kapasitesine sahip olduğu ölçüde iyi işlediğine inanmaktadır.

Dolayısıyla partinin mevcut merkezi, devrimci Marksizmden ve Soldan ayrılan bir yolda ilerlemektedir; Sola göre, fraksiyonların sürekli olarak ortadan kaldırılmasına dayanan davranışı aslında gizli oportünizmin bir belirtisidir.



Alıntılar


86 - İ.K.P.’nin 4. Kongresi’nde Komintern Taktikleri Üzerine Tezleri, 1922

(...) Enternasyonal bu tür araçları uyguladığı ölçüde (yani, komünist partilerin farklı gruplarla kaynaşmasına izin veren ve böylece başlangıçtan itibaren resmi olarak fraksiyonları kabul eden ’anormal örgütsel normları’ benimsediği ölçüde) federalizmin tezahürleri ve disiplinde bozulmalar meydana gelecektir. Eğer bu tür anormallikleri ortadan kaldırmak amacıyla süreç tersine çevrilir ya da durdurulursa ya da ikincisi norm haline gelirse, oportünizme yeniden dönüş gibi son derece ciddi bir risk ortaya çıkacaktır.


87 - Komintern 4. Kongresinde ortaya konan Örgütsel Öneriler üzerine Solun Bildirgesi, 1922

(...) Ancak şunu vurgulamalıyım ki, eğer gerçek bir merkezileşme, yani çeşitli ülkelerdeki devrimci hareketin öncüsünün kendiliğinden güçlerinin bir sentezini başarmak istiyorsak, bugün gördüğümüz disiplin krizlerini ortadan kaldırabilmek için, elbette örgütsel aygıtımızı merkezileştirmek zorundayız, ancak aynı zamanda mücadele yöntemlerimizi sağlamlaştırmalı ve Komintern’in programı ve taktikleriyle ilgili her şeyi tam olarak tanımlamalıyız. Komintern’e üye olan her gruba ve yoldaşa, saflarımıza katıldıklarında imzaladıkları koşulsuz itaat görevinin tam olarak ne anlama geldiğini açıklayabilmeliyiz.


88 - Komünist Örgütlenme ve Disiplin, 1924

(...) Tam da antidemokratik olduğumuz için, bir azınlığın devrimci sürecin çıkarlarına çoğunluğunkinden daha uygun görüşlere sahip olabileceğine inanıyoruz. Kuşkusuz bu sadece istisnai durumlarda gerçekleşir ve eski Enternasyonal’de olduğu ve saflarımızda bir daha gerçekleşmemesini içtenlikle umduğumuz gibi, böyle bir disiplinsel tersine dönüş meydana geldiğinde son derece ciddidir. Ancak bu uç durumu göz ardı etsek bile, grupların lider merkeze talimatlarını düzeltmesi ya da değiştirmesi için çağrıda bulunarak yaptıkları katkının yararlı, hatta vazgeçilmez olduğu daha az kritik başka durumlar da vardır.


89 - İ.K.P. Como Ulusal Konferansında Solun Önergesi, 1924

10 - Dünya Komünist Partisi olarak işlev gören Enternasyonal’de, organik merkezileşme ve disiplinin, şu anda tüm ülkelerde olduğu gibi, fraksiyonların veya grupların ulusal partilerin liderliğini ele geçirmesini engellemesi gerektiği tartışmasızdır. İ.K.P. Solu, bu hedefe mümkün olan en kısa sürede ulaşılması gerektiğine inanmakta, ancak bunun mekanik dayatmalar ve kararlarla değil, siyasi ideolojinin açıklığa kavuşturulması, taktiklerin net bir şekilde tanımlanması ve örgütsel inşa ile birlikte yürütülmesi gereken Enternasyonal Komünist Partisi’nin doğru tarihsel gelişiminin sağlanmasıyla başarılacağını düşünmektedir.


90 - Komintern 5. Kongresinde Solun Zinoviev’e Yanıtı, 1924

(...) O makalede de tam olarak aynı şeyi söylemiştim, yani: "Gerçek şu ki, Enternasyonal içinde, tüm ülkelerde, kongrelerde kendi partilerinin liderliğini ele geçirmek için mücadele eden fraksiyonlar var. Biz de, Enternasyonal gerçekten merkezileşmiş bir dünya komünist partisi olacaksa, bu fraksiyonların var olmaması gerektiği görüşündeyiz. Ancak bu hedefe ulaşmak için ne gereklidir? Belirli bireyleri suçlamak ya da az ya da çok disiplin uygulamak bizi bu hedefe ulaştırmak için yeterli değildir: bunun yerine gerekli olan, görevi bizim önerdiğimiz şekilde, yani Komünist Enternasyonal’e üniter ve tutarlı bir örgütsel çizgi empoze ederek yerine getirmektir. Bu gerçekleşirse, fraksiyonlar ortadan kalkacaktır. Eğer bu yol izlenmez de tam tersi bir yol izlenirse, o zaman uluslararası fraksiyonların ortadan kalkması sağlanamayacak ve uluslararası bir fraksiyonun oluşumu dikkate alınmak zorunda kalınacaktır".


91 - Enternasyonal ve Oportünizm Tehlikesi, 1925

(...) Oportünizm tehlikesiyle aşırı meşguliyetten kaynaklanan büyük bir sakınca göremiyoruz. Kuşkusuz eleştiri ve telaşın bir spor olarak yapılması içler acısıdır; ancak bunlar aynı zamanda - aslında "yolunda gitmeyen bir şeylerin" doğru bir yansıması ya da yaklaşan ciddi sapmaların bir sezgisi olmadığında - sadece militanların yanılgılarının bir ürünü de olabilir ve kuşkusuz bunlar harekete o kadar da ciddi zararlar veremez ve kolayca üstesinden gelinebilir. Bu arada, maalesef bazı durumlarda olduğu gibi, tam tersine, kimse enerjik bir şekilde alarm vermeye cesaret edemeden oportünist hastalığın daha da kötüleşmesi son derece tehlikelidir. Hata yapılmadığında eleştiri, hata yapıldığında eleştiri yapılmamasından bin kat daha az zararlıdır.


92 - Sol Platform, 1925

(...) Fraksiyonların ortaya çıkması ve büyümesi, partinin kendisinin hasta olduğunu gösterir; bu, partinin yaşamsal işlevlerinin amaçlarıyla uyuşmadığının bir belirtisidir ve bununla, meseleyi kaçınılmaz olarak resmi ve geçici bir şekilde çözmek için disiplin yetkilerini kötüye kullanarak değil, hastalığı tespit ederek ve ortadan kaldırarak mücadele edilir.


93 - İ.K.P. 3. Kongresinde Solun Tezleri (Lyon Tezleri), 1926

II, 5 - "Bolşevikleştirme" parolasının bir başka yönü de partinin etkinliğinin güvencesinin merkezi disipline ve fraksiyonculuğun katı bir şekilde yasaklanmasına emanet edilmesidir.

Tüm tartışmalı meseleler için nihai temyiz mahkemesi uluslararası merkezi organdır ve hegemonya, hiyerarşik olarak olmasa da en azından siyasi olarak Rus Komünist Partisi’ne atfedilir.

Gerçekte böyle bir güvence mevcut değildir ve soruna yönelik tüm yaklaşım yetersizdir. Gerçek şu ki, Enternasyonal içinde fraksiyonculuğun yayılması önlenmemiş, bunun yerine maskeli ve ikiyüzlü biçimler alması teşvik edilmiştir. Bunun yanı sıra, tarihsel bir bakış açısıyla, Rus partisindeki fraksiyonların üstesinden gelinmesi, yasal gerekçelerle uygulanan bir çıkar ya da sihirli bir reçete değil, doktrin ve siyasi eylem sorunlarına sağlam bir yaklaşımın sonucu ve ifadesiydi.

Disiplin yaptırımı, yozlaşmalara karşı güvence sağlayabilecek bir unsurdur, ancak yalnızca istisnai durumlarla sınırlı olması ve partinin nasıl işlemesi gerektiğine dair genel kural, hatta belki de ideal haline gelmemesi koşuluyla (...)

Komünist partiler, tabana mümkün olduğunca çok danışmayı içerirken, kendini farklılaştırmaya başlayan herhangi bir gruplaşmanın kendiliğinden ortadan kaldırılmasını sağlayan organik bir merkeziyetçiliği gerçekleştirmelidir. Bu, bir hiyerarşinin biçimsel ve mekanik reçeteleriyle değil, Lenin’in dediği gibi, doğru devrimci siyaset yoluyla başarılabilir.

Fraksiyonculuğun bastırılması parti evriminin temel bir yönü değildir, ancak bunun önlenmesi önemlidir.

Partinin ve Enternasyonal’in, değişen koşullara ya da sosyal-demokrat geleneklerin kalıntılarına bağlı olabilecek oportünizme nüksetme ya da nüksetme eğilimine karşı bir şekilde gizemli bir şekilde güvence altına alındığını iddia etmenin son derece tehlikeli olduğunu söylemeye gerek yok. Sonuçsuz ve saçma olduğuna göre, vicdani ya da kişisel bozgunculuk vakalarına indirgenemeyen her fikir ayrılığının, sorunlarımızın çözümünde yararlı bir işlev geliştirebileceğini ve partiyi ve genel olarak proletaryayı ciddi tehlike riskinden korumaya hizmet edebileceğini kabul etmeliyiz.

Eğer bu tehlikeler artarsa, farklılaşma kaçınılmaz ama yararlı bir şekilde fraksiyoncu bir biçim alacaktır ve bu da bölünmelere yol açabilir; liderlerin baskıcı enerji eksikliği gibi çocukça bir nedenle değil, sadece partinin başarısız olması ve karşı-devrimci etkilere maruz kalması gibi korkunç bir varsayımla (...)

Tarihsel olarak, sınıf partisi üzerindeki burjuva etkisinin tehlikesi, fraksiyonların örgütlenmesi olarak değil, daha ziyade üniter demagojiyi körükleyen ve proleter öncünün inisiyatiflerini hareketsiz kılan yukarıdan bir diktatörlük olarak işleyen kurnaz bir sızma olarak ortaya çıkmaktadır.

Böylesi bir bozguncu faktörün tanımlanması ve ortadan kaldırılması, fraksiyoncu girişimlere karşı disiplin meselesini ortaya koyarak değil, sadece doktriner bir revizyon değil, sınıf karşıtı sonuçları olan önemli bir siyasi manevra için açık bir öneri niteliği taşıdığında, partiyi ve proletaryayı böylesi sinsi bir tehlikeye karşı yönlendirmede başarılı olunur.


94 - Komintern 4. Genişletilmiş Yürütme Komitesinde Sol Temsilcisinin Konuşması, 1926

(...) Ancak görüş ayrılıkları ortaya çıktığında, bu, parti politikasında hataların meydana geldiği, partinin belirli anlarda işçi sınıfı hareketinde ortaya çıkma eğiliminde olan sapma eğilimleriyle başarılı bir şekilde mücadele etme kapasitesine sahip olmadığı anlamına gelir. Disipline uyulmaması vakaları ortaya çıktığında, bunlar partinin bu kapasiteye hala ulaşamadığının belirtileridir. O halde disiplin bir varış noktasıdır, bir kalkış noktası veya bir şekilde yok edilemez bir platform değildir. Üstelik bu, örgütümüze girişin gönüllülük esasına da tekabül etmektedir. Dolayısıyla sık sık yaşanan disiplinsizlik vakalarının çaresi bir tür parti ceza kanununda aranamaz (...)

Şimdi de fraksiyonlar konusuna geleceğim. Fraksiyonlar sorununu ahlaki bir sorun olarak, bir ceza kanunu bakış açısıyla gündeme getirmenin doğru bir hareket tarzı olmadığı görüşündeyim. Tarihte bir yoldaşın kendi eğlencesi için bir fraksiyon oluşturduğuna dair bir örnek var mı? Böyle bir şey asla olmamıştır. Oportünizmin bir fraksiyon aracılığıyla partiye sızdığı, fraksiyonların örgütlenmesinin işçi sınıfının bozguncu bir seferberliğine temel teşkil ettiği ve devrimci partinin fraksiyon katillerinin müdahalesi sayesinde kurtarıldığı tarihsel bir örnek var mıdır? Hayır. Deneyimler oportünizmin her zaman birlik kisvesi altında saflarımıza sızdığını göstermiştir. Mümkün olan en geniş kitleyi etkilemek onun çıkarınadır ve bu nedenle en aldatıcı önerilerini birlik perdesi arkasında ortaya koyar. Dahası, fraksiyonların tarihi, fraksiyonların içinde oluştukları Partileri onurlandırmasalar da, onları oluşturanları onurlandırdıklarını göstermektedir. Fraksiyonların tarihi Lenin’in tarihidir; partilerin varlığına karşı saldırıların değil, onların kristalleşmesinin ve oportünist etkilere karşı savunulmasının tarihidir (...)

Bir fraksiyonun doğuşu partide bir şeylerin yanlış gittiğini gösterir. Hastalığı düzeltmek için, onu doğuran, fraksiyonu ortaya çıkaran ve şekillenmesine neden olan tarihsel nedenleri araştırmak gerekir. Bu nedenler partinin ideolojik ve siyasi hatalarında yatmaktadır. Fraksiyonlar hastalık değil, sadece semptomdur ve eğer hasta bir organizmayı tedavi etmek istiyorsanız, semptomlarla mücadele etmek yerine hastalığın nedenlerini keşfetmeye çalışmalısınız. Ayrıca, vakaların çoğunda, aslında bir örgüt ya da benzeri bir şey yaratmak için herhangi bir girişimde bulunmayan, daha ziyade partinin normal, düzenli ve kolektif faaliyeti içindeki fikir akımlarını ve eğilimleri ifade etmeye çalışan yoldaş gruplarıyla karşı karşıya kalınmıştır.


95 - Sınıf Mücadelesinde Güç, Şiddet, Diktatörlük, 1948

V - (...) Böyle bir kriz ortaya çıktığında, tam da parti kısa vadeli, tepkisel bir örgüt olmadığı için, bir iç mücadele başlar, eğilimler oluşur, bölünmeler meydana gelir ve böyle durumlarda bunlar, bir organizmayı hastalıktan kurtaran ama yine de "tüzüksel olarak" kabul edilemeyen ilaç gibi yararlı bir amaca hizmet eder.

Dolayısıyla partinin bir oportünizm krizine yenik düşmesini ya da hizipler oluşturarak buna karşı zorunlu bir tepki vermek zorunda kalmasını önlemek için hiçbir kural ya da basit reçete yoktur. Bununla birlikte, onlarca yıllık proleter mücadelenin deneyimi, bunu önlemenin belirli koşullarını belirlememize olanak sağlamıştır ve bu koşulların incelenmesi, savunulması ve hayata geçirilmesi hareketimizin aralıksız bir görevi olmalıdır.


96 - Ölülerle Diyalog, 1956

76 - (...) Sınıf, kendisini harekete geçiren maddi faktörler partide kristalize olduğu ölçüde, kapsamlı ve sürekli bir teoriye ve hem evrensel hem de sürekli bir örgüte sahip olduğu ölçüde, tarihte bir rehbere sahiptir; bu örgüt her fırsatta birleşmeler ve bölünmelerle parçalanmaz ve yeniden şekillenmez; her ne kadar bunlar böyle bir organizmanın patolojik bir kriz yaşarken verdiği ateşli tepkiler olsa da.


97 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

10 - (...) Bununla birlikte, daha önce alıntılanan metinlerde yer alan düzinelerce örnek, Solun temel düşüncesinde seçimleri ve isimleri belirlenmiş yoldaşlara ya da genel tezlere oy vermeyi her zaman reddettiğini ve bu araçların ortadan kaldırılmasına giden yolun aynı şekilde politikacı demokratizminin bir başka kötü yönünün, yani ihraçların, uzaklaştırmaların ve yerel grupların feshedilmesinin ortadan kaldırılmasına götürdüğüne inandığını kanıtlamaktadır. Birçok kez açıkça bu tür disiplin prosedürlerinin, nihayetinde tamamen ortadan kalkana kadar, giderek daha az kullanılması gerektiğini savunduk.

Eğer bunun tersi olursa ya da daha da kötüsü, bu disiplin sorunları sağlam, devrimci ilkeleri korumak için değil de, 1924, 1925, 1926’da olduğu gibi, yeni ortaya çıkan oportünizmin bilinçli ya da bilinçsiz yaklaşımlarını korumak için ortaya atılırsa, bu sadece merkezi işlevin yanlış bir şekilde yerine getirildiği ve disiplin açısından taban üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını belirlediği anlamına gelir; ve durum böyle oldukça, sahte disiplin titizliği utanmazca daha fazla övülür.

11 - Disiplin krizleri çoğalır ve kural haline gelirse, bunun partinin genel işleyişinde bir şeylerin doğru olmadığına işaret ettiği ve sorunun incelenmesi gerektiği Solun her zaman sağlam ve tutarlı bir tutumu olmuştur. Doğal olarak, kurtuluşu daha iyi insanlar arayışında ya da liderlerin ve yarı-liderlerin seçiminde aramak gibi çocukça bir hataya düşerek kendimizi inkar etmeyeceğiz; bunların hepsini oportünist olgunun bir parçası, sol devrimci Marksizmin ileri yürüyüşünün tarihsel düşmanı olarak görüyoruz.

 


Bölüm 4
İdeolojik Terör ve Örgütsel Baskı

Solun, diğer şeylerin yanı sıra Stalinist karşı-devrimin kanlı bilançosunun bir sonucuna dair görüşü şudur: Örgütsel disiplin, kolektif örgütün taktik, programatik ve teorik pozisyonlarına hakimiyetine bağlı olduğundan, bu bir kerede ve herkes için elde edilemez, ancak partiyi bu temel ilkeleri savunmak, açıklığa kavuşturmak, açıklamak ve ’ince ayar yapmak’ için sürekli, günlük bir çalışmaya dahil etmelidir. Partide anlaşmazlıkların, itaatsizlik eylemlerinin ve hizipsel olguların ortaya çıkması, bu çalışmanın doğru bir şekilde yürütülmemesinin sadece bir belirtisi olduğundan ve dolayısıyla yetersiz ve yanlış bir yaklaşıma karşı sağlıklı bir tepki olduğundan, parti sağlıklı olduğu ve mücadelesi klasik temelleri üzerinde desteklendiği ölçüde disiplin baskısına duyulan ihtiyacın ortadan kalkma eğiliminde olacağı açıktır.

Açıktır ki bu örgütsel yöntemler nadir istisnalar haline gelmeye ve sonunda yok olmaya mahkumdur; açıktır ki hiçbir şeyi çözmezler ve hiçbir şeyi garanti etmezler. Aynı şekilde, bu tür yöntemler norm haline geldiğinde ve neredeyse parti içi işleyişin tercih edilen tarzı olduğunda, partinin kendisinin artık hiçbir şeye karşı güvence altında olmadığı ve sonuç olarak kendisini gerçekten (tam da o zaman!) oportünist sapmalara maruz bulduğu açıktır.

Şimdi, bu temelde, Sol, değişmez zincirimizin bir başka halkasını doğru konumuna yerleştirmektedir: parti üyelerinin, liderlerin ve hiyerarşilerin rolü. İkincisi, partinin bir bütün olarak çalışmasını koordine etmek ve yönlendirmek için teknik araçlar olarak var olmak zorundadır, ancak varlıkları partiyi hatalara ve sapmalara karşı garanti etmez. Sonuç olarak, hatalar ve sapmalar meydana geldiğinde, bunlar insanların yaptıklarını yargılayarak, daha iyi insanları seçerek veya bir grup insanı başka bir grup insanla değiştirerek çözülmeyecektir. Çözüm, partinin kolektif organının, hata ya da sapmanın kopmasına neden olduğu tarihsel çizgiyle yeniden bağlantı kurmak için dürüst ve rasyonel bir girişimde bulunmasında yatar. Parti organı yeniden rayına oturduğu sürece insanlar (hain olmadıkları sürece) aynı kalabilir.

Bu nedenle Sol, ’hataların kişileştirilmesini’, ’daha uygun kişilerin seçilmesini’ ve bir kişinin bir başkasıyla değiştirilmesini, hataları ve sapmaları çözme girişimleri oldukları ölçüde, parti organının dinamiklerine ve yaşamına ilişkin çarpık bir görüşün belirtisi olarak görür. Sol, bu yanlış yönteme kaçınılmaz olarak eşlik eden ve ne yazık ki şu anda (1973) kendi örgütümüzde karşılaştığımız başka olgulara da işaret etmektedir: kariyerizm, bürokratizm ve her şeyin yolunda olduğunu savunurken, kibirli bir şekilde şüphe duyan herkesi mümkün olduğunca çabuk kurtulunması gereken bir baş belası olarak gören bir tür kör, resmi iyimserlik; ve son olarak, pasif ve terörize edilmiş bir tabanın üzerine, yalnızca partinin merkezine körü körüne inandıkları için seçilmiş bir görevliler topluluğunun bindirilmesi.

Hizip avcılarının ve hizip tasfiyecilerinin örgüt içinde cirit atması; birbirlerini gözetlemeleri; yoldaşlar arasında sistematik güvensizlik; iç diplomasiye başvurulması: örgütümüz içinde halihazırda ortaya çıkmış olan tüm bu olgular, parti kavramını ve onun doğru işleyişini ters yüz etmenin kaçınılmaz sonucudur.

Sol, partiyi insan mikroplarından oluşan bir koloni olarak görmez. Sol, partinin, ister bir kişi ister birden fazla kişi olsun, partinin doğru yolda kalacağına dair mutlak bir garanti vermesi beklenemeyecek olan liderliğin merkezi rolü de dahil olmak üzere, çeşitli teknik rolleri üyelerine dağıtmak için organik, işlevsel bir yaklaşım uygulaması gerektiğine inanır. Bir kez daha, bozulmamış parti geleneğimizin kendi adına konuşmasına izin vereceğiz.


Alıntılar


98 - Enternasyonal ve Oportünizm Tehlikesi - 1925

(...) Hareketimizin önde gelen unsurları arasında zemin kazanmakta olan düşünce tarzında, açık bir bozgunculuk ve gizli kötümserlik riski görmeye başlıyoruz. Komünist eylemin şu anda karşı karşıya olduğu çeşitli zorluklarla mertçe yüzleşmek, çeşitli tehlikeleri cesaretle tartışmak ve bu sorunların üstesinden gelmek için doktrinimizin ve yöntemimizin hayati mantığını kullanmak yerine, dokunulmaz bir sisteme sığınıyorlar. En büyük zevkleri, "Garibaldi’ye küfretti" türü suçlamaları bolca kullanarak, sözde fikirlere ve henüz ifade edilmemiş kişisel niyetlere yönelik soruşturmalarla, Ahmet, Mehmet ve Ayşe’nin resmi kural kitabındaki tariflere uymadığını keşfetmektir, böylece bağırabilirler: Enternasyonal’e karşılar! Leninizme karşılar! (...)

Bu, bürokratik cahilliğin, iyi bilinen olguların eşlik ettiği niteliği, partinin ve Enternasyonal’in gerçek, en kötü tasfiyeciliği olacaktır. Bunun belirtisi kör resmi iyimserliktir: her şey yolundadır ve bundan kuşku duyan herkes bir an önce kurtulunması gereken bir baş belasıdır. Biz bu kötü uygulamaya tam da komünist davaya ve enternasyonale sadık kalarak karşı çıkıyoruz, çünkü enternasyonalin güç ve siyasi etki ’mirasını’ böylesine bayağı bir şekilde çarçur edecek kadar alçalmaması gerektiğine inanıyoruz (...)

Ancak bu bolşevikleşme meselesine biraz daha girelim ve açıkça sahip olduğumuz şüphelerin ne olduğu konusunda daha açık olalım. Çünkü pratikte, üzerinde resmi bir ’Leninist’ kural kitabına körü körüne bağlılık kriterine göre seçilmiş, Yürütme tarafından verilen son derece düzensiz emirlere en iyi yanıtı vereceğine yanlışlıkla inanılan taktiksel ve politik bir çalışma yöntemi kullanan; dünya komünist eylemine tarihsel bir yaklaşım benimsemiş, son sözün her zaman Rusya partisi tarafından belirlenen ve ayrıcalıklı bir grup yoldaş tarafından yorumlanan emsallerde aranması gereken, her şeye kadir bir görevliler ağının yükseldiği hücresel bir örgütlenme biçimi şeklini almaktadır.


99 - Sol Platform - 1925

(...) Aynı şekilde, disiplin sorununu, örgütsel sistemin uyumlulaştırma yeteneğine sahip olması gereken, partinin büyüyen üyeliğinin kanalize edilmesi ve kullanılması olarak ortaya koyuyoruz. Bu anlamda yeni deneyimler, onları yorumlayan ve özümseyen partinin mirası haline gelir; çoğunlukla yanlış olan yorumlara dayanarak onları pasif bir partiye dayatan birkaç görevlinin keşfi haline gelmezler. Disiplin yaptırımları böylece partinin tamamına uygulanan genel kısıtlamalar değil, münferit vakaların bastırılması haline gelir; daha ziyade münferit sapkın tezahürlere karşı bir tür siper oluşturmalıdırlar.


100 – İ.K.P. 3. Kongresinde Solun Tezleri (Lyon Tezleri) - 1926

II, 5 - (...) Disiplin yaptırımları yozlaşmayı önleyen unsurlardan biridir, ancak anlayışa göre sadece istisnai durumlarda uygulanır, norm haline gelmez ve partinin nasıl işlemesi gerektiğine dair neredeyse bir ideal haline gelir (...)

Hizipçiliğin bastırılması partinin evriminin temel bir yönü değildir, ancak bunun önlenmesi önemlidir (...)

Bu yöntemin sonucu hem partiye hem de proletaryaya zarar vermekte ve "gerçek" komünist partiye ulaşılmasını geciktirmektedir. Enternasyonal’in çeşitli kesimlerinde uygulanan bu yöntem, başlı başına gizli bir oportünizmin ciddi bir göstergesidir.


101 - Komintern VI Genişletilmiş Yürütme Komitesi’nde Sol Temsilcisinin Konuşması - 1926
(Il Programma Comunista no.17/1965’teki Giriş bölümünden)

(...) Almanya’daki taktik hatalara ve yenilgiye ve ’bolşevikleştirme’ olarak bilinen ve hizipçiliği yasakladığını iddia eden ünlü yüksek basınçlı disiplin kampanyasına atıfta bulunan pasajları seçtik.

(...) Bu taktiğin yol açtığı hatalarla yüzleştiğimizde, özellikle de Almanya’daki Ekim 1923 yenilgisi gerçekleştiğinde, Enternasyonal yanlış yaptığını kabul etti. Bu sadece küçük bir aksilik değildi: proleter devrim için ilk ülkeyi elde etmişken, başka bir büyük ülkeyi fethetme umuduyla bedelini ödemek zorunda kalacağımız bir hataydı; dünya devrimi açısından muazzam bir öneme sahip olacak bir bedeldi bu.

Ne yazık ki Enternasyonal’in bu konuda söyleyebileceği tek şey, bunun Dördüncü Dünya Kongresi kararlarını kökten revize etme meselesi olmadığı, yalnızca birleşik cephe taktiğini yanlış uygulayan bazı yoldaşları uzaklaştırmak gerektiği; sorumluları aramak gerektiğiydi. Kimse Enternasyonal’in bir bütün olarak sorumluluk taşıdığını kabul etmek istemediğinden, bu sorumlular Alman partisinin sağ kanadında bulunacaktı (...)

Bununla birlikte, Beşinci Kongre’nin kararlarına karşı çıkıyorsak, bunun nedeni her şeyden önce büyük hataları ele alıp çözüme kavuşturmamış olmalarıdır ve bize göre, gerekli olan Enternasyonal’in kendisinde bir değişiklikken, sorunu bireylerin yargılanmasıyla sınırlamak doğru değildir. Ancak bu sağlam ve cesur yolu izlemek istemediler. Kendi aramızda, içinde çalıştığımız ortamda, parlamentarist ve diplomat bir ruh halinin teşvik edildiği gerçeğini sık sık eleştirdik. Tezler çok solcu, konuşmalar çok solcu, hatta karşı oldukları kişiler bile onlara oy veriyor, çünkü bu şekilde kendilerini bağışık tutabileceklerine inanıyorlar (...)

Şimdi bolşevikleşmenin bir başka yönüne geçiyorum: parti ve Komünist Enternasyonal içinde hakim olan iç rejime. Burada yeni bir keşif yapıldı: tüm şubelerimizde eksik olan şey, Rus partisinin örneklediği gibi Bolşeviklerin demir disiplinidir. Hiziplere karşı mutlak bir yasak ilan edilmiş ve görüşleri ne olursa olsun tüm parti üyelerinin ortak göreve katılması gerektiği hükme bağlanmıştır. Bu alanda da bolşevikleştirme sorununun çok demagojik bir şekilde ortaya atıldığını düşünüyorum (...)

Son zamanlarda partilerimizde bir terör rejimi yerleşti; müdahale etmek, cezalandırmak ve yok etmekten oluşan bir tür spor ve tüm bunlar sanki tam da parti yaşamının idealiymiş gibi büyük bir zevkle yürütülüyor.

Bu parlak operasyonların kahramanları, kendilerinin devrimci kapasite ve enerjinin bir kanıtı olduğuna bile ikna olmuş görünüyorlar. Ben ise tam tersine, gerçek devrimcilerin, en iyi devrimcilerin, genel olarak, bu olağanüstü önlemlerin kurbanı olan ve partiyi yok etmemek için bunlara sabırla katlanan yoldaşlar olduğunu savunuyorum. Bu enerji israfının, bu sporun, parti içindeki bu mücadelenin yürütmemiz gereken devrimci çalışmayla hiçbir ilgisi olmadığını düşünüyorum. Kapitalizmi yıkacağımız ve yok edeceğimiz gün gelecektir; parti devrimci gücünün kanıtını işte o zeminde gösterecektir. Parti içinde anarşi istemiyoruz, ancak parti birliği ve bütünlüğünün tam anlamıyla yadsınması olan sürekli misilleme rejimi de istemiyoruz.

Şu anda resmi bakış açısı şu şekildedir: mevcut liderlik ebedidir, istediğini yapabilir çünkü ne zaman kendisine karşı konuşanlara karşı önlem alsa, ne zaman entrika ve muhalefeti yok etse, her zaman haklıdır. Ancak isyanları bastırmanın hiçbir faydası yoktur çünkü en başta olmaması gerekir. Parti birliği, tehdit ve terör rejimiyle değil, başardıklarıyla kanıtlanır. Tüzüğümüzde yaptırımlara ihtiyacımız olduğu açıktır; ancak bunlar yalnızca istisnai durumlarda uygulanmalı ve parti içinde normal ve genel prosedür haline gelmemelidir. Ortak yolu alenen terk eden unsurlar olduğunda, onlara karşı açıkça harekete geçilmelidir. Ancak bir örgütte yaptırımlara başvurmak bir kural haline gelmişse, bu o örgütün pek de mükemmel olmadığı anlamına gelir. Yaptırımlar istisnai durumlarda kullanılmalı ve bir kural, bir tür spor, parti liderliğinin ideali haline gelmemelidir. Kelimenin gerçek anlamıyla sağlam bir ’blok’ oluşturmak istiyorsak değişmesi gereken budur (...)

Ezilmesi gereken fraksiyonlardan bahsetmeden önce, en azından burjuvaziyle temas halinde olduklarını ya da burjuva çevrelerle bağlantılı olduklarını ya da onlarla kişisel ilişkilere dayandıklarını kanıtlayabilmeliyiz. Eğer böyle bir analiz mümkün değilse, o zaman fraksiyonu önceden mahkum etmek yerine doğuşunun tarihsel nedenlerini bulmamız gerekir (...)

Hizip avcılığına, çamur atma kampanyalarına, polis gözetimine ve yoldaşlar arasında güvensizlik tohumları ekmeye başvurmak - ki bu aslında partinin üst kademelerinde gelişen en kötü hizipçiliği oluşturan bir yöntemdir - hareketimizin durumunu daha da kötüleştirmiş ve tüm dikkatli ve objektif eleştirileri hizipçilik yoluna itmiştir.

Bu tür yöntemler partinin birliğini sağlayamaz: aksine onu felç eder ve güçsüzleştirir. Çalışma yöntemlerimizde radikal bir dönüşüm kesinlikle kaçınılmazdır. Eğer bu gerçekleşmezse, sonuçları son derece ciddi olacaktır.


102 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler (’Napoli Tezleri’), 1965

3 - (...) [3. Enternasyonal’in 4. Kongresi’nde Sol, komünist ve sosyalist partiler arasındaki birleşik cepheyi ve "işçi hükümeti" parolasını kınadı]. Disiplin krizleri çoğalır ve kural haline gelirse, bunun partinin genel işleyişinde bir şeylerin doğru olmadığına işaret ettiği ve sorunun incelenmesi gerektiği Solun her zaman sağlam ve tutarlı bir tutumu olmuştur. Doğal olarak, kurtuluşu daha iyi insanlar arayışında ya da liderlerin ve yarı-liderlerin seçiminde aramak gibi çocukça bir hataya düşerek kendimizi inkar etmeyeceğiz; bunların hepsini oportünist olgunun bir parçası, sol devrimci Marksizmin ileri yürüyüşünün tarihsel düşmanı olarak görüyoruz.

Bu çalışma yöntemi tüm ülkelerde, ama özellikle de 1923’ten sonra -Sol, tüm partiyi arkasına alarak, liderliği Moskova tarafından atanan sağ ve merkez yoldaşlara devrederek örnek bir disiplin sergilediğinde- İtalya’da daha da sıkılaştırıldı; burada "fraksiyonculuk" hayaleti ciddi bir şekilde kötüye kullanılıyor ve tek amacı partinin siyasetinde tehlikeli merkezci hataların hüküm sürmesine izin vermek olan, yapay olarak partiden ayrılmaya hazırlanmakla suçlanan bir akımı ihraç etmek için sürekli tehditler savruluyordu. Bu üçüncü hayati nokta uluslararası kongrelerde ve İtalya’da derinlemesine tartışılmıştır ve oportünist taktiklerin ve federalist tip örgütsel formüllerin mahkum edilmesinden daha az önemli değildir (...)

4. - (...) Komünist toplumda, ancak komünist diktatörlüğün başarılmasının sadece ilk adım olduğu uzun bir olaylar zincirinden sonra ortadan kalkacak olan paranın garip etkisinin yanı sıra, parlamentolara ve burjuva diplomasisine ya da son derece burjuva Milletler Cemiyeti’ne layık olduğunu açıkça ilan ettiğimiz bir manevra aracının kullanılması, yani koşullara göre teşvik ya da telkin de eklenmiştir, Böylece her biri, her şeye kadir merkezi liderliğin tezlerini secde ederek kabul ettikten sonra derhal şöhret olarak rahata ermek ya da merkezi liderliğin saptığı doğru devrimci tezleri savunmak suretiyle kalıcı bir belirsizlik ve olası bir yoksulluk ile yüzleşmek arasında amansız bir seçimle karşı karşıya kalacaktı.

Bugün, tarihsel kanıtlar göz önüne alındığında, bu uluslararası ve ulusal merkezi liderliklerin gerçekten sapma ve ihanet yolunda oldukları tartışma götürmez. Solun değişmez teorisine göre, bu durum onları, ikiyüzlü bir disiplin adına, parti üyelerinden sorgusuz sualsiz bir itaat elde etme hakkından mahrum bırakmalıdır.


103 - "Komintern’in 5. Kongresinde Sol Temsilcisinin Konuşması"na Giriş - 1965

(...) İtalyan Solu’nun tutumu, bireylere değil, daha önce 1922’deki 4. Kongre’de kınadığımız ve tüm Enternasyonal’in sorumlu olduğu yanlış bir taktik yönteme saldırmamız gerektiği yönündeydi.


104 - "Sınıf Mücadelesinde Güç, Şiddet ve Diktatörlük "e Giriş - 1966

(...) Burada alıntılanan pasajlar sonuç bölümünde yer almakta ve iki noktayı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır: aşağıdan demokratik kontrol hiçbir şeyi iyileştirmez ve oportünizmin klasik bir aygıtıdır, oysa yukarıdan disiplin baskısının soğuk ve alaycı uygulaması da aynı şekilde, aynı derecede uğursuz tarihiyle, partimizin metodolojisinden ve iç yaşamından silinmelidir.


105 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Ek Tezler - ("Milan Tezleri") - 1966

7 - Üçüncü Enternasyonal’in yaşamındaki olaylardan çıkarabileceğimiz bir başka ders de (yazılarımızda bunlar Sol tarafından yapılan çağdaş suçlamalarda tekrar tekrar hatırlatılmaktadır), doktrinimizin toplumsal bir ortamda sert gerçeklikle temas yoluyla yayılmasının doğal sürecinin yerine ikame edilmeye çalışıldığı korkunç bir yöntem olan "ideolojik terörün" kibiridir, Ya partiden ve insanlardan daha güçlü nedenlerle ya da partinin kendi hatalı evriminden kaynaklanan inatçı ve kafası karışık unsurların zorla telkin edilmesiyle, önemli siyasi ve tarihi olaylar sırasında parti eyleminin liderleri ve temsilcileri olmuş olsalar bile, onları düşmana bile açık olan halka açık kongrelerde aşağılayarak ve küçük düşürerek. Bu tür üyeleri (çoğunlukla örgüt aygıtında daha az önemli pozisyonlara düşürme tehdidiyle) hatalarını alenen itiraf etmeye zorlamak, böylece fideist ve pietist kefaret ve mea culpa yöntemlerini taklit etmek geleneksel hale geldi. Burjuva ahlakı kokan bu gibi tamamen cahilce yöntemlerle ne tek bir parti üyesi iyileşti ne de partinin yaklaşmakta olan çöküşüne bir çare bulundu.

Zafere doğru amansızca ilerleyen devrimci parti içinde emirlere itaat kendiliğinden ve eksiksizdir ama körü körüne ya da zorunlu değildir. Aslında, tezlerimizde ve ilgili destekleyici belgelerde gösterildiği gibi, merkezi disiplin, tabanın görev ve eylemlerinin merkezinkilerle mükemmel bir uyumuna eşdeğerdir ve anti-Marksist bir gönüllülüğün bürokratik uygulamaları bunun yerini tutamaz.

Organik merkeziyetçiliğin doğru bakış açısında bu dersin önemi, büyük devrimci liderlerin Stalin’in tasfiyelerinde öldürülmeden önce mecbur bırakıldıkları itirafların ve parti tarafından ihraç edilme şantajıyla zorlandıkları ve düşmana satılmış olarak onursuzlaştırıldıkları faydasız "özeleştirilerin" muazzam hatırası tarafından işaret edilmektedir; bu tür rezillikler ve saçmalıklar, daha az kutsal ve burjuva olmayan "rehabilitasyonlar" yöntemiyle asla onarılmamıştır. Bu tür yöntemlerin giderek daha fazla kötüye kullanılması, oportünizmin son dalgasının feci zafer yolunu işaret etmektedir.


106 – İ.K.P.’nin Komintern 4. Kongresinde Taktikler Üzerine Tezleri’ne Giriş - 1970

(...) İkinci olarak ve aynı nedenlerle Sol, bu dolambaçlı yoldan bir an önce çıkmamız gerektiği, aksi takdirde kaçınılmaz olarak kaygan yamaçtan aşağı sürükleneceğimiz konusunda uyarıda bulundu. Bir çare diğerine yol açacak, belki de ilkiyle çelişecekti; o zaman sorumluluk ve nihayetinde ilk çarenin başarısızlığının ’suçu’ nihai amaçtan doğal olarak sapmasında değil, bireyler ya da gruplar tarafından ’yanlış kullanılmasında’ aranacaktı, çılgınca koşuşturmalarla durumu düzeltmeye çalışacak, ’liderleri’, lider yardımcılarını ve takipçileri acemice çarmıha gereceklerdi. Bu da bizim haklı olarak tesis etmek istediğimiz uluslararası disiplinin, sadece şeklini değil, temelini zayıflatacaktı (...)

Solun 1922’den itibaren giderek daha büyük bir ısrarla dile getireceği olası bir oportünizme dönüş alarmı, (bu bizim için, özellikle de genç militanlar için, birincil öneme sahip bir başka derstir) öznel değil nesnel olan ve Bolşeviklerin bile suçlanamayacağı bir olguyla ilgiliydi, çünkü oportünizmin yükselişi yalnızca Ahmet, Mehmet veya Ayşe’nin ’hatalarından’ kaynaklandığı şeklinde açıklanamaz, daha ziyade Ahmet, Mehmet ve Ayşe’nin izledikleri yolun onları harekete geçirdiği şekilde hareket ettiklerinin anlaşılmasıyla açıklanabilir (...) Kimsenin kellesini istemedik, onlar bizimkini istediklerinde ve aldıklarında bile: beyin ve kas gücünün asla sorgulanmayacağını ya da sorgulanmaması gerektiğini düşündüğümüz tek yolda çalışmaya geri dönebilmesini sağlamak için elimizden gelen her şeyi yaptık (...)

Troçki’nin 1927’den sonra Stalinist şeytana duyduğu haklı küçümseme nedeniyle içine sürüklenmesine izin verdiği, bir kişiyi diğeriyle karşı karşıya getirme cehennemi döngüsüne kendimizi düşürmek istemiyoruz ve düşürmediğimiz için kendimizi takdir edebiliriz. Kimsenin fikri mülkü olmayan Marksizmi savunalım; bir sapmayı ve onun kaçınılmaz sonuçlarını mahkum edelim, yargıcın şüpheli tatmini ve kalabalığın hastalıklı zevki için oraya konan boyunduruktaki kişiyi değil (...)

Güvencelerin’ eski bir sonucudur ki, maalesef uygulanmak zorunda kaldıklarında, "garantörlerin güvencesini kim verecek?" sorusu ortaya çıkar. Ya liderlik ve "taban" daha yüksek, ortak bir bağla birbirine bağlıdır (ve bu, değişmez ve herkes için bağlayıcı bir program olmalıdır) ya da avukatlar, savcılar ve elbette tüzük hukuku profesörlerinden oluşan bir güruhla birlikte alt, orta ve yüksek mahkemelerden oluşan bir yargı aygıtı ortaya çıkmalıdır. Ve bu aygıt metafizik bir varlık değildir, teorik olarak yargılaması ve hüküm vermesi gereken organizasyonun üstyapısıdır: yargıç ve sanık tek bir kişidir. O halde geriye onu da en yüce otoriteye tabi kılmaktan başka bir şey kalmıyor; ama (en azından şu anda yasaklanmış olan) iyi Tanrı’nın değil, polisin, sonra sorgucunun ve nihayet subayın.


107 - İ.K.P. 3. Kongresi’nde Solun Tezleri’ne Giriş ("Lyon Tezleri") - 1970

(...) Komünist Enternasyonal’in 17 Haziran - 8 Temmuz 1924 tarihleri arasında gerçekleşen 5. Kongresi, bir yandan taktiksel ani dönüşler ve muğlak fermanlarla geçen iki felaket yılının ardından çeşitli partilerin yaşadığı derin kafa karışıklığını yansıtırken (...) diğer yandan da ulusal şubelerin liderlerini Yürütme’nin yanılmazlığı sunağında çarmıha germe pratiğini yeniden teyit etti. Sol bir kez daha sesini yükseltti, kararlı ama sakin bir şekilde yerel ve kişisel süslerden kaçındı. Eğer tahminlerinin doğruluğunu iddia ettiyse, boş yere dökülen proleter kanı bunun korkunç bir kanıtıydı; ya da "suçlu" ve "yozlaşmış" liderlerin kellelerinin daha "masum" ve "yozlaşmamış" kellelere yol açmak için yuvarlanması çağrısında bulunacaktıysa, o an bu andı. Ancak Solun istediği ya da arzuladığı bu değildi: istediği ve arzuladığı şey neşterin cesurca uygulanması, "hataların" kaçınılmaz ürünü ve "kellelerin" sadece tesadüfi ifadesi olduğu ilkeden sapmaların cerrahi olarak ortadan kaldırılmasıydı (...)

Şimdi bir dizi taktiksel yenilik, her partinin içinde uykuda olan merkezkaç akımlara hayat verirken ve ani değişiklikler dizisi en sert militanlar arasında bile kafa karışıklığı ve hayal kırıklığı yaratırken, "disiplin" sorunu kaçınılmaz olarak önceki bir teorik homojenliğin ve pratik eylemin sağlıklı bir yakınlaşmasının doğal ve organik ürünü olarak değil, işlevsel süreksizliğin ve doktrinsel uyum eksikliğinin hastalıklı bir yansıması olarak ortaya çıktı. Hatalar, sapmalar ve kapitülasyonlar tespit edildiği ve Merkez Komiteleri ve Yöneticileri yeniden düzenleyerek bunları düzeltmeye çalışıldığı ölçüde, "demir yumruk" da uygulandı ve Komintern ve şubeleri içinde standart yöntem olarak idealize edildi; ve düşmanlara ve sahte dostlara karşı değil, yoldaşlara karşı son derece etkili bir panzehir olarak kullanıldı. Solun 6. Genişletilmiş Yürütme’de "aşağılama ve ideolojik spor" olarak tanımlayacağı, kendimize karşı (...) yargılamaların cehennemi atlıkarınca çağı başlamıştı: "aşağılama ve ideolojik terörizm sporu" genellikle "aşağılanmış eski muhalifler" tarafından kışkırtıldı. Gardiyanlar olmadan yargılama olmaz.

Özgün, açık ve kesin şekliyle programa yönelik disiplin artık gözetilmiyordu; bu disiplinsizlikten kaynaklanan herhangi bir karışıklığın, "gerçek Bolşevik partileri" in vitro olarak yeniden yaratarak önlenebileceği söyleniyordu. Ve hepimiz Lenin’in partisinin bu karikatürlerinin Stalin’in boyunduruğu altında nasıl sonuçlandığını biliyoruz (...)

Sorunu, 1925-26’da Rus Partisini iç mücadelesi sırasında tüketecek olan tüm sorunları içeren çok daha geniş ve genel bir sorunu kapsayacak şekilde genişlettik, çılgınca ve manik "hizipçiliğe karşı mücadele "yi ve 1926-28’de Rus Soluna karşı yürütülen alçakça kampanya sırasında adeta bayram kutlayan olan cadı avını -çok geç olmadan- kınadık (...) Bolşevik partisinin en parlak döneminde açık düşmana karşı bile (gerekirse yok edilen ama korkakça çamur atma eylemine maruz kalmayan) kaçındığı ve Rus devletinin sınırlarının ötesine yayılarak önce savcının, sonra profesyonel muhbirin ve nihayetinde celladın müstehcen figürünü üretecek olan bir cadı avıydı bu (...)

"Ve eğer her şeye rağmen bir iç kriz meydana gelirse", diye ilan ettik 4. Genişletilmiş Yürütme’de, "bunun nedenleri ve tedavi araçları başka bir yerde, yani partinin çalışmasında ve siyasetinde aranmalıdır". Ancak kongreleri sonunda perişan mahkeme salonlarına dönüşecek olan, partilerin, grupların ve bireylerin Avrupa ve Dünya’daki trajik gerilemelerin hesabının sorulduğu bir Enternasyonal’in gözünde, artık her şey "elverişsiz koşulların", "olumsuz" durumların ürünü olarak açıklanıyordu.



Bölüm 5
Parti İçi Siyasi Mücadele

Aşağıdaki alıntılar, Solun doğru Marksist vizyonu içinde, Komünist Partinin hareket tarzının, iç dinamiğinin, siyasi mücadele, farklı pozisyonlar arasındaki çatışmalar, birinin diğerine üstün gelmesi ve şartlarını Partiye dikte etmesi olmadığını gösterecektir. Partide böyle bir dinamiğin yaygınlığı, onun artık tek bir sınıfın homojen ve üniter bir ifadesi olmadığını, daha ziyade farklı siyasi yönelimleri ifade eden çeşitli sınıfların zıt çıkarlarının ifadesi olduğunu gösterir. İç siyasi mücadele İkinci Enternasyonal partilerinin dinamiklerini şekillendirdi, çünkü tam da bu partilerin içinde proleter devrimci bir eğilim reformist ve tedrici bir küçük burjuva kanatla bir arada var oldu. Ve Üçüncü Enternasyonal’de siyasi mücadele dinamiği baskın hale geldiğinde, bu onun karşı-devrimci eğilim tarafından kademeli olarak fethedilmesi anlamına geliyordu.

Sol, Üçüncü Enternasyonal’de herhangi bir iç siyasi mücadele yürütmedi, aksine, 1923’te İtalyan partisinin yönetiminin merkezciler tarafından değiştirilmesine gönüllü olarak izin verdi ve kendisini, uluslararası partinin çeşitli önemli sorunlardaki hatalarının ve zayıflıklarının neler olduğunu ve kendisini maruz bıraktığı tehlikeleri açıklamakla sınırladı. Partinin sorunlarına en iyi çözümleri bulmak için tüm Enternasyonal’e sürekli olarak akılcı ve nesnel bir çalışma çağrısında bulundu. 1922 tarihli "Roma Tezleri” Moskova Merkezi’nin mutlak merkezi yürütme disiplinine saygı duymakla kalmayıp, Merkez’in pozisyonlarına karşı çıkmayı da amaçlamıyordu; bunlar daha ziyade İtalyan şubesinin ortak ilkeler doğrultusunda taktik sorunların akılcı bir çözümüne yönelik bir katkısıydı.

Sol, ancak 1923’ten sonra, Enternasyonal’in oportünizme geri dönme tehlikesinin giderek daha belirgin bir şekilde ortaya çıktığını tespit ederek, Moskova’nın çizgisinin tersine çevrilmemesi halinde, Enternasyonal’i yeniden dirilen oportünist kanattan korumak için Solun bir Enternasyonal fraksiyonunun kurulması gerekeceği ihtimalini dile getirdi.

Sol, ancak 1926’da Lyon Kongresinde, İtalyan Merkezinin tezlerine tamamen karşıt bir tezler bütünü sunmuş, İtalyan Merkezinde hiçbir zaman Devrimci Marksizme dayanmayan unsurların bir karışımını tanımlamış ve kendi geleneğini komünizme ve Marksizme bağlı tek gelenek olarak göstermiştir. Sol için, Komünist Partisi kendisini tek bir doktrin, tek bir program, açıkça ifade edilmiş ve bireyin Partiye bağlılığının temelini oluşturan ilkeler temelinde oluştursa da; ve bu homojen temel üzerinde taktiklerin büyük şeması rasyonel olarak tanımlansa da, Parti yine de yaşamının her gününde çözmesi gereken zor ve karmaşık sorunlarla yüzleşmekten asla vazgeçmez. Ancak Partinin dayandığı temelin homojenliği, bu sorunlara tüm Parti için ortak olan bir çalışma ve araştırma yöntemiyle, tüm militanların kabul ettiklerini beyan ettikleri ve herhangi bir sorunun çözümünün asla sapmaması gereken temel noktaların sürekli olarak açıklığa kavuşturulmasıyla çözüm bulmasını sağlar. Belirli zamanlarda aynı soruya farklı yanıtlar verilebileceği ve militanların çözüm arayışında farklı pozisyonlar alabileceği gerçeği, Partinin dayandığı ve her türlü yanıtın bağlı olması gereken ortak mirası unutmamıza neden olamaz. Bu nedenle, Parti merkezinin uygulamaya karar verdiği bir sorunun çözümü, Parti içindeki farklı gruplar arasındaki güç dengelerinin ve birinin diğerine üstünlüğünün ifadesi olarak değil, doktrin, program ve Parti taktikleri tarafından belirlenen çizgiye uygunluğu nedeniyle ortaya çıkmalıdır ve ortak geleneğe bu sadakat, herhangi bir sorunun herhangi bir formülasyonu için talep edilmelidir. Partiye saldıran sorunların çözümü böylece, herkesin kabul ettiği ve dolayısıyla nesnel ve rasyonel bir çalışmaya açık olan birleşik bir temel üzerinde yürütülen kolektif bir çabaya devredilmiş olur.

Merkeze karşı, bireysel görüşlerin çoğunluğunun ifadesi olduğu ölçüde değil ama bu sürekliliğin çizgisinde olduğunu kanıtladığı ölçüde tam bir itaat ve yürütme disiplini olmalıdır,

Belirlenmiş bir taktik sorun ya da pratik çalışma üzerinde görüş ayrılığının ortaya çıkması, örgütün tüm üyelerini merkezi emirleri sadakatle yerine getirmeye devam etme yükümlülüğü altına soksa da, görüş ayrılığına konu olan soruna ilişkin iki tutum aynı çalışma yönteminin ürünü ve ortak Parti geleneğine uygun olduğu sürece, hiç kimse Partinin kendi aralarında kavga eden akımlara ve fraksiyonlara bölündüğünü söyleyemez. Dolayısıyla, bir sorunun çözümünde ortaya çıkabilecek hatalar, hiç kimseye bunların partide normdan genel bir taktiksel sapmanın varlığından kaynaklandığını iddia etme ya da genel Parti çizgisine muhalif oldukları için kişileri ya da grupları bu hataları işlemekle suçlama hakkı vermez.

Sol, Moskova’daki liderliğin birleşik siyasi cephe ya da işçi hükümeti taktiğini uygulamasından, partide genel çizgiden ayrılan ya da temel konularda bizimkinden farklı görüşlere sahip bir kanat olduğu sonucuna varmadı ve bu taktiklerin pratikte yanlış olduğu kanıtlandığında, ne kellelerin uçurulmasını ne de Partilerin ya da Enternasyonal’in liderlerinin değiştirilmesini istedik.

Sol her zaman, Enternasyonal’in çeşitli sorunlara getirdiği çözümlere karşı çıkarken, hem bizim hem de birleşik cephe politikasını ve işçi hükümetini destekleyenlerin ilkesel olarak ortak bir temeli kabul eden ve çözümün bu temelin açıklığa kavuşturulmasında ve açıklanmasında bulunacağını iddia eden yoldaşlar olduğu şeklindeki "idealist" ve "metafizik" anlayıştan yola çıkmıştır.

Komünist Partisi’nde, bazıları yanılıp tüm partiyi yanlış yola sürüklese bile, hepimizin ilkesel olarak yoldaş olduğu fikrini inkar etmek, Enternasyonal’deki tüm Sol mücadele geleneğini inkar etmek anlamına gelir ve aşağıdaki sorulara artık yanıt bulamamak demektir:
     - Sol neden birleşik cephe politikasının destekçisi Moskova Merkezinin yerine doğru pozisyonları destekleyen başka bir Merkezin getirilmesini hiç istemedi?
     - Sol, tamamen Solun pozisyonlarında olmasına rağmen, İtalyan partisinin liderliğini neden kendiliğinden birleşik cephe ve işçi hükümeti destekçilerinin eline teslim etti?
     - Neden Zinovyev’i, hatta Lenin’in kendisini parti içinde gizli bir ajan olmakla suçlamadı?

Solun bunların hiçbirini istemediği, bunun yerine herkes için bağlayıcı olan doğru taktik pozisyonların, hepimizin ortak mirasının netleştirilmesi ve tanımlanmasına yönelik kolektif bir çalışmada aranmasını talep ettiği bilinmektedir. Hata yapanların yargılanmasında, hataların kişileştirilmesinde, eleştirilerde ve özeleştirilerde Sol, bu sağlıklı dinamikten bir sapma ve dolayısıyla oportünizme geri dönüş riski gördü.

Çok kolay unutmayı seven insanlarla uğraşmak zorunda kaldığımız için pratik bir örnek vermek zorundayız. Küçük partimizde sendika meselesiyle ilgili bir anlaşmazlık, bir grup yoldaşın aktivizm ve voluntarizmden muzdarip olarak tanımlandığı bir çatışmaya yol açtı ve sonuç olarak sorunu çözmeye yönelik tüm çabalar (tabiri caizse) bu kesimi görev ve sorumluluklarından mahrum bırakmaya ve bunları sağlıklı kısma devretmeye yöneldi. "CGIL’in savunulması" gibi olası bir taktik hatadan, parti içinde "anarko-sendikalist" bir akımın var olduğu ve sadece hatayı düzeltmenin değil, aynı zamanda hatanın sadece bir yansıması olduğu bu akımın maskesini düşürmenin de gerekli olduğu sonucu çıkarıldı.

1922’den 1926’ya kadar Komünist Enternasyonal’in liderliği milyonlarca insanın partisini mahvetti ve proletaryanın Avrupa ve dünya çapındaki devrimci mücadelesini "nesnel olarak" sabote etti; ancak Sol, ne bu dört yıl boyunca ne de sonrasında, Enternasyonal’in anti-Marksistler ve oportünistler tarafından yönetildiğini ve örgütün liderliğini ölümcül hatalardan suçlu olanlardan almak gerektiğini asla kalemle ya da sözle ifade etmedi.

Solun hiçbir yazısında ya da konuşmasında, taktiksel hatalarından Parti’ye sızmış oportünist bir akım olduğu sonucunun çıkarılması gereken Moskova’daki Yürütme’ye karşı mücadele ettiğimize dair herhangi bir ifade bulunamaz. Her şeyin kaybedildiği 1926’da bile hiçbir şey söylemedik. Ve Zinovyev’in, Kamenev’in ya da Troçki’nin hatalarına sadece parti dışındakilerin işine yarayacak etiketler yapıştırarak onları kişileştirmedik; "kişisel haysiyete" aptalca bir saygıdan değil, bu "hataların" insanlar tarafından belirlenmediğine inandığımız için. Hala da buna inanıyoruz.

Bu, "yanlış pozisyonlara karşı savaşırız, ancak bunlar radikalleştiğinde bu pozisyonların taşıyıcıları olan kişilere de savaşırız" diyen görüşe tamamen zıt bir görüştür ve her iki açıdan da yanlıştır, çünkü Enternasyonal’deki çalışmalarımız hiçbir zaman siyasi bir mücadele değildi, aksine katkı sağlamak ve açıklık getirmekle ilgiliydi. Biz hiçbir zaman ne yanlış pozisyonlara ne de bu pozisyonların sözcülerine karşı siyasi bir savaş vermedik. Pozisyonların yanlış olduğunu gösterdik ve karşılıklı güven temelinde, pazarlıklardan, diplomasiden, çatışmalardan, baskılardan uzak bir ortamda, ilkelerimiz ışığında doğru pozisyonu bulmak için kolektif ve kişisel olmayan bir çaba ortaya koymaya çalıştık.

Çalışmamızın öncülü ya Amadeo Bordiga ve Zinovyev’in aynı soruna iki karşıt ya da farklı çözüm getirdiklerinde bile "her şeyden önce yoldaş" oldukları ve dolayısıyla meselenin Zinovyev’in çözümünü "mahkum etmek" değil, tüm Komünist hareket için geçerli bir çözüm aramak olduğu idi. Aksi takdirde Solun tüm tarihi çöpe atılabilir.



Alıntılar


108 - Enternasyonal’in Politikası - 1925

Ama o zaman diyeceksiniz ki, bir sonraki Komünist Kongrede ortak bir çözüm olasılığı olmaksızın mücadele ve açık ve şiddetli muhalefet olmasını mı istiyorsunuz?

Hemen yanıtlıyoruz ki, sorunların incelenmesi ve ileri düzeyde nesnel olarak ele alınmasıyla oybirliğine ulaşılırsa, bu ideal olacaktır; ancak yapay oybirliği, yürütme disiplininin her zaman sağlanması koşuluyla, Kongre istişareleri sırasında açık muhalefetten çok daha zararlıdır.


109 - Komünist Örgütlenme ve Disiplin - 1924

Ancak gerçekten de arzu edilen yönde mümkün olan en iyi şekilde ilerlediğinden emin olmak ve böyle bir hedefi komünistler olarak faaliyetimize uyarlamak için, görkemli dünya örgütümüzün devrimci doğasına ve kapasitesine olan inancımızı, saflarımızda olup bitenlerin ve parti politikasının kontrolüne ve rasyonel değerlendirmesine dayanan sürekli bir çalışmayla birleştirmeliyiz.


110 - III. İ.K.P. Kongresi’nde Sol Tarafından Sunulan Taslak Tezler (Lyon Tezleri) – 1926

I.3 - (...) Temel olarak reddettiğimiz, partinin taktik normlarını kolektif olarak tanımlama yönündeki zorlu çalışmasının, tek bir adama, tek bir komiteye ya da Enternasyonal’in belirli bir partisine ve onun geleneksel liderlik aygıtına koşulsuz itaat talepleriyle boğulması gerektiğidir.

II.5 - (...) Bolşevikleşme olarak adlandırılan sürecin olumsuz etkilerinden biri, parti içinde gerçekten derli toplu bir merkeziyetçiliğe doğru kayda değer bir ilerlemeye tekabül eden bilinçli ve derinlemesine siyasi ayrıntılandırmanın yerini, mekanik birlik uğruna birlik ve disiplin uğruna disiplin formülleri için yüzeysel ve gürültülü ajitasyonun alması olmuştur.

III.10 - 3. Kongremizin hazırlıklarıyla sonuçlanan kampanya, 5. Dünya Kongresi’nden sonra, gerçekten kolektif ve ileri bir bilinç yaratmak amacıyla, Enternasyonal’in direktiflerinin parti çapında propaganda edilmesi ve detaylandırılması çalışması olarak değil, yoldaşların Solun görüşlerine bağlılıklarından mümkün olan en kısa sürede ve en az çabayla vazgeçmelerini sağlamayı amaçlayan bir ajitasyon olarak kasıtlı bir şekilde başlatıldı. Bunun dış düşmana karşı etkinliği açısından partiye yararlı mı yoksa zararlı mı düşünülmedi, tek amaç bu iç hedefe herhangi bir yolla ulaşmaktı.


111 - Komintern’in Altıncı Genişletilmiş Yürütme Komitesinde Sol Temsilcisinin Konuşması - 1926

Bu nedenle konuya farklı bir şekilde yaklaşılmalıdır. Mevcut durum ve ekonomik beklentiler lehimize olmasa ya da en azından nispeten elverişsiz olsa bile, oportünist sapmaları kabullenmeye ve nedenlerinin nesnel durumda bulunacağı bahanesiyle bunları haklı göstermeye kendimizi bırakmamalıyız. Ve eğer her şeye rağmen bir iç kriz yaşanırsa, bunun nedenleri ve iyileştirme yolları başka bir yerde, yani bugün olması gerektiği gibi olmayan partinin faaliyetinde ve siyasi çizgisinde aranmalıdır.


112 - Önce Siyaset - 1952

Kişiler hakkında ve kişiler arasındaki polemiklerin ve kişisel isimlerin kullanılması ve kötüye kullanılmasının yerini, hareketin birbirini izleyen zorlu yeniden örgütlenme girişimleri sırasında çalışmalarını ve mücadelesini dayandırdığı ifadelerin kontrol edilmesi ve doğrulanması almalıdır.


113 - Köylülüğün ’Irksal’ Baskısı, Renkli Halkların Sınıfsal Baskısı - 1953

Solun bu temel kavramını netleştirmeliyiz. Stalinistlerin biçimsel ve hiyerarşik birliğine taban tabana zıt olan Partinin özsel ve organik birliği, doktrin, program ve sözde taktikler için gerekli olarak görülmelidir. Eğer taktikler ile eylem araçlarını kastediyorsak, bu sonuncusu ancak geçmiş tarihin verilerine dayanarak bizi nihai ve bütünsel programatik hedeflerimizi belirlemeye götüren aynı araştırma ile tanımlanabilir.


114 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

5. (...) "Zamanın ipliğinde" sloganını benimseyen hareketimiz, kendisini proletaryanın gözleri ve zihinleri önüne, uzun ve acılı bir geri çekilme güzergahı boyunca yazılı olan tarihsel sonuçların anlamını koymaya adamıştır. Bu, rolümüzü kültürel yayılmayla ya da küçük doktrinlerin propagandasıyla sınırlamak değil, teori ve eylemin diyalektik olarak birbirinden ayrılamaz alanlar olduğunu ve öğretilerin kitaplardan öğrenilmediğini ya da akademik olmadığını, aksine -tam olarak deneyimlerden değil, şu anda cahillerin avı haline geldiği için kaçınmak istediğimiz bir kelime- ama hatırı sayılır büyüklükte ve genişlikte gerçek güçler arasındaki çatışmaların dinamik sonuçlarından türetildiğini, nihai sonucun devrimci güçlerin yenilgisi olduğu durumlardan da yararlanarak göstermekti. Eski klasik Marksist kriterleri kullanarak "karşı devrimlerin dersleri" olarak adlandırdığımız bu ikincisidir.

7. Bu, bir kuşaktan diğerine geçiş meselesiydi; savaş sonrası ilk dönemin görkemli mücadelelerini ve büyük burjuvaziye karşı diktatörlük ve proleter terör beklentisine bağlı güçleri, onun tüm açgözlü araçlarıyla birlikte yeniden kurmak amacıyla, diğer tüm partilere ve özellikle de sosyal demokrat partiye karşı çıkan Livorno bölünmesini yaşamış olan kuşağın, devrimci partinin bağımsız eylemi konusundaki farkındalığını yeniden tesis etmek için faşizmin çöküşünün çılgınca sevincinden kurtarılması gereken yeni proleter kuşağa devredilmesiydi. Durum böyleyken, yeni hareket organik ve kendiliğinden bir şekilde, faaliyeti için son on beş yılda denenmiş ve test edilmiş yapısal bir biçim buldu (...)

8. Görevinin önemine, zorluğuna ve tarihsel süresine ikna olmuş, kariyer kaygılarıyla hareket eden şüpheli unsurların cesaretini kırmak zorunda olan yeni hareketin çalışma yapısı, yakın gelecekte herhangi bir tarihsel zafer vaat etmediği, hatta bunu dışladığı için, örgütlü parti şubelerinden gönderilen temsilcilerin sık sık bir araya gelmesine dayanıyordu. Burada birbiriyle çatışan tezler arasında hiçbir tartışma ya da polemik yaşanmadı, anti-faşizm illetine duyulan nostaljiden kaynaklanan hiçbir şey olmadı ve hiçbir şeyin oylanması ya da müzakere edilmesi gerekmedi. Burada sadece geçmişin verimli derslerini şimdiki ve gelecek kuşaklara, proleter kitlelerin saflarından çıkan, defalarca yenilmiş, aldatılmış ve hayal kırıklığına uğramış ama eninde sonunda artık çürümeye yüz tutmuş kapitalist topluma karşı isyan etmeye yazgılı yeni öncülere aktarmak gibi ciddi bir tarihsel çalışmanın organik devamı söz konusuydu (...)

Bu çalışma ve bu dinamik, büyük tarihsel devrimci gerçekleri tezler halinde sunan Marx ve Lenin’in klasik öğretilerinden esinlenmiştir; ve şimdi bir asrı aşan büyük Marksist geleneğe sadık bir şekilde dayanan bu raporlarımız ve tezlerimiz, bu tarihi malzemenin bir bütün olarak partiyle temasa geçtiği yerel ve bölgesel toplantılarda hazır bulunan herkes tarafından - kısmen basın iletişimimiz sayesinde - aktarılmıştır. Bunların mükemmel, geri dönülmez ve değiştirilemez metinler olduğunu iddia etmek saçmalık olur, çünkü yıllar boyunca parti her zaman bunun sürekli olarak geliştirilmekte olan, daha iyi ve daha eksiksiz bir biçim almaya mahkum bir materyal olduğunu söylemiştir; ve aslında partinin tüm kademeleri, hatta en genç unsurlar bile her zaman ve giderek artan bir sıklıkla, Solun klasik çizgisiyle mükemmel bir uyum içinde olan dikkate değer katkılarda bulunmuşlardır.


115 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Ek Tezler (Milan Tezleri) - 1966

2. Mevcut küçük hareket, içinden geçtiği kasvetli tarihsel evrenin, böylesine büyük bir tarihsel mesafede, geçmişin büyük mücadelelerinin deneyimlerinden, sadece yankılanan zaferlerden değil, aynı zamanda kanlı yenilgiler ve şerefsiz geri çekilmelerden kaynaklanan deneyimlerden de yararlanmayı çok zorlaştırdığının çok iyi farkındadır. Akımımızın doğru ve tahriş olmamış bakış açısıyla şekillenen devrimci programın mahiyeti, doktriner titizlik ve derin tarihsel eleştiriyle sınırlı değildir; aynı zamanda, hayati can damarı olarak, sınırlara itildikleri ve savaşmaya zorlandıkları zamanlarda isyankar kitlelerle bağlantı kurmaya ihtiyaç duyar. Böylesi bir diyalektik bağlantı, hem bunak kapitalizmin krizinin gevşekliği hem de oportünist akımların artan rezilliği nedeniyle kitlelerin itkisinin sönümlendiği ve yatıştığı günümüzde özellikle olası değildir. Partinin sınırlı boyutlarını kabul etsek bile, çağdaş toplumsal dokunun rezilliklerinin isyancı kitleleri tarihin öncüsüne dönmeye zorlayacağı önemli dönem için sağlam ve aynı zamanda etkili gerçek partiyi hazırladığımızın farkına varmalıyız. Diriliş, parti olmazsa bir kez daha başarısız olabilir; sayıca şişirilmiş değil, kompakt ve güçlü bir parti, devrimin vazgeçilmez organıdır.

Bu dönemin çelişkileri ne kadar acı verici olursa olsun, geçmiş zamanların acı hayal kırıklıklarından diyalektik dersler çıkararak ve Solun uyardığı ve ortaya çıktıklarında kınadığı tehlikelerin, uğursuz oportünist enfeksiyonun kendini tekrar tekrar gösterdiği tüm sinsi biçimlerin, onları cesurca işaret ederek üstesinden gelinebilir.


116 - İ. K. P.’nin III Kongresinde Sol Tarafından Sunulan Taslak Tezlere (Lyon Tezleri) Önsöz - 1970

(...) Tuhaf bir çıkarım: kongreleri sonunda partilerin, grupların ve bireylerin Avrupa ve Dünya’daki trajik gerilemelerin hesabının sorulacağı pejmürde mahkemeler haline gelen bir Enternasyonal’in gözünde, bunların hepsi "elverişsiz koşullar" ve "olumsuz" durumların ürünü olarak açıklanmaya başlandı.

Aslında ihtiyaç duyulan yargılamalar değil, nesnel ve öznel faktörler arasındaki sonsuz karmaşık neden-sonuç oyununu ortaya çıkarmayı amaçlayan ve partinin bu nesnel gerçekler üzerindeki etkisinin - bir an için kolektif eylemimizden bağımsız olarak kendi içinde düşünüldüğünde - sınırlı olmasına rağmen, öznel faktörlerin tarihi etkilemesini ve onu meyve vermeye teşvik etmesini sağlayacak yegane koşulları, popüler olmama ve acil başarıların eksikliği pahasına bile olsa korumanın hala bizim elimizde olduğunu gösteren, kişisel olmayan gerçeklere dayalı radikal bir eleştirel dönüşümdü.

Parti, nesnel ve öznel olarak, hem militanları hem de farklılaşmamış işçi sınıfı için, değişen koşulların akışı ve geri akışı boyunca bozulmadan kalan ya da kopsa bile değişmeden kalan kesintisiz iletken iplik olmasaydı, bir hiçti. Bu ipliğin kopmasını engelleme mücadelesi, muzaffer Stalinizmin uzun yılları boyunca onu sağlam tutma mücadelesi, onu koruma ve proletaryanın dünya partisini onun etrafında yeniden inşa etme mücadelesi, işte savaşımızın anlamı burada yatmaktadır.





Kısım IV

Bölüm 1
Parti Yapısı

1952’de kendisini klasik temelleri üzerinde yeniden kuran partimiz, yalnızca değişmez ve bozulmamış Marksist öğretinin elli yıllık karşı-devrimin derslerine uygulanmasından elde edilen geçerli bir doktrin ve teori deposuna ve doğru bir program ve taktiklere sahip olmasıyla değil, yalnızca proleter kitlelerle bağını güçlendirmek için "en küçük bir umut ışığı" olduğunda - hayati ilkelerinden asla taviz vermeden - bunların kısmi ve acil hedefler için bile olsa mücadele etmek zorunda kaldığı her yerde savaşmaya hazır olmasıyla da farklıydı. Ama aynı zamanda ve yukarıdakilerin bir sonucu olarak, partinin görevlerine uygun merkezi bir çalışma yöntemiyle örgütsel bir çerçeve oluşturmuş olması nedeniyle de farklılık göstermiştir. Bu çalışma yapısı aşağıdaki alıntılarda geniş bir şekilde tanımlanmaktadır. 1952’den beri bu yapı, tüm örgüte "örgütsel genelgeler" biçiminde talimatlar veren bir merkezin varlığına; merkez ile parti çalışmasının çeşitli yönleriyle ilgilenen örgütün çeşitli bölümleri arasında sık sık irtibat kurulmasına; bölge şubelerinin, grupların ve tek tek militanların merkeze geri bildirimde bulunmasına; ve belirli bir süre boyunca hem teorik hem de pratik alanlarda yürütülen parti çalışmasının ayrıntılı raporlar aracılığıyla değerlendirilmesini sağlamak amacıyla tüm örgütün periyodik olarak toplanmasına dayanmaktadır. Bu periyodik toplantılardan elde edilen kapsamlı materyal parti basınında yayınlanır ve yerel ve bölgesel toplantılarda bir çalışma ve daha fazla detaylandırma nesnesi oluşturur. Bu yapı partiye, katkıda bulunacaklara ve dağıtımcılara ihtiyaç duyulan basın organlarını düzenli olarak yayınlama; hareketin teorik, programatik ve taktik özelliklerini sürekli olarak "ince ince yontma" ve işçi mücadelelerinin yoğunluğuna sürekli müdahalelerde bulunma imkanı vermiştir. 1962’de, bu mücadeleleri koordine edebilmemiz ve mücadelelerin başına geçebilmemiz için özel bir sendikal organ yayınlama ihtiyacı hissettik ve 1968’de "merkezi sendika bürosu" adında bir koordinasyon organı oluşturduk.

Bu çerçevenin düzgün işlememesi gerçekten de bir olasılıktır ve bu nedenle merkez ile şubeler arasındaki teması yoğunlaştırarak ve parti makinesinin ilgili noktalarına gerektiği kadar insan gücü konuşlandırarak bu iki yönlü akışta daha fazla düzenlilik ve kesinlik bekleyerek onu desteklemeye ve güçlendirmeye yönelik tüm girişimleri destekliyoruz. Partinin görevleri yoğunlaştıkça ve daha karmaşık hale geldikçe, daha fazla koordinasyon ve merkezileşme aracına ihtiyaç duyulacağı açıktır. Parti üyelerinin sayısı görevlerin karmaşıklığıyla birlikte arttıkça, militanların giderek daha fazla taranması gerekecektir; işlevlerin, bu işlevleri yerine getirecek uygun organların ve bu çeşitli organlara tahsis edilen adamların giderek daha fazla belirlenmesi gerekecektir. Ancak bu iradi olarak değil, organik olarak gerçekleşen bir şeydir; kimsenin iradesiyle değil, partinin görevlerinin ne ölçüde geliştiğiyle belirlenir. Partinin herhangi bir zamanda sahip olduğu farklılaşmış organlar, partinin faaliyetinden kaynaklanan işlevsel gerekliliklerin sonucu olmalıdır; yoktan varedilmiş bir örgütsel şemadan türetilmemeli ve yalnızca birilerinin kafasında var olan mükemmel bir parti ya da mükemmel bir mekanizma fikrine karşılık geldiği için gerekli görülmemelidir.

Ne Yapmalı’da Lenin’in ifade ettiği üzere partinin giderek karmaşıklaşan örgütlenmesinin partinin kendi gelişen görevlerinden kaynaklandığı doğru olsa da, örgütlenme biçimlerinin de bu görevlerin gelişimini destekleyebileceği ya da kısıtlayabileceği aynı şekilde doğrudur. Yani parti her zaman tüm faaliyetlerini, onları tıkamak yerine gelişimlerini destekleyecek şekilde yapılandırmalıdır. O halde, partinin 1952 ve 1970 yılları arasında benimsediği örgütlenme biçimleri, faaliyetlerindeki hızlı artışı kontrol altına almak için yeterli değil midir, yoksa bu biçimlerin varlığı partinin görevlerini gerektiği gibi yerine getirmesini ya da daha iyi yerine getirmesini engellemekte midir? Bu soru dikkati ve rasyonel bir araştırmayı hak etmektedir. Ama sadece bu düzlemde, diğerlerinde, yani ateşli hayallerin meyvesi olanlarda değil.

1952-1970 döneminin merkezi yapısının, partinin şu anda karşı karşıya olduğu daha geniş kapsamlı görevlere daha iyi yanıt verebilmesi için güçlendirilmesi ve geliştirilmesi gerektiği söylenebilir, ancak "varlığımız şimdiye kadar küçük bir çevrenin varlığıydı"; "partiye örgütlü bir biçim vermek için mücadele ediyoruz" vb. denilemez. Bu tür ifadeler, 1952’de organik ve kendiliğinden bir şekilde, son on beş yıl boyunca teste tabi tutulan faaliyeti için yapısal bir çerçeve oluşturan partinin gerçek tarihini tahrif etmekle kalmaz, aynı zamanda partinin Marksist kavranışı söz konusu olduğunda ölümcül sonuçlar doğurabilir. İlk sonuç, ikinci örgütün hiçbir zaman var olmadığını, çünkü aslında partinin hiçbir zaman var olmadığını ve aslında bir grup teorisyen çırağı ya da Marksist bir çevre olduğunu iddia edilebilir. Buradan da bu grubun ya da çevrenin partiye dönüşmesinin sadece örgütsel bir mesele olduğu ve nihayetinde partinin henüz ortaya çıkmadığı ve bunu da ancak şu ya da bu türden bir örgüt kurabildiği ölçüde gerçekleştireceği sonucu çıkar. Bu, Marx, Lenin ve Solun düşüncelerine karşıt olarak, partiyi karakterize eden idealist bir "örgütsel modele" geri dönmek anlamına gelecektir. Ancak daha da kötü bir sapma, merkezi bir örgütsel yapının var olup olmadığını tüzükler, kurallar, özel bürokratik mekanizma türleri vb. gibi örgütsel formaliteler temelinde tanımlamak ve ancak bunlar var olduğunda örgütlü bir yapıdan söz edilebileceğini belirtmek olacaktır. Bu tür ifadeler doğrudan idealist bir parti görüşüne yol açmaktadır. Marksizm, farklı organlara ve mutlak merkeziyetçiliğe sahip olsa da, yapısal bütünlüğünü tüzükler, yasalar ya da toplumsal bedenin kendisinden ayrı özel bir makine aracılığıyla korumaya ihtiyaç duymayan ve duymayacak olan bir toplumun geçmişte var olduğunu ve yine var olacağını belirtmiştir ki yasalar aslında sınıflara bölünmüş toplumları karakterize eden bir olgudur. Komünist toplum bunun yerine teknik işlevler hiyerarşisine dayanacak, bireyler görevlere uygunluklarına göre organik bir şekilde bu işlevleri yerine getirmek üzere seçilecek ve bireyler olarak teknik işlevlere hizmet ettiklerini, tersinin geçerli olmadığını bilerek "vazgeçilebilir oldukları kadar gerekli" olacaklardır. Başka bir yerde, partinin bu anlamda gelecekteki toplumu önceden taşıdığını açıkça belirtmiştik.

1952 yılında parti tüm iç tüzük düzenlemelerini terk etti ve "karar merci kongrelerin" toplanması da dahil olmak üzere tüm iç demokratik mekanizmaları kullanmaktan vazgeçti. Bunun nedeni partinin bilimsel bir tarikat ya da örgütsüz bir "çevre" olması değil, bu mekanizmalara başvurmadan parti örgütüne bir yapı kazandırabileceği sonucuna varmasıydı. Parti, "çevre" aşaması sona erdiğinde nihayetinde ona geri dönmek amacıyla ondan vazgeçmemiş, onu temelli olarak terk etmişti.

Bunu göstermeyi düzeltilmiş geleneğimize bırakacağız:

1) 1967’de (Il Programma Comunista, no 5/1967) şöyle yazmıştık:

"Yoldaşların parti örgütünün istikrarlı, tutarlı ve birörnek bir şekilde işlemesine yönelik bitmek tükenmek bilmeyen kaygıları, Lenin’in bir yoldaşa mektubunda tavsiye ettiği gibi, tüzükler, kurallar ve yasalar ya da daha da kötüsü "özel yetenekli" insanlar bulmaya değil, her bir yoldaşın, partinin birleştirici bir güç, sınıfın rehberi ve temsilcisi olarak varlığına son vereceği bu işlevlerin uyumlu bir şekilde yerine getirilmesine en iyi şekilde katkıda bulunmasına odaklanmıştır. Lenin’in gazeteden "kolektif örgütleyici" olarak söz ettiği Ne Yapmalı’da ana hatlarıyla belirttiği gibi, partinin günlük sorunlarını "kendi başına" çözmesine ve hangi eylemleri gerçekleştirmesi gerektiğine karar vermesine ancak bu şekilde yardımcı olunabilir. İşte burada "organik merkeziyetçiliğin" anahtarını buluyoruz; sınıflar arasındaki tarihi savaşta güvenebileceğimiz silahı burada buluyoruz, mükemmel mekanizmaların nasıl çalışması gerektiğine dair sözde "kuralların" boş soyutlamasında ya da daha da kötüsü, organik bir seçilim süreciyle bu mekanizmaları çalıştırma görevi verilen "yüksek" ve "alçak" adamların kirli denemelerinde değil".

Ve biraz daha önce:

"Tarihte faaliyet gösteren, titiz sürekliliğiyle tanımlanabilen gerçek bir güç olarak parti, burjuva legalizminin ikiyüzlü bir şekilde arzuladığı gibi, bir dizi kalıtsal yasal norm, ilke ve tüzük temelinde (işte ikinci sapmaya cevabımız), ya da Marksizm öncesi (yaşayan tarihsel gerçekliğin ortasına tam olarak yerleştirilmiş, son derece ayrıntılı yapıların mimarı) ütopyacılığın safça hayal ettiği gibi değil, değişmeyen bir yürüyüş hattı üzerinde teorik ve pratik mücadelelerin durmaksızın art arda gelmesiyle şekillenen bir organizma olarak doğası temelinde yaşar ve hareket eder. 1945 Platformumuzda yazıldığı gibi: "Partinin örgütsel normları, işlevinin diyalektik kavramıyla uyumludur; reçetelere ya da fermanlara dayanmaz ve çoğunluğun onayını alma fetişini aşar". Parti, organlarını, aygıtlarını ve mekanizmalarını, işlevlerinden yalnızca birini değil, tümünü yerine getirerek yaratır; ve bu işlevleri yerine getirirken, metafizik buyruklara ya da anayasal paradigmalara uyarak değil, gelişiminin gerçek ve gerçekten organik gerekliliklerine yanıt olarak, onları parçalara ayırır ve yeniden yaratır. Bu mekanizmaların hiçbiri ne önceden ne de sonradan "teorize edilebilir" değildir".

2) Ve 1970 yılında, partinin değişmez doktrinine uygun olarak yukarıda yazılanları teyit edercesine:

"Örgütlenme, disiplin gibi, bir kalkış noktası değil, bir varış noktasıdır. Tüzüksel kodlamalar ya da disiplin yönetmelikleri gerektirmez (...) Yasalar ve tüzükler sınıflara bölünmüş toplumların tipik özellikleridir ve sırası geldiğinde bir sınıfın tarihsel yolunu değil, birkaç sınıfın farklı ya da tam olarak yakınsamayan yollarının birleştiği bir yol kesişimini ifade eden partilerin karakteristik özellikleridir. İç demokrasi ve "bürokratizm"; bireylerin ya da grupların "ifade özgürlüğüne" saygı ve "ideolojik terörizm" birbirine zıt amaçlar değildir; diyalektik olarak birbirlerine bağlıdırlar".

Buradan şu sonucu çıkarıyoruz. Partimiz 1945’ten bu yana kendisini teknik işlevler hiyerarşisine göre farklılaşmış merkezi bir yapıyla donattığını ve bunu tüzükler, demokratik mekanizmalar, bürokratik aygıtlar, disiplin prosedürleri, ihraçlar ya da "özellikle yetenekli" adamların seçimi olmaksızın yaptığını iddia etmektedir. Bunda bir yapı yokluğu gören herkes organik olarak partimizin dışındadır, çünkü parti bunun yerine, takip eden tüm alıntıların da kanıtladığı gibi, şunu görmektedir: "2. Enternasyonal zamanından beri Komünist Sol tarafından ifade edilen özlemlerin gerçekleştirilmesi" (Napoli Tezleri) ve "Moskova Enternasyonali’nin ilk hatalarından birinin kendi yapımızdan tasfiye edilmesi" ("Düşünceler... ").


Alıntılar


117 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

7. Bu, bir kuşaktan diğerine geçiş meselesiydi; savaş sonrası ilk dönemin görkemli mücadelelerini ve büyük burjuvaziye karşı diktatörlük ve proleter terör beklentisine bağlı güçleri, onun tüm açgözlü araçlarıyla birlikte yeniden kurmak amacıyla, diğer tüm partilere ve özellikle de sosyal demokrat partiye karşı çıkan Livorno bölünmesini yaşamış olan kuşağın, devrimci partinin bağımsız eylemi konusundaki farkındalığını yeniden tesis etmek için faşizmin çöküşünün çılgınca sevincinden kurtarılması gereken yeni proleter kuşağa devredilmesiydi. Durum böyleyken, yeni hareket organik ve kendiliğinden bir şekilde, faaliyeti için son on beş yılda denenmiş ve test edilmiş yapısal bir biçim buldu (...)

8. Görevinin önemine, zorluğuna ve tarihsel süresine ikna olmuş, kariyer kaygılarıyla hareket eden şüpheli unsurların cesaretini kırmak zorunda olan yeni hareketin çalışma yapısı, yakın gelecekte herhangi bir tarihsel zafer vaat etmediği, hatta bunu dışladığı için, örgütlü parti şubelerinden gönderilen temsilcilerin sık sık bir araya gelmesine dayanıyordu. Burada birbiriyle çatışan tezler arasında hiçbir tartışma ya da polemik yaşanmadı, anti-faşizm illetine duyulan nostaljiden kaynaklanan hiçbir şey olmadı ve hiçbir şeyin oylanması ya da müzakere edilmesi gerekmedi. Burada sadece geçmişin verimli derslerini şimdiki ve gelecek kuşaklara, proleter kitlelerin saflarından çıkan, defalarca yenilmiş, aldatılmış ve hayal kırıklığına uğramış ama eninde sonunda artık çürümeye yüz tutmuş kapitalist topluma karşı isyan etmeye yazgılı yeni öncülere aktarmak gibi ciddi bir tarihsel çalışmanın organik devamı söz konusuydu (...)

Bu çalışma ve bu dinamik, büyük tarihsel devrimci gerçekleri tezler halinde sunan Marx ve Lenin’in klasik öğretilerinden esinlenmiştir; ve şimdi bir asrı aşan büyük Marksist geleneğe sadık bir şekilde dayanan bu raporlarımız ve tezlerimiz, bu tarihi malzemenin bir bütün olarak partiyle temasa geçtiği yerel ve bölgesel toplantılarda hazır bulunan herkes tarafından - kısmen basın iletişimimiz sayesinde - aktarılmıştır. Bunların mükemmel, geri dönülmez ve değiştirilemez metinler olduğunu iddia etmek saçmalık olur, çünkü yıllar boyunca parti her zaman bunun sürekli olarak geliştirilmekte olan, daha iyi ve daha eksiksiz bir biçim almaya mahkum bir materyal olduğunu söylemiştir; ve aslında partinin tüm kademeleri, hatta en genç unsurlar bile her zaman ve giderek artan bir sıklıkla, Solun klasik çizgisiyle mükemmel bir uyum içinde olan dikkate değer katkılarda bulunmuşlardır.

Partiyi bir gün daha büyük bir toplumsal güç haline getirecek olan, saflarımızdaki ve partiye kendiliğinden katılımlardaki niceliksel büyümeyi ancak çalışmalarımızı yukarıda belirtilen çizgide geliştirerek görmeyi umuyoruz.

9. Partinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki oluşumu konusuna geçmeden önce, bugün karakteristik parti pozisyonları olarak yüceltilen birkaç sonucu yeniden teyit etmekte fayda var; hareketin sınırlı niceliksel genişlemesine rağmen fiilen tarihsel sonuçlar oldukları ve işe yaramaz dahilerin keşifleri veya "egemen" kongreler tarafından alınan ciddi kararlar olmadıkları ölçüde.

Parti çok geçmeden, son derece elverişsiz bir durumda, hatta durumun tamamen kısır olduğu yerlerde bile, hareketin faaliyetini sadece propaganda ve siyasi tebliğle sınırlamanın tehlikeli olduğunu ve bundan kaçınılması gerektiğini fark etti. Her zaman, her yerde ve hiçbir istisna olmaksızın, parti yaşamını kitlelerin yaşamına katmak için durmaksızın çaba göstermeli ve bizimkilerle çelişen direktiflerden etkilense bile protestolarına katılmalıdır. İşçilerin bulunduğu gerici sendikalarda çalışmamız gerektiği sol Marksizmin eski bir tezidir ve parti, bu sendikalara adım atmayı küçümseyen ve bugünün sendikalarının çağırmaya cesaret ettiği birkaç cılız grevin başarısızlığını teorize edecek kadar ileri gidenlerin bireyci tutumlarından nefret etmektedir. Parti birçok bölgede, her zaman ciddi zorluklarla ve istatistiki açıdan bizimkinden daha büyük karşıt güçlerle karşılaşmasına rağmen, sendikalarda dikkate değer bir faaliyet kaydına sahiptir. Bu tür bir çalışmanın gerçekten başlamadığı yerlerde bile, küçük partinin dış dünyayla hiçbir bağlantısı olmayan bir dizi kapalı çevreye indirgendiği ya da kendisini sadece fikir dünyasında üye toplamakla sınırladığı, ki Marksist için bu, ekonomik çatışmalar dünyasının bir üstyapısı olarak ele alınmazsa yanlış bir dünyadır, tavrı reddetmemiz gerektiğini tespit etmek önemlidir. Benzer şekilde, partiyi ya da yerel gruplarını teori, çalışma, tarihsel araştırma, propaganda, örgütleme ya da sendikal faaliyet gibi sadece tek bir alanda faaliyet gösteren su geçirmez kompartımanlara bölmek de yanlış olacaktır. Bunun nedeni, teorimizin ve tarihimizin özünün, bu çeşitli alanların tamamen birbirinden ayrılamaz ve ilke olarak her yoldaş için erişilebilir olmasıdır.

Parti için tarihsel bir fethe işaret eden ve asla vazgeçmeyeceği bir başka tutum da, savaşın sona ermesinden bu yana her yerde ortaya çıkan, çarpıtılmış ve birbirinden kopuk teoriler geliştiren ya da Rus Stalinizmini ve onun tüm yerel varyasyonlarını mahkum eden sayısız diğer çevre ve grubu bir araya getirmek için kongre çağrısı yoluyla üyeliğini artırmaya yönelik tüm önerilerin açık bir şekilde reddedilmesidir.


118 - Ek Tezler... (Milano Tezleri) - 1966

8 - (...) Tarihsel diyalektiğin tüm savaşan organizmaları düşmanın tekniklerini kullanarak saldırı araçlarını geliştirmeye yönelttiğini iyi biliyoruz. Bu nedenle, silahlı mücadele aşamasında komünistler, ortak eylem için en iyi sonucu sağlayacak kesin hiyerarşik şemalara sahip bir askeri örgüte sahip olacaklardır. Böyle bir gerçek, askeri olmayanlara da atıfta bulunarak, her partinin faaliyetinde gereksiz yere taklit edilmeyecektir. Talimatların aktarımı kesin olmalıdır, ancak burjuva bürokrasisinin bu dersi, işçi organizmaları içinde benimsendiğinde bile nasıl yozlaştırılabileceğini ve dejenere edilebileceğini bize unutturamaz. Partinin organikliği, her yoldaşın yukarıdan gelen talimatları iletmek üzere özel olarak atanmış bir başka yoldaşta parti biçiminin kişileştiğini görmesini gerektirmez. Partiyi oluşturan moleküller arasında böyle bir aktarım her zaman aynı zamanda çift yönlüdür; ve her bir birimin dinamiği bütünün tarihsel dinamiğiyle bütünleşir. Örgütsel formalizmlerin hayati bir neden olmaksızın kötüye kullanılması her zaman bir kusur, şüpheli ve aptalca bir tehlike olmuştur ve olacaktır.


Bölüm 2
Parti Gelişiminin “Aşamaları”

Aşağıdaki alıntılarda, 1922 Roma Tezleri ile başlayıp 1970’te yayınlanan "Savunmada" kitabının önsözünden alıntılarla biten bölümde, devrimci Marksist ekole özgü siyasi parti geliştirme modeli açıkça tanımlanmaktadır. Marksist teori insanlığın eski ikilemini - düşünce ile eylem, teori ile pratik arasındaki ayrımı - çözmüş ve bu kavramların aslında birbirleriyle yakından ve ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğunu göstermiştir. İnsan toplumunda bilinci belirleyen eylemdir ve bu, eylemi olgular ve maddi ihtiyaçlar tarafından belirlenen işçi sınıfı için de geçerlidir. Sınıf partisinde bilinç ve eylem ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır ve birbirleri olmadan var olamazlar. Tek fark, parti organının diğerlerinden farklı olarak bilinçli eyleme, yani toplumsal mücadeleler tiyatrosunda eylemden önce gelen bilince duyarlı olmasıdır.

Belirli bir grubun dinamiğinde, Roma tezlerinde daha önce tanımlanan üç faktör mevcut olduğunda sınıf partisinin varlığından söz edebiliriz: teorinin ve tarihsel analizin savunulması ve tanımlanması; militan bir çekirdeğin fiziksel olarak örgütlenmesi; fiili proleter mücadeleye müdahaleye yönelik faaliyet. Bu üç görev, parti faaliyetinin her örneğinde eşzamanlı olarak bulunur, çünkü bunlar partiyi tanımlayan görevlerdir. Bu görevlerin her biri tarafından kapsanan enerji oranı, tarihsel döneme ve partinin içinde hareket ettiği nesnel durumlara göre değişebilir, ancak hiçbiri asla ihmal edilmez ve tamamen olumsuz koşullar partiyi neredeyse sıfıra indirdiğinde bile partinin eğilimi olmaya devam eder. Şimdiki gibi karşı-devrimci bir durumda, partinin enerjisinin yüzde 95’i doğru doktrinin restorasyonuna ve sadece yüzde 5’i örgütsel çalışmaya ve işçi çatışmalarına müdahaleye ayrılır. Devrimci bir yükseliş ve burjuva iktidarına saldırı durumunda, enerji oranı zorunlu olarak tersine dönecek ve enerjinin yüzde 95’i örgütlenmeye ve mücadeleye müdahaleye ayrılacaktır. Ancak bu sadece ve sadece parti dışındaki duruma bağlıdır; bu durum sadece örgütün az ya da çok sınırlı operasyonel erişimini etkilemekle kalmaz, aynı zamanda parti içinde belirli bir enerji dağılımı dayatır. Bu durum tarihsel koşullar tarafından belirlenir ancak parti yaşamının hiçbir noktasında hayati faaliyet alanlarından herhangi birinde eylemden vazgeçmez. Enerjinin çeşitli biçimleri arasındaki ilişki nicelikseldir ve parti tarafından değil dışsal durum tarafından belirlenir. Ancak niteliksel açıdan bakıldığında, partinin işlevleri varlığının her anında aynı kalır. Tarihin belli noktalarında proleter kitleler arasında yürütülen pratik çalışma, anlık bir perspektiften bakıldığında yokmuş gibi görünebilir, ancak partinin bu çalışmayı en ufak bir fırsattan yararlanarak yürütme eğilimi her zaman devam etmelidir. Aynı şey askeri örgütlenme ve yasadışı çalışma için de geçerlidir; pratikte bu tür bir faaliyet yürütmüyor olsa bile, partide bu ihtiyaç her zaman mevcut olmalıdır.

Partinin enerjisinin çeşitli faaliyetler arasındaki dağılımından - teorik çalışma, propaganda, endüstriyel eylem, askeri eylem vb. - hiçbir şey çıkarılamaz ve partinin doğası hakkında hiçbir sonuca varılamaz, çünkü niteliksel olarak hiçbir şey değişmez. Üyelerin yüzde yüzü teorik çalışmaya adanmışsa - ki bu yalnızca nesnel dış koşullara bağlı bir şeydir - partinin teorik hazırlık ’aşamasında’ olduğu ve pratik örgütlenme ve sınıfa nüfuz etme çalışmasının yararsız ya da ikincil olduğu sonucuna varılabilir, Bu anti-Marksist bir saçmalıktır, çünkü partiyi teoriyi bile öğrenemeyecek bir grup düşünüre indirgeyerek onu yok eder. Zira teorimizin doğasının bir parçası, onun yalnızca bir mücadele organının mirası olabileceği ve bir grup "hoca" tarafından entelektüel olarak öğrenilemeyeceğidir. Dolayısıyla, tezlerimizde de belirtildiği gibi, Parti’nin ve tek tek militanların faaliyetini ayrı zamansal "aşamalara" bölünmüş olarak düşünen herkes (önce hareketin teorisini ve ilkelerini öğrenir, tam entelektüel ustalığa ulaşmak için tüm Marksist metinleri okur ve çalışırsınız, sonra da "öğrenmiş" olanlara örgütsel bir yapı sağlar, "Marksist hocaları" "örgüt militanlarına" dönüştürmek için çalışmaya başlarsınız, ta ki sonunda yeni öğrenilmiş teoriyle donatılmış örgüt dış eylem alanına çıkarsınız) kendini Marksizmin tüm anlayışının dışına yerleştirir.

Enerjinin üç tezahürünün ya bir arada olduğu ya da var olmadığı Marksist bir tezdir. Teorinin ancak pratik çalışmaya dalmış örgütlü bir çekirdek tarafından "öğrenilebileceği" denenmiş ve test edilmiş bir Marksist yaklaşımdır. Aksi takdirde öğrenme, açıklığa kavuşturma, teorinin ’şekillendirilmesi’ söz konusu olamaz, çünkü partinin bir silahı olan Marksizm teorisi hakkında öğrenme bireysel ya da kültürel temelde gerçekleşemez, ancak partinin çeşitli görevlerini yerine getirme sürecinin eşgüdümlü bir parçası olarak gerçekleştiği parti organı içinde kolektif olarak gerçekleşebilir.

Bu nedenle küçük yapımız, yeniden yapılanma sürecinden bu yana kendisini Komünist Partisi olarak adlandırmaya hak kazanmıştır. Sayısal olarak çok küçüktü ve hala da küçüktür, ancak organik işlevlerini yerine getirmekten asla vazgeçmemiştir: dış faaliyetlerinin kapsamı niceliksel olarak sınırlı olsa da, bir düşünürler ya da akademisyenler grubuna indirgenmemiştir; diğer sol fraksiyonları karakterize eden aktivizme ve dolaysızlığa geri dönmemiştir. Proletaryanın teorisine, ilkelerine ve tarihsel deneyimine olan mutlak inancı ve bunların sıkı savunusunu, bu karşı-devrimci zamanlarda mümkün olduğunca çok pratik eylem üstlenmeye bağlayabilmiş, en küçük işçi mücadelesine bile örgütlü bir şekilde ve diğer herhangi bir grup ya da gruplaşmadan açıkça farklı bir şekilde müdahale etme fırsatını asla kaçırmamıştır. İşte bu tutarlı çizgi, bu teorik ve pratik mücadele sayesinde parti ayırt edilebilir. Ve işte bu sağlam temel üzerinde, partinin bu organik program ve eylem sürekliliğini korumayı başardığı varsayılırsa, kapitalist krizin ilerlemesi ve proletaryanın en azından ekonomik temelde mücadeleye geri dönmesi, toplumsal savaşta ihtiyaç duydukları hayati silahı arayan genç devrimci muhafızları küçük grubumuzun saflarına çekecektir.

Partinin bu anlayışının dışında ölümden başka bir şey yoktur. Bir entelektüeller ve akademisyenler çekirdeği tarafından savunulan bir program olan tarihsel partinin; sonra "propaganda makinesi"nin; ve sonra, kendisini uygun bir örgütle donatması koşuluyla, parti çekireğinin var olduğunu düşünmek tamamen saçmadır. Lenin’i ve sol geleneği tahrif ederek elde edilebilecek bu tür mekanik ve idealist yapıların hala işçi hareketini kirletmenin yollarını bulması çok yıpratıcıdır.

Eğer parti bu sürekliliği, organik yaşamını oluşturan çeşitli görevler ve işlevler arasındaki bu diyalektik bağlantıyı korursa, örgüt birileri istediği için değil, parti faaliyetinin yürütülmesinden, genişletilmesinden ve giderek artan karmaşıklığından doğan ihtiyaçlar nedeniyle gelişir, çeşitlenir ve kendine bir yapı kazandırır. Yeni organlar yaratılır çünkü partinin işlevleri giderek daha karmaşık hale gelir ve ihtiyaçları için uygun bir yapı gerektirir; çünkü partinin faaliyeti, tüm alanlarda elinden gelen en iyi şekilde çalışmasına yardımcı olacak doğru araçları gerektirir. Bir gün birilerinin Partiye nihayet örgütlü bir yapı kazandırma zamanının geldiğini düşünmesi ve küçük kafasında, belki de çok az okunmasına ve çok az anlaşılmasına rağmen, tuvalete gitmek gibi küçük sorunları çözmek için bile sürekli olarak gelişigüzel alıntılanan Lenin’in son yazılarını kopyalayarak bir örgütlenme modeli bulmaya karar vermesi gibi çocukça bir nedenle yaratılmazlar.

Propaganda makinesinin ya da "kulübün" aksine parti, 1952’de doktriner, taktik ve programatik temel taşlarını (Doğa, İşlev ve Taktikler, Karakteristik Tezler, vb.) kesin bir şekilde belirlediğinde ve tüm faaliyetlerini bu temelde yürütmeye başladığında kesin olarak kuruldu. 1952’den bu yana sayısal büyüklüğüne ve faaliyetlerinin yürütülmesine uygun bir örgütsel yapıya, dış toplumsal ortamın elverdiği ölçüde sahip olmuştur. Bu yapı 1965-1966 Tezlerinde kapsamlı olarak açıklanmıştır. Bu yapı kesinlikle değişecek, daha karmaşık, daha kompakt, daha farklılaşmış ve daha net ve belirgin özelliklere sahip olacaktır. Bu süreç, örgütlü üyeler ağının genişlemesiyle, çalışmamızın nasıl geliştiğiyle ve partinin işçi sınıfı üzerindeki artan etkisiyle yönlendirilecektir; Lenin’de tarif edildiğini düşündükleri aynı aygıta sahip olmadıkça kendimize parti diyemeyeceğimizi keşfeden bazı "işe yaramaz dahilerin" ya da bazı "karar merci kongrelerin" güzel keşifleriyle değil.


Alıntılar


119 - Partinin Karakteristik Tezleri (Floransa Tezleri) - 1951

II, 4 - Parti, sosyalist devrim hareketinin teorisini savunur ve yayar; komünist teori ve programın propagandasını yaparak ve proletaryanın ekonomik çıkarları için savaşmak zorunda kaldığı her yerde proletarya saflarında sürekli aktif olarak kendi iç örgütlenmesini savunur ve güçlendirir; silahlı proletaryanın devlet iktidarı için mücadelesinden önce, mücadele sırasında ve sonrasındaki görevleri bunlardır.

IV, 4 - Bugün siyasi bunalımın derinliklerindeyiz ve eylem olanakları önemli ölçüde azalmış olsa da, parti, devrimci geleneği izleyerek, geçmiş deneyimin tüm sonuçlarını bütünleştirecek olan sınıf mücadelesinin gelecekteki büyük ölçekli yeniden canlanmasına yönelik tarihsel hazırlık çizgisini bozma niyetinde değildir. Pratik faaliyetin kısıtlanması devrimci hedeflerden vazgeçilmesi anlamına gelmez. Parti, belirli sektörlerde faaliyetinin niceliksel olarak azaldığını kabul eder, ancak bu, faaliyetinin çok yönlü bütünlüğünün değiştiği anlamına gelmez ve bunlardan hiçbirinden açıkça vazgeçmez.

IV, 7 - Sayıca az olmasına ve proleter kitlelerle çok az bağı olmasına rağmen, parti yine de birinci derecede önemli olan teorik görevlerine kıskançlıkla bağlıdır ve mevcut dönemdeki devrimci görevlerinin bu gerçek takdiri nedeniyle, ne yeni gerçekler arayan bir düşünürler topluluğu ne de geçmiş gerçekleri yetersiz gören "yenilikçiler" olarak görülmeyi kesinlikle reddeder (...)

IV, 9 - Partinin kitleler arasındaki nüfuzunun derinliğini belirleyen ve bugün onu faaliyetinin küçük bir bölümüyle sınırlayan, militanların arzusu ya da kararı değil, olaylardır. Bununla birlikte Parti, bu müdahale çok daha fazla gelişip Parti faaliyetinin ana alanı haline gelene kadar hiçbir canlanmanın olamayacağının bilincinde olarak, sınıf mücadelesinin çatışmalarına ve iniş çıkışlarına müdahale etmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz.

IV, 10 - Sürecin hızlanması sadece tarihsel krizlerin derin toplumsal nedenlerine değil, aynı zamanda partinin elindeki kısıtlı araçlarla bile propaganda yapmasına bağlıdır.


120 - Genel Durum Tarihsel Olarak Elverişsiz Olduğunda Partinin Organik Faaliyeti Üzerine Düşünceler - 1965

8 - Yozlaşan toplumsal kompleksin teori ve sağlam doktrini tahrif ve tahrip etmeye odaklandığı göz önüne alındığında, bugünün küçük partisinin başlıca görevinin doktrinel değeri olan ilkelerin restorasyonu olduğu açıktır, ancak ne yazık ki Lenin’in Birinci Dünya Savaşı felaketinden sonra çalıştığı elverişli ortam eksiktir. Ancak bu, teori ile pratik eylem arasına bir set çekmemiz gerektiği anlamına gelmez; belli bir sınırın ötesinde bu bizi temel ilkelerimizle birlikte yok eder. Dolayısıyla, gerçek güçler dengesi mümkün kıldığı ölçüde, elverişli dönemlere özgü tüm faaliyet biçimlerine sahip çıkıyoruz.

9 - Tüm bunları çok daha derinlemesine incelemeliyiz, ancak yine de böylesine zorlu bir geçiş sürecinde partinin örgütsel yapısı hakkında bir sonuca varabiliriz. Partiyi biri çalışmaya diğeri eyleme adanmış iki gruba bölünebilir olarak değerlendirmek ölümcül bir hata olacaktır, çünkü böyle bir ayrım sadece bir bütün olarak parti için değil, aynı zamanda bireysel militanlar için de ölümcüldür. Ünitarizmin ve organik merkeziyetçiliğin altında yatan anlam, partinin, gelecekte silahlı örgüte ihtiyaç duyulana kadar, bizim propaganda, örgütleme, proleter örgütlenme, sendikal çalışma vb. olarak adlandırdığımız çeşitli işlevlerine uygun organları kendi içinde geliştirmesidir; ancak her bir işleve atanan yoldaşların sayısından hiçbir şey çıkarılamaz, çünkü hiçbir yoldaş, ilke gereği, bunlardan herhangi birine dahil olmamalıdır.

İçinde bulunduğumuz aşamada teoriye ve hareketin tarihine adanmış yoldaşların sayısının çok fazla, eyleme hazır olanların ise çok az görünmesi tarihsel olarak tesadüfi bir durumdur. Bu enerji tezahürlerinin her birine kaç kişinin adanmış olduğunu araştırmak tamamen anlamsız olacaktır. Hepimizin bildiği gibi, durum radikalleştiğinde, içgüdüsel olarak hareket eden ve akademiyi taklit etme ihtiyacı duymayan çok sayıda insan derhal bizim tarafımızı tutacaktır.


121 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

5 - (...) "Zamanın ipliğinde" sloganını benimseyen hareketimiz, kendisini proletaryanın gözleri ve zihinleri önüne, uzun ve acılı bir geri çekilme güzergahı boyunca yazılı olan tarihsel sonuçların anlamını koymaya adamıştır. Bu, rolümüzü kültürel yayılmayla ya da küçük doktrinlerin propagandasıyla sınırlamak değil, teori ve eylemin diyalektik olarak birbirinden ayrılamaz alanlar olduğunu ve öğretilerin kitaplardan öğrenilmediğini ya da akademik olmadığını, aksine -tam olarak deneyimlerden değil, şu anda cahillerin avı haline geldiği için kaçınmak istediğimiz bir kelime- ama hatırı sayılır büyüklükte ve genişlikte gerçek güçler arasındaki çatışmaların dinamik sonuçlarından türetildiğini, nihai sonucun devrimci güçlerin yenilgisi olduğu durumlardan da yararlanarak göstermekti. Eski klasik Marksist kriterleri kullanarak "karşı devrimlerin dersleri" olarak adlandırdığımız bu ikincisidir.


122 - "1945 Sonrası Tezler"e Giriş - 1970

Partinin ancak 1951’in ikinci yarısında ve özellikle de 1952’den itibaren, 1920-1926 döneminin temel tezleriyle yeniden bağ kurmasına ve sonraki çeyrek yüzyılın dinamik bilançosunun bu tezleri daha da açık ve net hale getirmesine dayanan net, homojen bir yönelim edindiğini ve iki haftada bir yayınlanan yeni yayın organı "Il Programma Comunista" etrafında kendisine bu teorik başarıya uygun bir yapı kazandırdığını söyleyebiliriz.

Temel sorun hiç kuşkusuz, Stalinist karşı-devrim tarafından binlerce kez ayaklar altına alınan ve tahrif edilen Marksist doktrinin bütünlüklü bir şekilde yeniden sunulmasıydı. Ancak, teoride ve pratikte bu görev, yalnızca teorik ve programatik pozisyonlarımızın propagandasını yapmakla kalmayıp, aynı zamanda bunları Lenin’in klasik tanımına göre işçi sınıfına "ihraç etmek" için sürekli çaba göstermekten ayrılamazdı ve asla ayrılmadı. Bu sonuncusu, kapasitemize göre, acil ve olumsal hedefler için sınıf mücadelelerine katılarak; partiyi, ne kadar küçük olursa olsun, asla bir düşünürler akademisine, bir illuminati kulübüne ya da sadece yandaşlarınca bilinen bir silahlı komplocular tarikatına dönüştürmeyerek başarıldı.


Bölüm 3

Parti ve Üçüncü Enternasyonal

Aşağıdaki alıntılar Solun 3. Enternasyonal’e ilişkin tutumunu ve partinin Stalinist karşı-devrimin elindeki yozlaşma ve yıkımdan çıkardığı dersleri göstermektedir. Bu dejeneratif sürecin nedenini tanımlamak açısından, uluslararası devrimci hareketteki gerileme, kaçınılmaz olarak parti üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle belirleyici bir faktördü, çünkü parti süregelen durumların ürünü olduğu ve bu durumlar doğal olarak onu etkilediği ve onu engellediği ya da desteklediği ölçüde, her zaman olduğu gibi dış toplumsal gelişmelerden etkilenir. Bununla birlikte, bunu hiçbir zaman tek neden olarak görmediğimiz görülecektir: Enternasyonal’in yozlaşmasını, yeni örgütün oluşturulma biçimindeki zayıflıklara da atfettik; bunlar devrimci gerileme gerçekten meydana geldiğinde, örgütün olumsuz koşullara tepki verme kapasitesi üzerinde kaçınılmaz olarak olumsuz bir etkiye sahip olan zayıflıklardı.

Üçüncü Enternasyonal’in örgütlenmesindeki bu organik ’zayıflıklar’ sol tarafından aşağıdaki olgularla eş tutulmaktadır:

"Devrimci değerlerin restorasyonu, doktriner ilkeler, teorik eğitim ve merkezi devlet iktidarı sorunu söz konusu olduğunda etkileyici ve eksiksiz olsa da, yeni Enternasyonal’in sistematik örgütlenmesi ve taktiklerinin ve üye partilerinin eğitiminin aynı şekilde eksiksiz olmadığı söylenmelidir".

"Nesnel olarak devrimci görünen Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki durumda, Enternasyonal’in liderliği, bazı büyük kapitalist ülkelerde iktidarın ele geçirilmesine yol açabilecek genel bir Avrupa hareketinin patlak vermesi halinde kendisini hazırlıksız ve kitleler tarafından yeterince takip edilmiyor bulma endişesiyle - ki bu endişe temelsiz değildi - yönlendirilmeye başlandı. Kapitalist dünyanın hızla çökmesi olasılığı, bugün Avrupa devrimi mücadelesinde daha geniş kitleleri yönlendirebilme umudu olarak anladığımız Leninist Enternasyonal için o kadar önemliydi ki, gerçek komünist partiler olmayan hareketlerin bağlılığını kabul etmekte fazla serbest davrandı ve birleşik cephenin elastik taktiği içinde, muhafazakarlık ile devrim arasında salınan partiler hiyerarşisinin dışında kalan kitlelerle teması sürdürmeyi aradı.”

"Eğer olumlu sonuç gerçekleşmiş olsaydı, Rusya’daki ilk proleter iktidarın siyaseti ve ekonomisi üzerindeki sonuçları, komünist partilerin ulusal ve uluslararası örgütlerinin çok hızlı bir şekilde restorasyonuna izin verecek kadar güçlü olacaktı".

"Daha az elverişli bir sonuç, yani kapitalizmin yeniden kurulması gerçekleştiğinden, bunun yerine devrimci proletarya, kendi net siyasi hazırlığını ve kendi bileşim ve örgütlenme homojenliğini feda ederek yeni oportünist yozlaşmalara maruz kalan bir hareketle mücadeleye ve yola devam etmek zorunda kaldı.”

"Ancak Üçüncü Enternasyonal’in kapılarını yeni ve daha ciddi oportünist dalgaya açan hata, yalnızca proletaryanın devrimci olma olasılığını hesaplama hatası değildi; Rus Bolşevizminin deneyimlerini ve yöntemlerini genelleştirerek bunları çok daha ileri burjuva ve kapitalist uygarlığa sahip ülkelere uygulama arzusundan kaynaklanan bir hazırlık ve tarihsel yorumlama hatasıydı" (Doğa, İşlev ve Taktikler..., 1947’den).

"Parti içi örgütlenme de benzer bir karmaşaya maruz kalacak ve çeşitli parti ve ülkelerdeki devrimci üyeleri oportünist olanlardan ayırma gibi zor bir görev tehlikeye girecekti. Merkezle işbirliğine daha yatkın yeni parti üyelerinin, eski sosyal demokrat partilerin sol kanatlarının tamamının koparılmasıyla elde edilebileceğine inanılıyordu (oysa yeni Enternasyonal ilk oluşum dönemini tamamladıktan sonra, sürekli olarak dünya partisi olarak işlev görmeli ve ulusal seksiyonlarına sadece bireysel olarak yeni üyeler katılmalıydı). Geniş işçi gruplarını kazanmak için liderlerle anlaşmalar yapılmış, hareketin kadroları düzensizliğe sürüklenmiş ve aktif mücadele dönemlerinde çözülüp yeniden birleştirilmişti. Oportünist partiler içindeki fraksiyonlar ve gruplar ’komünist’ olarak kabul edilerek, örgütsel birleşmeler yoluyla partilere dahil edildiler; böylece neredeyse tüm partiler mücadeleye hazırlanmak yerine sürekli bir kriz halinde tutuldular. Eylem sürekliliğinden yoksun ve dost ile düşman arasında net sınırlar çizilmemiş olarak, uluslararası ölçekte birbiri ardına başarısızlıklar kaydedeceklerdi. Sol ise, örgütsel birlik ve süreklilik iddiasını korumaktaydı" (Parti’nin Karakteristik Tezleri’nden, 1951).

Dolayısıyla bu dört noktada Enternasyonal, oportünizmin onu yeniden ele geçirmesini mümkün kılan zayıflıklar sergiledi; 1920’ye kadar sadece İtalyan Solu’nun tespit ettiği zayıflıklar. Kabul Koşullarının (1920) daha katı hale getirilmesinde ısrar eden ve 21 maddeye bazı temel açıklamaların eklenmesini sağlayan İtalyan Solu olmuştur; ancak İtalyan Maksimalistlerinin daha sonra sahte destek oyunlarında başvuracakları ve Enternasyonal liderliğinin 1921’de İ.K.P.’nin olası bir gözden geçirilmesini önerdiğinde samimi olarak kabul ettiği "ulusal özellikler" maddesini hariç tutmayı başaramamıştır. İ.K.P.’nin aynı yıl Sosyalist Parti’den geri dönülmez bir şekilde ayrılması gerçekleşmiştir (bkz. Rassegna Comunista, 1921’deki "Moskova ve İtalyan Sorunu").

Dolayısıyla, 2. Kongre boyunca Sol, "sınıf fraksiyonu olarak parti" ve "demokratik merkeziyetçilik" kavramları hakkındaki şüphelerini, edebi saflık çılgınlığından değil, bu formülasyonların yetersizliğinin ifade ettiği tehlikelerden dolayı dile getirecekti. Aynı 2. Kongre’de Sol, devrimci parlamentarizm taktiğine sadece Batı Avrupa için yanlış bir taktik olduğu gerekçesiyle değil, aynı zamanda sözde "seçimci komünistler", yani maksimalistlerle kesin bir sınır çizgisi çizmeyi imkansız hale getirdiği için de karşı çıkacaktır.

Sol, 3. Kongre’de, Troçki ve Lenin’in yorumu kesin ve doğru olsa bile, Batı’daki genç komünist partiler için büyük tehlikeler oluşturan şüpheli "çoğunluğun fethi" formülasyonuna karşı çıkar. Sol, 1921’den sonra birleşme pratiğine, diğer partilerin parçalarının komünist partiyle birleştirilmesine karşı çıkar, yalnızca tek bir parti olabileceğini ve bunun da ancak bireysel temelde birleştirilebileceğini savunur. Dolayısıyla Sol, komünist fraksiyonların diğer partilere sızması uygulamasına da karşı çıkmakta ve örgütsel kuralların sıkılaştırılması çağrısında bulunmaktadır. Aralık 1921’de Birleşik Cephe Tezleri kabul edilir ve İtalya’da aşağıdan birleşik cephe taktiğini ilk benimseyen aslında Sol olsa da, Sol bu tezlere ilişkin bilinen çekincelerini ortaya koyar. 1922’deki Roma Kongresinde Sol, taktikler üzerine ünlü tezleri oylar; bu tezlerde Enternasyonal’in taktiksel araçları, en azından genel hatlarıyla ve uzun zaman dilimleri ve geniş alanlar için geçerli olacak şekilde öngörmesi ve sınırlandırması gerekliliği ileri sürülür; böylece Enternasyonal’de yerleşik hale gelecek olan, değişen durumlara karşı sadece anlık tepkilere dayanan dalgalı taktikler ve diktalar şeklindeki kötü uygulamanın önüne geçilmesi amaçlanır.

Bir bütün olarak Enternasyonal için bir proje olarak önerilen Roma Tezleri, Enternasyonal tarafından eleştirilecek ve reddedilecek ve "soyutlamacılık", "şematizm" ve "biçimcilik" vb. ile suçlanacaktı. Bu nedenle, Sol ile Enternasyonal arasındaki farklılıkların sadece taktiksel nitelikteki ikincil farklılıklar olduğunu söylemek saçma olacaktır. Genel olarak taktik sorunların nasıl formüle edileceği konusunda Sol ve Enternasyonal arasında derin farklılıklar vardı. Ve Enternasyonal’in daha sonraki çöküşü, ilke ve teori sorunlarını kesin bir şekilde çözmeyi başarmış olsa da, taktik sorununu neredeyse aynı derecede kesin ve uygun bir şekilde ortaya koymayı başaramadığını ve bu açık gedikten yeni oportünizmin geçebildiğini doğruladı. Taktik sorununun bu gerekli sistematizasyonunun neden mümkün olmadığının maddi ve tarihsel nedenleri tezlerimizde açıkça açıklanmıştır. Ancak gerçek şu ki, Solun sürekli çağrıda bulunmasına rağmen sistematikleştirme olmadı; ve Sol, tam da çağrıda bulunduğu için Enternasyonal tarafından doktrinerlik ve soyutlamacılıkla suçlanacaktı. Dolayısıyla, Rusya’daki Bolşevik Partisi’nin Enternasyonal’in sorunlarını tutarlı bir şekilde Marksist bir tarzda formüle etmek için her türlü çabayı göstermeye devam ettiğini, ancak kendisini Batı’da, Sol hariç, bu doğru formülasyonu kabul etmeyi reddeden insan malzemesiyle uğraşmak zorunda bulduğunu iddia etmek de aynı derecede yanlış olacaktır. Aksine, Bolşevik Partisi’nin izole bir güç olarak mücadele etmek zorunda kaldığı kendi durumunun, ne pahasına olursa olsun Batı’da devrimci bir zafere duyulan acil ihtiyacın hakim olduğu Enternasyonal’in sorunlarını formüle etme ve çözme biçimini etkilediği açıktır. Böylece Bolşevik Partisi, tamamen Marksist olmayan grupları ve fraksiyonları kabul etme konusunda daha rahat davrandı; yirmi bir nokta ve devrimci parlamentarizm taktikleriyle zaten bir gedik açmışken, taktiksel bocalamaları ve yanlış örgütsel pratikleriyle bu gediği genişletti ve böylece Batı’da gerçek komünist partilerin kurulmasını çok daha zor hale getirdi.

Batılı komünist partiler, özellikle de Alman ve Fransız partileri, reformistlerle dolu kalmaya devam etti; bunun nedeni reformistlerin örgüt içinde saklanıyor olması ve Moskova merkezinin onları topluca ihraç edecek baskıcı enerjiden yoksun olması değil, örgütün sınırlarının disiplin yönetmelikleri ve yeni üyelerin taranması alanında değil ama hayati önem taşıyan taktikler ve örgütsel normlar alanında giderek belirsizleşmesiydi; Enternasyonal liderliği her şeyini komşu Almanya’daki zafere yatırdığı ve isyancı proletaryaya önderlik edebilecek bir partiye sahip olmak için örgütsel ağını daha da genişlettiği için, aslında daha da belirsizleşerek böyle kalacaklardı. Ağını bireysel katılımları kontrol etmeyi unutarak ya da bireysel militanları okuyucu, dinleyici, sempatizan ve yoldaştan oluşan katı bir müfredattan geçirmeyi ihmal ederek değil (örgütsel katılığın en iyi "Lotta Comunista" tipi gruplar tarafından anlaşılabileceği şekilde), insanların partiye yalnızca birey olarak katılmaları gerektiği kuralını ihmal ederek genişletti; Ulusal farklılıklara tolerans göstererek; diğer grupların füzyonları ve filtrelemeleri üzerinde pazarlık yaparak; sırf proleter kitleler üzerinde bir miktar etkiye sahip oldukları için kötü şöhretli sağcılara ve merkezcilere kapıyı açarak ve son olarak taktik normları boş bir sayfa olarak bırakarak. Bu uygulama, devrimci hareketin gücü tükendiğinde, kendisini komünizme doğru ilerlememiş ama hala sosyal demokrat ve hatta parlamenter bir zihniyetle dolu partilerle başa çıkmak zorunda bulmasını sağladı.

O halde örgütsel sorunlara ilişkin doğru formülasyonumuza geri dönelim. Tezlerimiz hiçbir noktada Enternasyonal’in zayıflığının komünist partiler içinde gizlenen sosyal demokratlara karşı başarılı bir cadı avı başlatılamamasından kaynaklandığını söylememektedir. Sosyal-demokratlar komünist partilerin içinde ’saklanabildiler’ çünkü Enternasyonal parlamenter pratikten kesin bir kopuş yapmamıştı; çünkü füzyonları ve blokları onaylamıştı; çünkü taktik normlara sınırlar koyması gerektiğini reddetmişti, yoksa sorun şubeleri ’denetleyecek’ yeterli sayıda ’müfettiş’ olmaması değildi. Komünist partilerin örgütsel ve taktiksel fizyonomisi daha keskin ve net hale getirilmiş olsaydı, örgüt içinde saklanan sosyal demokratlar ’organik’ olarak kendiliklerinden dışarı fırlayacaklardı. Disiplin alanında değil ama örgütlenme ve taktik alanında bu ayarlama mümkün olmadıysa, bunun eksikliğini disiplin kurallarının sıkılaştırılmasında, cezaların sertleştirilmesinde ve ihraçlarda aramak boşunadır. Bu, Solun mücadelesidir.


Alıntılar


123 - İtalya Komünist Partisi 3. Kongresinde Sol Tarafından Sunulan Tez Taslakları (Lyon Tezleri) - 1926

II, 1 - 2. Enternasyonal’de dünya savaşının yol açtığı kriz, Komünist Enternasyonal’in kurulmasıyla, devrimci doktrinin restorasyonu söz konusu olduğunda tamamen ve kesin olarak çözülmüştür, ancak örgütsel ve taktik açıdan, Komintern’in kuruluşu kesinlikle muazzam bir tarihsel zafer teşkil etmesine rağmen, proleter hareketindeki kriz aynı ölçüde çözülmemiştir.

Yeni Enternasyonal’in oluşumunda temel bir faktör, dünya proletaryasının ilk görkemli zaferi olan Rus Devrimi’ydi. Ancak, Rusya’daki toplumsal koşullar nedeniyle, Rus devrimi taktiksel açıdan diğer ülkelerdeki devrimler için genel bir tarihsel model oluşturmamıştır. Feodal otokratik iktidardan proletarya diktatörlüğüne geçişte, burjuva sınıfının kendi özel ve istikrarlı devlet aygıtında örgütlenmiş siyasi hakimiyet dönemi yoktu.

İşte tam da bu nedenle, Rus devriminde Marksist programın kavramlarının tarihsel olarak doğrulanması muazzam bir öneme sahiptir ve sosyal demokrat revizyonizmin ilkeler alanında yönlendirilmesinde büyük yarar sağlamıştır. Ancak örgütsel alanda, küresel kapitalizme karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçası olan 2. Enternasyonal’e karşı mücadele aynı kararlı başarıya ulaşamadı ve Komünist partilerin nesnel koşulların izin verdiği kadar etkili olamamasına neden olan çok sayıda hata yapıldı.

Aynı şey, burjuvazi, tarihsel olarak istikrarlı bir aygıta sahip modern burjuva parlamenter devlet, proletarya; ve komünist partilerin kapitalizme karşı proleter saldırıdan ve sosyal demokrat partilerin, yani karşı-devrimci burjuvazinin siyasi organlarının tasfiyesinden her zaman elde edebilecekleri her şeyi elde edemedikleri, birçok sorunun hem o zaman hem de bugün hala düzgün bir şekilde çözülmediği taktikler alanı için de söylenmelidir.

II, 4 - Komintern’in kuruluşu sırasında, devrimci güçlerin büyük bir yoğunlaşmasını sağlamanın gerekli olduğu görüşü büyük bir ağırlık taşıyordu çünkü o zamanlar nesnel koşulların olduğundan çok daha hızlı gelişeceği öngörülüyordu. Bununla birlikte, geriye dönüp baktığımızda, daha titiz örgütsel kriterlerin belirlenmesinin tercih edilebilir olduğunu görebiliriz. Ne anarşist ve sendikalist gruplara taviz vererek, ne 21 koşulda merkezcilerle yapılan küçük uzlaşmalarla, ne siyasi ’sızma’ sonucu partilerle ya da parti fraksiyonlarıyla organik birleşmelerle, ne de bazı ülkelerde sempatizan partilerin yanı sıra ikili bir komünist örgütlenmeye göz yumarak partilerin oluşumu ve kitlelerin fethi desteklendi. Partiyi fabrika hücreleri temelinde örgütleme parolası, 5. kongreden sonra başlatıldı, Enternasyonal’in çeşitli seksiyonlarında uyumlu bir şekilde gözlemlenen göze batan kusurları giderme amacına ulaşmadı.

III, 4 - Mart 1922’de düzenlenen Roma Kongresi, İtalyan solu ile Enternasyonal’in çoğunluğu arasındaki teorik ayrılığı kristalize etti. Bu, daha önce 3. Dünya Kongresi’ne ve Şubat 1922’deki Genişletilmiş Yürütme’ye katılan delegasyonlarımız tarafından oldukça kötü bir şekilde ifade edilmiş olan bir ayrılıktı; özellikle ilkinde, çocukça türden bazı hatalar kesinlikle işlenmişti. Roma Tezleri, İtalyan Partisi’ndeki her türlü sol oportünizm tehlikesinin teorik ve siyasi olarak tasfiye edilmesini sağlayacaktı.

Parti pratiği söz konusu olduğunda, Enternasyonal ile tek görüş ayrılığı maksimalistlere karşı nasıl bir taktik izleneceği konusundaydı, ancak bu tür görüş ayrılıkları Ekim 1921’deki Sosyalist Kongre’den çıkan birleşik sonuçlarla çözülmüş görünüyordu.

Roma Tezleri, partinin Enternasyonal’in karar alma sürecine bir katkısı olarak kabul edildi, acil bir eylem hattı olarak değil; bu, 1922’deki Genişletilmiş Yürütme’de parti yönetimi tarafından teyit edildi ve tam olarak Enternasyonal’in disiplini ve ona karşı kararı nedeniyle teorik bir tartışmaya girmedik.

Ancak Ağustos 1922’de Enternasyonal, çeşitli faktörleri parti yönetimiyle aynı şekilde yorumlamadı, ancak İtalya’daki durumun devletin zayıflamış direnci anlamında istikrarsız olduğunu hesapladı ve belirleyici faktör olarak Ağustos ayındaki büyük grev manevrası sırasında öğrenilen dersleri değil, Maksimalistler ile Üniteryenler arasındaki bölünmeyi göz önünde bulundurarak Maksimalistlerle birleşme temelinde partiyi güçlendirmeyi düşündü.

Bu andan itibaren iki siyasi çizgi kesin bir şekilde birbirinden ayrılır. Aralık 1922’deki 4. Dünya Kongre’de eski Yönetim çoğunluk tezine karşı çıkar ve delegeler İtalya’ya döndüklerinde konuyu birleşme komisyonuna havale eder, oybirliğiyle karar için herhangi bir sorumluluk almayı reddederler, ancak elbette idari işlevlerini korurlar.

Ardından Şubat 1923’teki tutuklamalar ve partiye karşı büyük saldırı geldi; nihayet Haziran 1923’teki Genişletilmiş Yürütme toplantısında eski yürütme görevden alındı ve tamamen değiştirildi ve bunun mantıklı bir sonucu olarak birçok parti lideri istifa etti. Mayıs 1924’te parti danışma konferansı Sol’a Merkez ve Sağ karşısında ezici bir çoğunluk kazandırdı ve böylece 1924’teki 5. Dünya Kongresi’ne katılmak mümkün oldu.


124 - İşçi Sınıfı Devrimci Partisinin Doğası, İşlevi ve Taktikleri - 1947

İşçi hareketinin 2. Enternasyonal’in ihanetine karşılığı, Rus devrimi tarafından 3. Enternasyonal’in kuruluşuydu. Ama söylenmelidir ki, yeni Enternasyonal’in, doktrinsel prensipler, teorik yaklaşım ve devlet gücü olan temel soruna nazaran devrimci değerlerin restorasyonu şahane ve tam kapsamlıydı ise, örgütsel düzenleri ve kendi ve kendi üye partilerinin taktilerine yaklaşımı o karar kapsamlı değildi.

Ancak, sadece onun tam Marksist prensiplerinin terk edilmesine nazaran değil, ama aynı zamanda onların burjuva devletlerle ve partilerle koalisyon ve işbirliği taktiği ile ilgili 2. Enternasyonal oportünizminin eleştirisi, kapsamlı ve kesindi.

Eski sosyalist partiler tarafından tarafından benimsenen bağımlı ve koşula bağlı çizgi burjuva kurumlarına ve iktidarına karşı toptan saldırı için hazırlanmaktan vazgeçmesi karşılığında çalışanların küçük avantajlar ve materyal gelişim garanti edilmesine değil, ama, hem minimum hem de maksimum sonucu riske atarak daha kötü bir duruma, proleter örgütler, enerjisi, mücadeleciliği ve proleter bireyleri ve canları kendi sınıfının sosyal ve politik amaçlarına ulaşmak için değil ama kapitalist emperyalizmi sağlamlaştırmak için kullanıldığı bir duruma yol açtı. Savaş yoluyla, hakim sınıf, bütün bir tarihsel dönem için üretken mekanizmasında doğuştan var olan çelişki tehdidinin üzerinden gelmiştir, ve savaş yüzünden ortaya çıkan politik krizi ve sonuçlarıyla, karşıt sınıfın politik ve ticari sendika formasyonlarını ulusal koalisyon politikası ile kendi iradesine boyun eğdirerek başetmiştir.

Bu, Leninist eleştiriye göre, proleter sınıf partisinin burjuva anayurdu ya da burjuva özgürlük kurumlarını tehlikeden korumak değil, doruk noktası burjuva devletinin yıkarak tam siyasi iktidar fethi olan, çalışanların güçlerini hareketin tarihsel düşünce hattının üzerine çizili kalmasını sağlama rolünün ve işlevinin saptırılmasında büyük önem taşıyordu.

Öznel durumun devrim için olumsuz gibi göründüğü zaman ama nesnel durumun, burjuva dünyasında tam gelişmiş bir krizin varoluşu nedeniyle olumlu olduğu, savaş sonrası döneminde devrimci enternasyonalin ana kusurlarını hızlı bir yeniden örgütlenme ile onarmak meselesiydi.

Harika komünist direktiflerinin yeniden ışığa çıkmasını sağlayan Rusya’daki ilk devrimci işçi galibiyetinin muhteşem tarihsel başarıları bu süreci egemen olmuştur ve bu başka bir şekilde de olamazdı. Ama, diğer ülkelerde savaş oportünizmine karşı olan sosyalist grupların birleşimi olan diğer komünist partilerin taktiklerinin, 1917’nin Şubatından Kasımına kadar süren iktidarı fethetme döneminde, Bolşevik partisi tarafından başarılı bir şekilde uygulamış olan taktiklerin doğrudan bir taklidi olmasını istemişlerdi.

Bu poliçenin uygulanması anında Enternasyonal’in taktiksel yöntemleri ile ilgili, ve özellikle, kitleler arasındaki geleneksel etkilerini komünistlerin yararına kaydırmak için bu partilerin yöntemlerinin yetersizliğini göstermek amacıyla diğer proleteryan ve sosyalist partilere ortak ajitasyon ve eylem için sık sık gönderilen davetlerden oluşan Birleşik Cephe diye bilinen politika ile ilgili tartışma başlatmıştır.

Ama, İtalyan Solunun ve diğer muhalefet gruplarının dürüst ve açık uyarılarına rağmen, Enternasyonal’in liderleri, devrimci organizasyonları, amansız bir muhalefetle ayrıldıkları aşırı sosyal-demokratik, sosyal-yurtsever ve oportünist örgütlerin yanına zorlayınca, bu taktiğin sunduğu avantajları imkansız yaparak sadece kitlelerin yönünü şaşırtmaz, ama ayrıca - ve halen daha ciddi - devrimci partilerin kendilerini bile kirletir. Doğrudur ki devrimci parti tarihin en iyi ve en az kısıtlanmış etmenidir, ama aynı derecede hiç bir zaman onun sonucu olmaktan çıkmaz; sosyal güçlerde değişim olduğunda dönüşüme tabii tutulur. Taktik sorusu nereye doğrultulursa doğrultulsun aynı kalan bir silahın kasıtlı kullanımı olarak düşünülmemelidir; partinin taktikleri kendisini etkiler ve değiştirir eder. Önceki dogmalar adına hiçbir taktiğin kınanmaması gerektiği doğruysa, eşit ölçüde her taktik şöyle bir soru ışığında analiz edilmeli ve tartışılmalıdır: kitleler arasında parti için daha büyük bir etki olasılığı için, partinin karakterini ve bu kitleleri nihai amaca ulaştırma kapasitesini riske atabilir mi?

Birleşik Cephe taktiğinin Üçüncü Enternasyonal tarafından benimsenmesi, aslında, Komünist Enternasyonal’in de İkinci Enternasyonal’i tasfiye ve yenilgiye götüren oportünizme giden aynı yolda olduğunu gösterdi. Oportünizmin taktiklerinin özelliği, nihai, tam zaferin kısmi ve koşullu kazançlara feda edilmesidir; Birleşik Cephe de kendini bu şekilde ortaya attığında, proletaryaya belirli anlık ve kısmi avantajlar (partinin kitleler üzerindeki etkisinin artması ve maddi koşullarını kademeli olarak iyileştirme ve kazanılan avantajları sürdürme mücadelesinde daha fazla proleter bütünlüğü) sağlayacağı varsayılan olası eylemler lehine nihai, tam zaferin (sınıf partisinin devrimci kapasitesi) birincil, vazgeçilmez garantisini feda etti.

Nesnel olarak devrimci görünen, Birinci Dünya Savaşından sonraki zaman diliminde, tamamen haksız olmayan, büyük kaptialist ülkelerde güç kazanma potansiyeli olan genel bir Avrupalı hareketi çıktığında habersiz ve topluluk arasında az etki ile yakalanabilecekleri olasılığı kaygısı tarafından Enternasyonal’in liderliği harekete geçirilmişti. Kapitalist dünyanın hızlı yıkılışı Leninist Enternasyonal için o kadar önemliydi ki, bugün, daha büyük kitleleri Avrupalı devrim için mücadeleye yönlendirme umuduyla, gerçekten komünist partisi olmayan hareketleri kabul etmek içim nasıl kabul kriterlerini rahatlattıklarını ve, Birleşmiş Cephe’nin esnek taktikleri ile, nasıl devrim ve muhafazakarlık arasında gidip gelen partilerin hiyerarşilerinin arkasında olan kitleler ile ilişkide kalmaya çalıştıklarını anlayabiliyoruz.

Eğer elverişli olasılık gerçekten olsaydı, Rusya’daki ilk proleter gücün politikasına ve ekonomisine etkisi o kadar önemli olurdu ki, komünist hareketin ulusal ve uluslararası organizasyonunun hızlı toparlanması mümkün olurdu.

Ama daha az elverişli olan olasılık gerçekleştiği için -kapitalizmin az çok tam toparlanması- devrimci proletarya yine mücadele etmeye başlamalı ve politik yaklaşımını ve yapısal ve örgütsel homojenliğini feda etmiş olan ve şimdi yeni oportünist yozlaşmalara karşı savunmasız bir hareket ile ilerlemek durumunda kalmıştı.

Üçüncü Enternasyonal’in kapısını yeni, daha ölümcül oportünist dalgasına açan hata sadece proletaryanın devrimci olma olasılığının yanlış hesaplanmasından ibaret değildi; Çok, çok daha gelişmiş Burjuva, kapitalist toplumlarına uygulanmayarak Rus Bolşevizminin deneyimlerini ve yöntemlerini genelleme isteğiyle tutarlı bir tarihsel yaklaşım ve yorum hatası da söz konusuydu. Şubat 1917’den önce, Rusya kapitalist üretici güçlerin eskimiş üretim ilişkileri tarafından zaptedildiği feodal bir devletti. 1789’daki Fransa’nın ve 1848’deki Almanya’nın durumuna benzeşen bu durumda, Çarlık yenildikten sonra burjuva kapitalist rejimin kuruluşundan kaçınılması imkansız gibi görünse de, proletaryanın Çarlığa karşı mücadele etmesi gerektiği açıktı; ve bunun sonucu olarak Bolşevik partisinin diğer politik gruplar ile ilişkiye girmesinin kaçınılmazlığı da aynı derecede açıktı, Çarlığa karşı mücadele nedeninden ilişki zorunluydu. 1917’nin Şubat ve Ekimi arasında Bolşevik partisi, çok daha iddialı bir plana elveren nesnel bir durum ile karşılaşmıştır: Çarlığın yıkılışının üstüne proleter devrimci zaferi aşılama. Sonuç olarak, Çarlığın gerici destekliyicilerinden Sosyalist devrimcilere ve Menşeviklere uzanan bütün diğer politik formasyonlara karşı acımasız bir mücadele yaklaşımını benimsedi ve taktiksel tutumları daha katı hale geldi. Ve yine de mutlakiyetçi ve teokratik mutlakiyetçiliğin restorasyonunun gerçek olasılığından hala korkulasıydı, ve burjuvazi tarafından kontrol edilen ya da etkilenen siyasal ve devlet oluşumlarının aşırı derecede akışkan ve istikrarsız bir durumda, özerk proleter güçleri çekme ve emme konusunda hâlâ herhangi bir sağlamlık ya da kapasiteden yoksun olması gerçeği vardı. Bu, Kornilov olayında olduğu gibi, Bolşevik partiyi, proleter taraftarları olan diğer örgütlerle geçici temas ve anlaşmalara olan ihtiyacı kabul edebilecek bir konuma getirdi.

Kornilov’a karşı Birleşmiş Cepheyi uygulayarak Bolşevik partisi gerici feodal restorasyona karşı mücadele ediyordu. Dahası Bolşevikler ne Menşeviklerin ve Sosyalist devrimci örgütlerinin daha organize olması ile ilgili endişelenmesine gerek kalmamıştı, aksi taktirde bu onların parti üzerinde etkili olmalarını sağlayabilirdi, ne de devlet iktidarının sağlamlık ve tutarlılık düzeyinin, Bolşeviklerle olası ittifaktan daha sonra onları aleyhine çevirerek, ikincisinin herhangi bir avantaj elde etmesine izin verecek düzeyde olduğundan endişelenmiyordu.

Burjuva toplumun daha gelişmiş olduğu ülkelerdeki koşullar ve güçlerin ilişkisi tamamen farklıydı. Bu ülkelerde, feodalizmin gerici bir restorasyonu olma ihtimali artık yoktu (şimdiki zamanda bu daha da doğru!), ve bu yüzden diğer partilerle olası birleşik eylem için amaç tamamen eksikti. Dahası bu ülkelerde devlet gücü ve burjuva grupları iktidarda o kadar yerleşik ki ve onu kullanmaya o kadar alışkınlardı ki Proletaryanın özerk örgütlerinin, Birleşik Cephe taktiği aracılığıyla onlarla sık ve yakın temasa geçmeleri durumunda, neredeyse kaçınılmaz olarak etkilenecekleri ve aşamalı olarak onlar tarafından emilecekleri makul olarak öngörülebilir.

Komünist Enternasyonal, koşullardaki bu derin farklılığı görmezden geldikten ve Bolşeviklerin taktik yöntemlerini gelişmiş ülkelere, Rusya’daki yeni doğmakta olan burjuva rejimin durumuna göre uyarlanan taktikleri uygulamayı seçtikten sonra, bir felaketten diğerine geçecekti ve sonunda onun utanç verici tasfiyesine yol açar.

Birleşik Cephe taktiği Devlet sorununda, burjuva devlet mekanizmasını şiddetle yok etmek zorunda kalmadan normal parlamenter yöntemlerle iktidara gelebilen komünist ve sosyal-demokrat temsilcilerin bir karışımından oluşan işçi hükümetlerinin kurulmasını destekleyerek partinin programatik sloganlarından sapan sloganlar başlatma derecesine kadar uzatılmıştır. Bu "’İşçi Hükümeti" sloganı Komunist Enternasyonal’in 5. Kongresinde Birleşik Cephe taktiğinin doğal ve mantıksal sonucu olarak sunulmuştur, ve sonradan Alman proletaryası ve onun komünist partisi için ağır bir yenilgiyle sonuçlanarak Almanya’da uygulanmıştır.


125 - Partinin Karakteristik Tezleri (Floransa Tezleri) - 1951

III.6 - Üçüncü Enternasyonal hem anti-sosyal demokratik hem de anti-sosyal yurtsever bir temel üzerinde yükselmiştir.

Proleter Enternasyonal’in tamamında parlamenter iktidarı kullanmak için diğer partilerle ittifaka girilmediği gibi, iktidarın "uzlaşmaz" bir şekilde bile olsa sadece proleter parti tarafından yasal yollarla fethedilebileceği reddedilmiş ve kapitalizmin barışçıl evresinin yıkıntıları arasında silahlı şiddet ve diktatörlük ihtiyacı yeniden öne sürülmüştür.

"Savunma" savaşlarında bile savaş halindeki hükümetlerle ittifak yapılmamakla ve savaş sırasında bile sınıf muhalefeti sürdürülmemekle kalmayıp, cephede bozguncu propaganda yoluyla devletler arasındaki emperyalist savaşı sınıflar arasında bir iç savaşa dönüştürmek için her türlü çaba gösterilmektedir..

III.7 - Oportünizmin ilk dalgasına verilen yanıt şu formüldür: reformları elde etmek için seçim, parlamento ya da bakanlık ittifaklarına hayır.

İkinci dalgaya verilen yanıt da başka bir taktik formüldür: Devlet ve burjuvazi ile savaş ittifakı yapılmaması (1871’den beri).

Geciken tepkiler, savaşta bozgunculuk ve burjuva devletinin yıkılması için geniş çaplı bir mücadeleye girişerek 1914-18’in kritik dönüm noktasının avantaja çevrilmesini önlemiştir.

III.8 - Ekim 1917’de Rusya’da kazanılan zafer büyük bir istisnadır. Rusya, kapitalist üretim biçimlerinin nüfuzunun zayıf olduğu, hala feodal bir güç tarafından yönetilen tek büyük Avrupa devletiydi. Rusya’da, büyük olmayan ama Marksizme sıkı sıkıya bağlı bir geleneğe sahip, yalnızca İkinci Enternasyonal’de birbirini izleyen iki oportünizm dalgasına karşı çıkmakla kalmamış, aynı zamanda 1905’teki büyük denemelerden sonra iki devrimin, burjuva ve proleter devrimin nasıl bir araya getirileceği sorununu ortaya koymuş bir parti vardı.

Şubat 1917’de bu parti diğerleriyle birlikte Çarlığa karşı mücadele etti, hemen ardından sadece burjuva liberal partilere karşı değil, aynı zamanda oportünist proleter partilere karşı da mücadele etti ve hepsini yendi. Dahası, daha sonra devrimci Enternasyonal’in yeniden kuruluşunun merkezi haline geldi.

III.11 - Sovyet devletinin şiddetle çökmesini ya da en fazla birkaç yıl içinde kapitalist bir devlete dönüşmesini önlemek için Avrupa’da iktidarın ele geçirilmesini hızlandırmanın acil bir ihtiyaç olduğunun kanıtları, burjuva toplumu Birinci Dünya Savaşı’nın ciddi sarsıntısından sonra toparlanır toparlanmaz ortaya çıktı. Ancak komünist partiler, hızla ezilen birkaç girişim dışında iktidarı ele geçirmeyi başaramadılar ve bu da onları, proletaryanın geniş kesimlerinin hala sosyal demokrat ve oportünist etkilerin avı olduğu gerçeğine karşı ne yapabileceklerini sormaya yöneltti.

Birbiriyle çelişen iki yöntem vardı: Biri, hem komünist programa hem de devrimci Rusya’ya karşı açıkça aralıksız bir mücadele yürüten İkinci Enternasyonal partilerini açık düşmanlar olarak gören ve burjuva cephesinin en tehlikeli parçası olarak onlara karşı mücadele eden yöntemdi - diğeri ise stratejik ve taktiksel "manevralar" kullanarak sosyal demokrat partilerin kitleler üzerindeki etkisini komünist partinin lehine azaltmaya yönelik çıkarlara dayanan yöntem.

III.12 - İkinci yöntemi haklı çıkarmak için Rusya’daki Bolşevik politikasının deneyimleri yanlış uygulanmış ve doğru tarihsel çizgiden uzaklaşılmıştır. Küçük burjuva ve hatta burjuva partileriyle ittifak önerisi, Çarlık iktidarının tüm bu hareketleri yasaklayarak onları ayaklanma mücadelesine girmeye zorlamasıyla tarihsel olarak haklı çıkarıldı. Öte yandan Avrupa’da, bir manevra olarak bile önerilen tek ortak eylemler, ister sendikalar ister parlamento içinde olsun, yasallığa saygılı olanlardı. Rusya’da liberal parlamentarizm dönemi çok kısa sürmüştü (1905’te ve 1917’de birkaç ay) ve sendikal hareketin yasal olarak tanınması söz konusu olduğunda da durum aynıydı. Bu arada Avrupa’nın geri kalanında, proleter hareketin yarım yüzyıllık yozlaşması, bu iki eylem alanını devrimci enerjileri köreltmek ve işçi liderlerini yozlaştırmak için elverişli bir zemin haline getirmişti. Bolşevik Partisi’nin örgüt ve ilke sağlamlığında yatan güvence, tarihin gösterdiği gibi, toplumsal koşullar ve uluslararası ilişkiler nedeniyle devrimci ilke ve politikalardan vazgeçmeye daha yatkın olan Moskova’daki devlet iktidarının varlığının sağladığı güvenceyle aynı değildi.

III.14 - 1921 ve 1926 yılları arasında, Enternasyonal’in taktik yönteminin giderek daha oportünist versiyonları kongrelerinde (üçüncü, dördüncü, beşinci ve 1926’daki Genişletilmiş Yürütme Komitesi’nde) dayatıldı. Yöntemin temelinde basit bir formül vardı: taktikleri koşullara uyacak şekilde değiştirmek. Sözde analizler aracılığıyla, her altı ayda bir kapitalizmin yeni aşamaları tespit ediliyor ve bunlara yönelik yeni manevralar öneriliyordu. Bu aslında her zaman ’iradeci’ olan revizyonizmdi; başka bir deyişle, sosyalizmin gelişiyle ilgili öngörülerinin gerçekleşmediğini fark ettiğinde, yeni bir pratikle tarihin hızını zorlamaya teşebbüs edildi; ancak bunu yaparken azami programımızın proleter ve sosyalist hedefleri için mücadele etmek kenara atıldı. 1900’de reformistler koşulların ayaklanma olasılığını ortadan kaldırdığını söylüyorlardı. İmkansızı beklememeliyiz, bunun yerine seçimleri kazanmak, yasaları değiştirmek ve sendikalar aracılığıyla ekonomik kazanımlar elde etmek için çalışalım dediler. Ve bu yöntem başarısız olduğunda, parti politikalarını ve genel olarak siyaseti suçlayan ve değişimin yalnızca sendikaların önderliğinde bir genel grevde cesur azınlıkların çabasıyla geleceğini öngören, esasen iradeci anarko-sendikalist akımın tepkisine neden oldu. Benzer şekilde, Komünist Enternasyonal de Batı Avrupa proletaryasının diktatörlük için savaşmayacağını görünce, çıkmazı aşmanın bir yolu olarak yedeklere güvenmeyi tercih etti. Kapitalist denge yeniden sağlandıktan sonra tüm bunların sonucu, ne nesnel durumu ne de güç dengesini değiştirmesi, ancak işçi hareketini zayıflatması ve yozlaştırması oldu; tıpkı sabırsız sağ ve sol revizyonistlerin savaş koalisyonlarında burjuvazinin hizmetine girdiğinde olduğu gibi. Tüm teorik hazırlık ve devrimci ilkelerin restorasyonu, komünistlerin iktidarı devrimci yollarla alma programının, parlamentoya ve burjuva kabinelerine komünistlerin desteği ve katılımı yoluyla sözde ’akraba’ hükümetlerin katılımıyla karıştırılmasıyla sabote edildi; Saksonya ve Thüringen’de bu, hükümetin komünist liderini devirmek için iki polisin yeterli olduğu bir maskaralıkla sonuçlanacaktı.

III.15 - Parti içi örgütlenme de benzer bir karmaşaya maruz kalacak ve çeşitli parti ve ülkelerdeki devrimci üyeleri oportünist olanlardan ayırma gibi zor bir görev tehlikeye girecekti. Merkezle işbirliğine daha yatkın yeni parti üyelerinin, eski sosyal demokrat partilerin sol kanatlarının tamamının koparılmasıyla elde edilebileceğine inanılıyordu (oysa yeni Enternasyonal ilk oluşum dönemini tamamladıktan sonra, sürekli olarak dünya partisi olarak işlev görmeli ve ulusal seksiyonlarına sadece bireysel olarak yeni üyeler katılmalıydı). Geniş işçi gruplarını kazanmak için liderlerle anlaşmalar yapılmış, hareketin kadroları düzensizliğe sürüklenmiş ve aktif mücadele dönemlerinde çözülüp yeniden birleştirilmişti. Oportünist partiler içindeki fraksiyonlar ve gruplar ’komünist’ olarak kabul edilerek, örgütsel birleşmeler yoluyla partilere dahil edildiler; böylece neredeyse tüm partiler mücadeleye hazırlanmak yerine sürekli bir kriz halinde tutuldular. Eylem sürekliliğinden yoksun ve dost ile düşman arasında net sınırlar çizilmemiş olarak, uluslararası ölçekte birbiri ardına başarısızlıklar kaydedeceklerdi. Sol ise, örgütsel birlik ve süreklilik iddiasını korumaktaydı (...)


126 - Genel Durum Tarihsel Olarak Elverişsiz Olduğunda Partinin Organik Faaliyeti Üzerine Düşünceler - 1965

14 - (...) Devrimi değilse bile en azından tarihsel partisinin çekirdeğini kurtarmaya yönelik bu tarihi şans da kaçırıldığından, bugün küçük burjuva demokratizmiyle delik deşik olmuş bir proletaryanın ortasında, nesnel olarak uyuşuk ve kayıtsız bir durumda yeniden başlamıştır; ancak yeni doğan örgüt, zamanında öngörüleriyle tarihsel olarak doğrulanmış tüm doktrinel geleneğini ve pratiğini kullanarak, sömürülen kitlelerle daha geniş bir teması yeniden kurma çabalarını günlük faaliyetlerine dahil etmiştir. Ayrıca, tıpkı üyelerinin her birinin düşünce süreçlerinden demokratik, pasifist, otonomist ya da liberter eğilimlere verilen her türlü tavizi ortadan kaldırdığı gibi, demokratik merkeziyetçilik tezinden ve herhangi bir oylama mekanizmasının uygulanmasından kurtularak, Moskova Enternasyonali’nin son hatalarından birini kendi yapısında da ortadan kaldırmaktadır.


127 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

3 - Yeni Enternasyonal’in yaşamındaki sonraki dönemle ilgili olarak, Komünist Solun kalıcı mirası, Enternasyonal’in ilk yıllarında ortaya çıkan yeni oportünist tehlikelerin doğru teorik teşhisi ve tarihsel öngörüsüdür. Ağır entelektüel teorileştirmelerden kaçınarak, bu noktanın tarihsel yöntem kullanılarak geliştirilmesi gerekmektedir. Sol tarafından kınanan ve karşı çıkılan ilk belirtiler, komünistlerin bölünmeler sonucunda örgütsel olarak ayrıldıkları İkinci Enternasyonal’in eski sosyalist partileriyle kurulacak ilişkilere ilişkin taktiklerde ve dolayısıyla örgütsel yapı alanındaki hatalı önlemlerde ortaya çıktı.

Üçüncü kongre, şiddet eylemi programına sıkı sıkıya bağlı komünist partiler kurmanın yeterli olmadığını (1918’deki savaşın ardından gelen büyük devrimci dalganın sönmekte olduğu ve kapitalizmin hem ekonomik hem de siyasi cephelerde karşı saldırıya geçeceği daha 1921’de görülebiliyordu) doğru bir şekilde tespit etmişti, Proleter kitlelerin büyük bir bölümü, artık tüm komünistlerin burjuva karşı-devriminin en kötü araçları olarak gördüğü ve elleri Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un kanına bulanmış oportünist partilerin etkisi altında kalırsa, proletarya diktatörlüğüne ve komünist devlete zarar verebilirdi. Aynı zamanda Komünist Sol, devrimci eylemi (küçük partilerin Blanquici inisiyatifi olarak kınanmak üzere) proletaryanın "çoğunluğunun" (üstelik bunun gerçek ücretli proletaryanın mı yoksa mülk sahibi köylüler ve mikro-kapitalistler, zanaatkarlar ve diğer tüm küçük burjuva katmanları da dahil olmak üzere "halkın" mı "çoğunluğu" anlamına geldiği asla bilinmiyordu) fethedilmesi koşuluna bağlayan formülü kabul etmedi. Demokratik cazibesiyle bu "çoğunluk" formülü, oportünizmin yeni Enternasyonal’de demokrasi ve seçim sayımı gibi ölümcül kavramlara saygı bayrağı altında yeniden doğabileceğine dair, ne yazık ki tarih tarafından da doğrulanan ilk alarm zillerini çaldırdı.

Sol, 1922 sonunda gerçekleşen dördüncü kongreden itibaren kötümser öngörüsünün ve tehlikeli taktiklere (komünist ve sosyalist partiler arasında birleşik cephe, "işçi hükümeti" sloganı) ve örgütsel hatalara (partilerin büyüklüğünü sadece sosyal demokrat eylem programı ve yapısıyla diğer partileri terk eden proleterlerin akınıyla değil, liderlikleriyle yapılan müzakerelerden sonra tüm partileri ve partilerin şubelerini kabul eden füzyonlar yoluyla ve ayrıca federalizme doğru sürüklenişinde açıkça bir hata olan "sempatizan" olduklarını iddia eden partileri ulusal şube olarak Komintern’e kabul ederek artırma girişimleri) karşı çıkarak katı bir mücadele verdi. Üçüncü bir konuda inisiyatifi ele alan Sol, oportünist tehlikenin büyümesini o zamandan itibaren ve sonraki yıllarda daha da güçlü bir şekilde kınadı: Bu üçüncü mesele, Moskova yürütmesi tarafından temsil edilen merkezin, partilerle ya da partilerin siyasi hatalar yapan bölümleriyle ilişkilerinde yalnızca "ideolojik terör" kullanımına değil, her şeyden önce örgütsel baskıya başvurduğu, merkezileşme ve istisnasız mutlak disiplin gibi doğru ilkelerin hatalı bir şekilde uygulanması ve nihayetinde tamamen tahrif edilmesi anlamına gelen enternasyonalin iç çalışma yöntemiydi (...)

10 - Komünist Enternasyonal’in ilk yıllarına dönecek olursak, arkalarında yalnızca Marksist doktrin ve tarih konusunda derin bir bilgi birikimi değil, aynı zamanda Ekim devrimci zaferinin olağanüstü sonuçlarını da taşıyan Rus liderlerinin, Lenin’inki gibi tezlerin herkes için bağlayıcı olduğunu düşündüklerini, ancak uluslararası partinin yaşamı boyunca daha fazla detaylandırmaya yer olduğunu kabul ettiklerini hatırlayacağız. Hiçbir zaman bunların oylamaya sunulmasını istemediler çünkü her şey oybirliğiyle kabul edildi ve örgütün çevresindeki herkes tarafından kendiliğinden onaylandı; o görkemli yıllarda coşku ve hatta zafer atmosferi içinde yaşıyorduk.

Sol, bu cömert hedeflere karşı çıkmadı, ancak hepimizin hayalini kurduğu sonuçlara ulaşmak için, tek ve bölünmemiş komünist partinin bazı örgütsel ve yapısal önlemlerinin sıkılaştırılması ve daha titiz hale getirilmesi ve aynı şekilde taktik normlarının netleştirilmesi gerektiğini savundu.

Bu hayati alanlarda, tarafımızdan bizzat büyük Lenin’e ihbar edilen belirli bir gevşeme ortaya çıkar çıkmaz, zararlı etkiler üretmeye başladı ve raporları karşı raporlarla, tezleri karşı tezlerle karşılamak zorunda kaldık.

Diğer muhalif gruplardan, hatta Troçkist akım gibi Rusya’nın kendisinde kurulanlardan farklı olarak, Enternasyonal içindeki çalışmalarımızın bir bütün olarak parti üyelerinin demokratik, seçime dayalı istişareleri ya da yönetim komitelerinin seçimi için çağrılar biçimini almasından her zaman dikkatle kaçındık (...)

İlk yıllarda Sol, örgütsel ve taktik tavizlerin tarihsel anın doğurganlığıyla gerekçelendirilebileceğini ve yalnızca geçici bir değere sahip olabileceğini umuyordu, çünkü Lenin’in beklentisi Orta ve belki de Batı Avrupa’daki büyük devrimler gerçekleşmesiydi ve bunlardan sonra çizgi, hayati ilkelerle uyumlu olan net ve her şeyi kapsayan çizgiye geri dönecekti. Ancak bu umut yerini yavaş yavaş oportünistçe bir yıkıma doğru gittiğimiz kesinliğine bıraktıkça - ki bu da kaçınılmaz olarak demokratik ve seçim entrikalarının yüceltilmesi ve yüceltilmesi şeklindeki klasik biçimini aldı - Sol, demokratik mekanizmaya olan güvensizliğini zayıflatmadan tarihsel savunmasını daha fazla sürdürdü.


Bölüm 4
DEMOKRATİK MERKEZİYETÇİLİK VE ORGANİK MERKEZİYETÇİLİK

Aktardığımız alıntılar, demokratik merkeziyetçilik ile organik merkeziyetçilik arasındaki farkın sadece "terminolojik" olmadığının kanıtıdır. Bugün partide "demokratik merkeziyetçilik ile organik merkeziyetçiliğin aynı şey olduğunu", "terimi daha kesin bir şekilde tanımlamak için merkeziyetçiliğe organik demeyi önerdiğimizi" ve sonuçta her şeyin "niteliksiz merkeziyetçilik" çağrısına indirgenebileceğini ilan etmek alışılmış bir durumdur. Organik merkeziyetçilik, çürümüş bir kapitalizm tarafından kuşatıldığımız için, Bolşevik Partisi’ninkinden daha katı bir merkeziyetçiliğe ihtiyacımız olduğu anlamına geliyor. Ve "daha katı" bir merkeziyetçiliğe duyulan ihtiyacın, iç istişare aracı olarak demokratik süreçlerin ortadan kaldırılması konusundaki tutumumuzu belirlediği ifade ediliyor. Bu şu şekilde özetlenebilir: demokratik merkeziyetçilik daha az eksiksiz bir merkeziyetçilik anlamına gelir, çünkü tabana periyodik olarak danışma ihtiyacıyla geçersiz kılınır; organik merkeziyetçilik ise artık kimseye danışılmadığı ve tüm kararlar gücü mutlak ve kararı nihai olan lider merkeze havale edildiği ölçüde ’mutlak merkeziyetçilik’ anlamına gelir. Kısacası: demokratik merkeziyetçilik, eksi demokratik süreçler, organik merkeziyetçiliğe eşittir. Geriye, 2. Enternasyonal partileri iç demokrasi mekanizmalarını kullanırken bizim neden bu çıkarma toplamını yapabildiğimizi açıklamak kalıyor. Açıktır ki 2. Enternasyonal partileri bizden ve hatta 3. Enternasyonal’den farklı bir dinamiğe, farklı bir ilerleme, var olma ve gelişme biçimine sahip olmalıdır; ancak Bolşevikler, diyelim ki 1903 ya da 1905’te, ’demokratik merkeziyetçilik’ formülünü teorileştirmek ve örgütlerinde seçimli demokrasi mekanizmalarını benimsemek zorunda kalırken, bugün partimizde, Komünist Enternasyonal’e onsuz da yapabileceklerini tavsiye ettikten sonra, kendimizi sonsuza kadar bu ikincisinden kurtardığımızı söyleyebiliriz.

Tüm tezlerimizde yer alan ilk ayrım, bir ’ilke meselesi’ olarak ortaya konan demokratik mekanizmalar ile bunların belirli bir tarihsel dönemde parti tarafından gerekli kullanımı arasında yapılmalıdır. Lenin’in ne parti içinde ne de dışında demokrasiye içsel bir değer atfetmediğini zaten tespit etmiştik; aslında elinden geldiğince ve gerektiğinde onu çiğnemekten ve ayaklar altına almaktan çekinmedi; ancak parti örgütünü inşa etmek için onu tüm yasal, biçimsel ve bürokratik bagajıyla birlikte ’dolaylı bir mekanizma’ olarak kullanmak zorunda kaldı. Bize gelince, biz ona ’bir ilke olarak’ hiçbir zaman değer atfetmediğimiz gibi, partiyi inşa etmek için bir araç olarak kullanılmasına ilişkin tüm saçmalıklarla birlikte kendimizi ondan tamamen kurtardık. 1920’de artık "demokratik merkeziyetçilik" ilkesine bağlı olduğumuzu söylememeyi önerdik çünkü demokrasi asla savunabileceğimiz bir ilke değilken, merkeziyetçilik kesinlikle savunabileceğimiz bir ilkedir.

Doğru formülasyon şu olmalıydı: demokratik prosedürleri de faydalı bir pratik mekanizma olarak kullanabilen bir merkeziyetçilik. 1965’te sadece demokrasi ilkesini istemediğimizi değil, aynı zamanda onun mekanizmalarının da hiçbir işe yaramayacağını düşündüğümüzü ortaya koyduk ve hepsini bir daha dönmemek üzere bir kenara attık. Bu, çok katı bir merkeziyetçiliğe karşı daha az katı bir merkeziyetçilikle mücadele etmek ve böylece organik olsun ya da olmasın, her ne türden olursa olsun merkeziyetçilik yanlısı olduğumuz gibi sapkın bir sonuca varmak değildir. Demokratik merkeziyetçilik aslında hiç de daha az katı değildi, daha ziyade demokratik süreçlerin kullanılması yoluyla elde edilen parti eyleminin merkezileştirilmesiydi. Organik merkeziyetçilik ise ’daha katı’ bir merkeziyetçilik değil, demokratik süreçler kullanılmadan elde edilen bir merkeziyetçiliktir. Bugün sadece bizim tezlerimizden değil, aynı zamanda Lenin’inkilerden de (Ne Yapmalı? Bir Adım İleri, İki Adım Geri) haberdar olduğumuz üzere, demokratik süreçlerden söz ettiğimizde, sadece tabanın periyodik istişarelerine değil, aynı zamanda bununla bağlantılı tüm gereçlere, yani egemen müzakereci kongrelere, tüzüklere, kurallara, bürokratik mekanizmaya, ihraçlara, partinin varoluş biçimi olarak legalist nitelikteki baskıya, belirli yoldaşların seçimine ya da seçilmesine, vs. vs. atıfta bulunmak zorundayız.

Bürokrasi ve demokrasi birbirinin karşıtı terimler değildir, diyalektik ve sıkı sıkıya bağlıdır. Bu husus tüm yazılarımızda açıkça ifade edilmiştir. Demokrasinin örgütümüzden kovulmasının sonucu, bürokrasinin de örgütümüzden kovulmasıdır. Eğer bürokrasiyi muhafaza etseydik, er ya da geç iç demokrasi geri gelecekti.

Demokratik merkeziyetçilik uygulaması 2. Enternasyonal partileri için hem uygun hem de gerekliydi, zira partiler tamamen homojen olmayan bir temelde, sadece taktikler konusunda değil program konusunda da sık sık anlaşmazlığa düşen karşıt akımların ve fraksiyonların çatışması yoluyla etkin bir şekilde ilerlediler. Bu, farklı sınıf çıkarlarını ifade eden farklı akımların parti örgütü içinde bir araya geldiği ve bazı ortak noktalar bulmalarına rağmen diğerlerinde hala anlaşamadıkları ve gerçek bir uzlaşma olasılığının olmadığı bir durumdu. Yüzyılın başında Lenin ve her devrimci için revizyonistlerin ve Menşeviklerin proletarya partisi içinde reformist işçi aristokrasisinin ve küçük burjuvazinin etkisini ifade ettikleri açıktı. Dolayısıyla parti, sözde herkes tarafından ortak bir hedef kabul edilse bile, çeşitli katmanların ve dolayısıyla çeşitli taktiklerin bir araya gelmesinin ürünüydü. Dolayısıyla parti örgütü sadece ara sıra değil, genel bir kural olarak fizyolojik olarak da farklı akımlara bölünecekti. Dolayısıyla iç siyasi mücadele bu partiler için bir yaşam biçimi, hatta yaşam tarzı haline geldi. Menşevikler ve Bolşevikler partinin kontrolünü ele geçirmek için mücadeleye girişirler çünkü sosyalist ve sosyal-demokrat partilerin tümünde birbirine karşıt duran iki taktiksel çizgi vardır: devrimci ve reformist kanat. Ancak iç mücadelenin partinin pratik mücadelesini hareketsiz hale getirmesini önlemek için, partinin herkes tarafından kabul edilen ve tanınan yasal bir mekanizma tarafından düzenlenmesi; ’çoğunluğun’ ve ’azınlığın’ görev ve haklarının tanımlanması gerekiyordu. Pratik hareketin birliği her zaman taktik düzeyde birliğin bir sonucu olduğundan ve partinin izlediği taktik çizgiler her zaman en az iki olduğundan, partinin pratikte tek bir çizgi izlemesini sağlamanın tek yolu, bir akımın diğerine karşı zafer kazanması için "mücadele arenaları" olan demokratik kongrelerin toplanması yoluyla bir çizginin diğerine üstün kılınmasıdır. Bir ’çoğunluk’ ve bir ’azınlığın’ oluştuğu bu kongrelerden ortaya çıkan hiyerarşi, partinin bütününü değil, partinin bir bölümünün diğerine karşı zaferini temsil ettiği için kaçınılmaz olarak bürokratik bir karaktere bürünür.

Parti merkezi, emirlerine saygı duyulmasını sağlamak için, partinin bütünü tarafından paylaşılan, kamuya açık olan ve tüm militanlar tarafından kabul edilen taktik normlar mirasına atıfta bulunamaz, ancak zorunlu olarak çoğunluğun görüşünün ifadesi oldukları ölçüde yasal değeri olan kararlara atıfta bulunmak zorundadır; tüzüğe, kongre kararlarına vb. geri dönmelidir. Böylece kongrelerdeki demokratik kararlar aracılığıyla, gücünü kongre kararlarından ve kimsenin ihraç edilmeye kadar varan yaptırımlara maruz kalma pahasına çiğneyemeyeceği tüzüklerden alan bürokratik bir hiyerarşi yaratılır. Partiyi yöneten ve çeşitli makamları dolduran kişiler kongrede seçilir, ancak belirli bir rolü yerine getirip getiremeyeceklerine göre değil, belirli bir siyasi çizgiyi benimseyip benimsemediklerine göre. Bu nedenle de tanınmış, isim yapmış bireyler olmaları gerekir; bir anlamda kendilerini tanımlamak için özel bir rozet takmaları gerekir. Kongrede hem galip hem de mağlup kanada mensup olan tüm militanlar, bu özel rozete sahip olan bu özel adamın emirlerine mutlak disiplinle uymak zorundadır.

Marksist doktrin ve programın, açıkça ifade edilmiş üniter ilkelerin ve tek hedeflerin homojen temeli üzerine kurulan Komünist Enternasyonal, taktik araçların sınırlandırılması yönünde ilerlediği ve aldığı örgütsel önlemleri düzenli hale getirdiği ölçüde bu pratiğe ve bu mekanizmalara daha fazla ihtiyaç duymayacaktı. Enternasyonal, Örgütlenme Sorunu Üzerine Notlarımızda açıkça anlatıldığı gibi, birçok sektörde demokratik pratiği aşmaya ve yerine ’organik’ bir pratik koymaya başladı. Ancak tamamen üstesinden gelmeyi başaramadı çünkü komünist partiler tamamen homojen bir temelde kurulmamıştı ve hala da kurulmuyordu, öyle ki bir bütün olarak Enternasyonal için tek bir taktik asla oluşturulmadı ve ’ulusal özellikler’ ve örgütsel birleşmelere izin verildi. Enternasyonal’in kuruluş biçimi, Bolşeviklerin Avrupa devriminin yakın olduğu ve bu devrime önderlik etmek için tamamen homojen bir örgüte değil, proleter saldırıya önderlik edebilecek bir örgüte ihtiyaç olduğu görüşünden etkilenmişti. Sol, herkes tarafından geçerli kabul edilen bu perspektife boyun eğmekle birlikte, partiler ve Enternasyonal içindeki artık demokratik praksisin ilke düzeyine yükseltilmemesi, yalnızca ’dolaylı bir mekanizma’ olarak görülmesi gerektiğini, oysa partinin gerçek inşasının taktik ve örgütsel alanlarda giderek daha fazla homojenliğin sağlanmasına dayanan organik bir yöntem izlenerek gerçekleşeceğini ileri sürdü. Eğer Enternasyonal bu yolu izleseydi, örgütsel alandaki etkisi, geriye kalan demokratik mekanizmaların ve iç bürokrasinin ortadan kaldırılması olacaktı.

Sonuç olarak, İkinci Dünya Savaşı sırasında yeniden dirilen parti, 1919’da başlatılan ve Enternasyonal’in çöküşünün kesintiye uğrattığı ve tersine çevirdiği bir süreçten sonuçlar çıkarmaktan başka bir şey yapmadı. Dünya komünist partisinde, benzersiz ve tüm üyeleri tarafından geçerli ve değişmez olarak kabul edilen bir teoriye, benzersiz ilke ve hedeflere, tek bir programa ve ilkelerden çıkarılan ve tüm militanların mirası haline getirilen bir dizi taktik normlara dayanır. Birleşmeleri, diğer partilere sızmaları ve ’ulusal ve yerel istisnaları’ reddeden ve üyelerini sadece ve sadece birey olarak kabul eden komünist partisinde, artık ne demokrasiye ne de bürokrasiye yer vardır; artık ’yoldaş listelerinden seçim yapmaya ve genel tezleri oylamaya’ yer yoktur; artık akımlar ve fraksiyonlar arasındaki mücadeleye, yani iç siyasi mücadeleye yer yoktur.

Tabanın merkezin emirlerine itaati artık bir tüzük ya da yönetmelik maddelerine uymakla değil, emirlerin partinin ortak mirasına uygun olmasını sağlamakla garanti altına alınmaktadır. Parti hiyerarşisi artık ne taban tarafından seçilmeli ne de yukarıdan atanmalıdır, çünkü seçim için tek kriter parti organının çeşitli işlevlerini yerine getirme kapasitesi olmaya devam etmektedir. Merkezde bir kişinin değil de başka bir kişinin olması partinin siyasi çizgisini ya da taktiklerini değiştirmez: merkezin etkinliğini az ya da çok etkileyebilir, ancak çeşitli görevlere en uygun yoldaşların atanması hala ’doğal ve kendiliğinden’ bir şey olarak kalır ve belirli bir onaylama biçimine ihtiyaç duymaz. Parti hiyerarşisi böylece siyasi bir hiyerarşiden ziyade organik bir hiyerarşi haline gelir. Parti çeşitli organlardan ve rollerden oluşur ve bunların işleyebilmesi için gerçek insanlara ihtiyaç vardır; ancak bu insanlara artık Menşevik mi yoksa Bolşevik mi oldukları, partinin sağına mı yoksa soluna mı ait oldukları sorulmaz. Onlara yalnızca, hiyerarşik düzende ne kadar yüksek ya da alçak olursa olsun, parti tarafından kendilerinden istenen rolü yerine getirip getiremeyecekleri sorulmaktadır. Sonuç olarak, emirleri hangi kişinin verdiğini bilmek artık çok önemli değil, sadece emirlerin partinin tüm üyeleri tarafından desteklenen geleneksel çizgisiyle çatışmaması, ondan ayrılmaması ve emirlerin zamanında ve yerinde olması konusunda ısrar etmek gerekiyor. Yani, ’merkezi’ işlevi kim yerine getirirse getirsin, bunu parti çizgisine uygun olarak elinden gelen en iyi şekilde yerine getirmesi gerekir. Ve partinin iç yaşamı artık farklı akımlar arasında sürekli bir savaş, yani örgütün merkezi gücüne hakim olmak ve ona belirli bir taktik çizgiyi empoze etmek için siyasi bir mücadele olarak ortaya çıkmaz. Doktrinimiz, programımız ya da temel taktiklerimiz hakkında tartışmadığımıza göre, bu, iç ilişkilerin tüm parti üyelerinin katıldığı ortak bir çalışma biçimini aldığı anlamına gelir; ortak amaç, ortak mirasları temelinde, ortaya çıkan çeşitli sorunlara en iyi çözümleri aramaktır.

Hareketin teorik temel taşları gittikçe daha açık ve net hale getirilmeli, taktik çizgileri gittikçe daha da keskinleştirilmeli ve ortak ilkeler, ortak taktikler ve Partinin içinde hareket etmek zorunda kaldığı durumların incelenmesi ışığında, pratik eylemle ilgili karmaşık sorunlar çözülmeli ve partinin faaliyetini bir bütün olarak koordine etmek için en etkili örgütsel araçlar bulunmalıdır. Dahası, hareketin tüm pratik ve teorik mirasını edinmek ve bunu yeni militan kuşaklara aktarmak için çalışmalıyız. Bunların hiçbiri yüzleşmeler, kongreler ya da fikir almak için yapılan istişareler yoluyla gerçekleşmez; akılcı ve bilimsel bir çözüm arayışının sonucu olarak ortaya çıkar ve her ne olursa olsun, partinin her alanda kendi belirlediği sınırları aşmaması gerektiği açıkça anlaşılır.

Bu temelde, ’merkez’ organ da dahil olmak üzere belirli bir parti organının belirli bir soruna çözüm getirirken yapabileceği hatalar bile, ilgili kişilerin kınanmasını veya değiştirilmesini gerektirmez, aksine doktrinimiz ve taktik normlarımız ışığında hataya neyin yol açtığının ortak bir şekilde araştırılmasını gerektirir. Kuşkusuz belirli bir taktik soruna birden fazla yanıt bulunabilir. Bu durumda militan grupları arasında konuyla ilgili geçici ve yerel anlaşmazlıklar olabilir. Ancak bu durumda bile siyasi bir mücadele durumu yaratılmış olmaz, çünkü temel gereklilik her zaman, iki çözümden hangisi benimsenirse benimsensin, bunun parti tarafından belirlenen ilkeler ve ana taktik çizgilerle çatışmamasıdır. Partinin karşılaştığı sorunlara en uygun çözümü benimsemesi, çoğunluğun istişaresine ya da merkezi organın veya liderin yanılmazlık varsayımına değil, partinin çalışmasının ve dolayısıyla pratik faaliyetinde olduğu kadar teorinin her alanındaki deneyiminin geliştirilmesine ve derinleştirilmesine bağlıdır.

Partinin taktiksel, programatik ve teorik homojenliği kesinlikle bir kerede ve topyekün kazanılan bir nitelik değildir; partinin attığı her adımda korunmalı ve savunulmalıdır. Belirli bir anda partinin eylemi bu homojen mirasla çelişirse (ki bu olumsuz dış koşulların ağırlığı altında ya da partinin durumun taleplerini karşılayamaması ve görevini yerine getirememesi nedeniyle olabilir), bunun örgütsel düzeydeki etkisi zorunlu olarak iç anlaşmazlıkların, akımların ve hatta fraksiyonların yaratılması olacaktır. Klasik tezlerimizden birinde belirtildiği gibi, partideki böyle bir rahatsızlık durumu, "partinin çalışmasında ve genel işleyişinde bir şeylerin yanlış gittiğini", "partinin faaliyetinin bazı yönlerinin yanlış olduğunu veya partinin dayandığı temellerle uyumsuz olduğunu" göstermelidir ve çare, anlaşmazlığın ’bürokratik’ yollarla bastırılmasında aranmamalıdır, Sorunun yalnızca geçici ve kısmi bir çözümünü temsil eden "disiplin uğruna disiplin"e başvurarak değil, partinin temel taşlarının ne olduğunun nesnel araştırmalar yoluyla netleştirilmesi ve partinin eylemini belirleyen teori ve pratiğin düğüm noktalarının bir bütün olarak örgüte yeniden önerilmesi yoluyla. Partinin geçmişini bugününe ve geleceğine bağlayan süreklilik çizgisinin tanımlanması ve eylemle ilgili direktiflerin bu çizgiye uyacak şekilde ayarlanması ve militanların bu temelde disiplini kabul etmeye çağrılması gerekecektir.

Küçük burjuvazi elbette şu itirazı yapacaktır: Parti militanları da dahil olmak üzere her bireyin içinde bireycilik, kendini yüceltme, anarşizm vs. mikrobu gizlendiği için itaatsizlik eden bireyleri istediklerini yapmaktan kim alıkoyabilir? İnsanları sırf sorunları dile getirmek ya da eleştirel olmak için sorunları dile getirmekten kim alıkoyabilir? 50 yıl önce Sol bu türden itirazlara çoktan cevap vermişti ve bu cevap şöyle bir şeydi: Uzun vadeli mücadele ve fedakarlık gerektiren ortak bir duruş sergilemek için gönüllü bir taahhüt temelinde oluşturulan parti gibi örgütlü bir yapıda, bireyselliğin bu tür tezahürleri nadir istisnalar olarak kalmak zorundadır ve bu nedenle bürokratik yollarla bastırılabilir; Ancak bu tezahürler azalmak ve giderek yok olmak yerine gelişir ve çoğalırsa, partinin karmaşık faaliyeti ve merkez tarafından yönetilme biçimiyle ilgili bir şeylerin doğru olmadığı anlamına gelir; çünkü kendi bireyci kaşıntılarından vazgeçmeye hazır sağlam bireyleri çekmek yerine, züppeleri ve gevezeleri çekmeye başlar. Ve bunun çözümü de sadece boşboğazları kovalamakta değil, daha ziyade parti organının neden en başta onları çektiğini bulmakta yatmaktadır; ve çare, partinin fizyonomisini tüm pratik ve teorik tezahürlerinde daha da net ve kesin hale getirmekte yatmaktadır, öyle ki gerçek devrimci militanlar olma eğiliminde olanlar dışında herhangi bir bağlılığın cesaretini kırmaya hizmet etmektedir.

Sol söz konusu olduğunda, çözüm asla daha fazla bürokratik dikenli tel ve örgütsel baskı olamaz; her zaman söylediğimiz gibi, kelle sayımları olmadan yapabileceğimiz gibi, bunlar olmadan da pekala yapabiliriz.


Alıntılar


128 - Demokratik İlke - 1922

(...) Şimdiye kadar demokratik kriter bizim için iç örgütümüzün inşasında ve parti tüzüğümüzün formüle edilmesinde arızi bir maddi faktör olmuştur; onların vazgeçilmez platformu değildir. Bu nedenle, "demokratik merkeziyetçilik" olarak bilinen örgütsel formülü bir ilke düzeyine yükseltmeyeceğiz. Demokrasi bizim için bir ilke olamaz: merkeziyetçilik tartışmasız bir ilkedir, çünkü parti örgütlenmesinin temel özelliği yapı ve eylem birliği olmalıdır. Parti yapısının mekandaki sürekliliğini ifade etmek için merkeziyetçilik terimi yeterlidir, ancak zamandaki sürekliliğin temel fikrini - birbirini izleyen engelleri aşarak her zaman aynı hedefe doğru ilerleyen mücadelenin tarihsel sürekliliğini - ortaya koymak için, bu iki temel birlik fikrini birbirine bağlayarak, komünist partinin örgütlenmesini "organik merkeziyetçiliğe" dayandırdığını söylemeyi önereceğiz. Böylece, arızi demokratik mekanizmanın işimize yarayabilecek kadarını korurken, en kötü demagoglar için çok değerli olan ancak sömürülenler, ezilenler ve aldatılanlar için ironiyle lekelenmiş olan "demokrasi" teriminin kullanımını ortadan kaldıracak, onu burjuvazinin ve bazen aşırı uçlarda çeşitli kılıklarda ortaya çıkan liberalizm şampiyonlarının özel kullanımına terk edeceğiz.


129 - İ. K. P. 2. Kongresinde Taktikler Üzerine Tezler (Roma Tezleri) - 1922

3. - Komünist hareketin teorik ve eleştirel bilincinin, tek tek partilerin ve Komünist Enternasyonal’in programatik bildirgelerinde ve birinin ve diğerinin örgütlenmesinde yer alan kesin tanımına, insan toplumunun tarihinin ve mevcut kapitalist çağdaki yapısının incelenmesi ve araştırılması yoluyla, olgulara, deneyime dayanarak ve fiili proleter mücadeleye aktif katılım yoluyla ulaşılmıştır ve ulaşılmaya devam edilmektedir.

4. Bu programa ait beyanların ilanı ve parti örgütünde çeşitli pozisyonların emanet edildiği kişilerin atanması, resmi olarak partinin temsilci meclislerinde, demokratik bir biçimde, istişare yoluyla gerçekleştirilir. Ancak bu hareketler, gerçekte deneyim unsurlarını biriktiren ve liderlerin hazırlanmasını ve seçilmesini gerçekleştiren, böylece hem programa ait içeriği hem de partinin hiyerarşik yapısını şekillendiren gerçek sürecin bir ürünü olarak anlaşılmalıdır.


130 - III İ.K.P. Kongresinde Solun Tezleri (Lyon Tezleri) - 1926

II. 5 - (...) Komünist partiler organik bir merkeziyetçiliğe ulaşmalıdır; bu merkeziyetçilik tabana mümkün olduğunca çok danışmayı içerirken, farklılaşmaya başlayan herhangi bir gruplaşmanın kendiliğinden ortadan kaldırılmasını sağlar. Bu, bir hiyerarşinin biçimsel ve mekanik reçeteleriyle değil, Lenin’in dediği gibi, doğru devrimci siyaset yoluyla başarılabilir.


131 - Örgütlenme Sorunu Üzerine Tezler Hakkında Notlar - 1964

2. - Demokratik merkeziyetçilik formülü Zinovyev tezlerinin 14. maddesinde yer almakta ve aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir: "Komünist Partisi demokratik merkeziyetçilik temelinde örgütlenmelidir. Demokratik merkeziyetçiliğin ana ilkeleri, üst organların alt organlar tarafından seçilmesi, üst organların tüm direktiflerinin alt organlar için mutlak bağlayıcı olması ve kongreler arasında otoritesi partinin tüm liderleri tarafından sorgulanmayan güçlü bir Parti merkezinin var olmasıdır".

Bu tezler daha fazla ayrıntıya girmemektedir ve çevrenin Merkeze tabi olması kavramıyla ilgili olarak, Solun bunları kabul etmemesi için hiçbir neden yoktu. Şüphe, komitelerin çevreden merkeze doğru belirlenme biçimi ve oy sayımına ilişkin seçim mekanizmasının kullanımı konusunda ortaya çıktı; merkeziyetçilik isminin karşısındaki demokratik sıfatı ve hemen ardından gelen kısa ipucu buna açıkça işaret ediyordu (...)

12. - Komünist Sol, Üçüncü Enternasyonal’in taktik sorunlarından sapmasına yönelik eleştirisini geliştirdiğinde, aynı zamanda örgütlenme kriterlerinin de bir eleştirisini yapmıştır ve tarihsel olguların izlenmesi, bu sapmaların ölümcül bir şekilde programatik ve teorik temel pozisyonların terk edilmesine yol açtığını göstermiştir (...)

Organik merkeziyetçilik formülümüz tam da partinin yalnızca sınıfın belirli bir organı olmadığını, dahası sınıfın yalnızca o var olduğunda tarihsel bir organizma olarak hareket ettiğini ve yalnızca her burjuvanın tanımaya hazır olduğu istatistiksel bir kesit olmadığını söylemek içindi. Marx, Lenin’in tarihsel olarak temel ve geri dönülmez yeniden inşasında, ne sınıfları ne de sınıflar arasındaki mücadeleyi keşfettiğini söylemekle kalmaz, orijinal teorisinin açık çağrışımı olarak proletarya diktatörlüğüne işaret eder: bu, proletaryanın diktatörlüğüne ancak Komünist Partisi aracılığıyla ulaşabileceği anlamına gelir. Dolayısıyla, parti ve sınıf kavramları, parti küçük ve sınıf büyük olduğu için sayısal olarak değil, tarihsel ve organik olarak birbirlerine karşıttır; çünkü ancak sınıf içinde parti gibi enerjik bir organ oluştuğunda, sınıf bu hale gelir ve tarih doktrinimiz tarafından kendisine verilen görevi yerine getirmeye başlar.

13. - Demokratik yerine organik sıfatının kullanılması, yalnızca aritmetik bir doğanın soluk görüntüsüne kıyasla biyolojik bir görüntünün daha kesin olmasından değil, aynı zamanda kendimizi demokrasi kavramından kurtarmak için somut bir ihtiyaç ve siyasi mücadeleden kaynaklanmaktadır; onu yıkmak, Lenin’le birlikte devrimci Enternasyonal’i yeniden inşa etmemizi sağladı.

14. - (...) Öte yandan, Solun Enternasyonal’in çalışmalarına yönelik örgütsel eleştirisi, hareket içindeki görev dağılımında organiklik kavramının düşünce özgürlüğü iddiasıyla ve hatta seçimli ve sayısal demokrasiye saygıyla karıştırılmaması gerektiği talebiyle tutarlı kaldı (...)

Bu tarihsel emsaller, oy sayma mekanizmasının her yerde, toplumda, sınıfta ya da partide her zaman bir sahtekarlık ve aldatmaca olduğunu doğrulamaktadır; ancak en iyi direnişi İtalyan Partisi göstermiştir çünkü köklü siyasi geleneği, tarihsel demokrasinin eylemlerine ve mekanizmalarına ve oy sayma yöntemine en ufak bir saygıyı bile reddetmiştir.


132 - Durum Tarihsel Olarak Elverişsiz Olduğunda Partinin Organik Faaliyeti Üzerine Düşünceler - 1965

14. - (...) Sol, küresel olarak merkezileştirilmiş disiplin ilkesinden kopmadan, öncü proletaryayı orta sınıfların, onların partilerinin ve yenilgiye mahkum ideolojilerinin işbirliğine karşı bağışık tutarak devrimci bir savunma savaşı yürütmeye çalıştı. Devrimi değilse bile en azından tarihsel partisinin çekirdeğini kurtarmaya yönelik bu tarihi şans da kaçırıldığından, bugün küçük burjuva demokratizmiyle delik deşik olmuş bir proletaryanın ortasında, nesnel olarak uyuşuk ve kayıtsız bir durumda yeniden başlamıştır; ancak yeni doğan örgüt, zamanında öngörüleriyle tarihsel olarak doğrulanmış tüm doktrinel geleneğini ve pratiğini kullanarak, sömürülen kitlelerle daha geniş bir teması yeniden kurma çabalarını günlük faaliyetlerine dahil etmiştir. Ayrıca, tıpkı üyelerinin her birinin düşünce süreçlerinden demokratik, pasifist, otonomist ya da liberter eğilimlere verilen her türlü tavizi ortadan kaldırdığı gibi, demokratik merkeziyetçilik tezinden ve herhangi bir oylama mekanizmasının uygulanmasından kurtularak, Moskova Enternasyonali’nin son hatalarından birini kendi yapısında da ortadan kaldırmaktadır.


133 - Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler... (’Napoli Tezleri’), 1965

7. - Bu, bir kuşaktan diğerine geçiş meselesiydi; savaş sonrası ilk dönemin görkemli mücadelelerini ve büyük burjuvaziye karşı diktatörlük ve proleter terör beklentisine bağlı güçleri, onun tüm açgözlü araçlarıyla birlikte yeniden kurmak amacıyla, diğer tüm partilere ve özellikle de sosyal demokrat partiye karşı çıkan Livorno bölünmesini yaşamış olan kuşağın, devrimci partinin bağımsız eylemi konusundaki farkındalığını yeniden tesis etmek için faşizmin çöküşünün çılgınca sevincinden kurtarılması gereken yeni proleter kuşağa devredilmesiydi. Durum böyleyken, yeni hareket organik ve kendiliğinden bir şekilde, faaliyeti için son on beş yılda denenmiş ve test edilmiş yapısal bir biçim buldu. Parti, Komünist Sol içinde İkinci Enternasyonal zamanından beri ve daha sonra Üçüncü Enternasyonal içinde oportünist tehlikenin ilk tezahürlerine karşı verilen tarihi mücadele sırasında dile getirilen özlemleri yerine getirdi. Demokrasiye karşı mücadele etmek ve bu aşağılık burjuva mitinin herhangi bir etki kazanmasını engellemek için uzun süredir var olan bu özlemin kökleri Marksist eleştiride, Komünist Manifesto’dan itibaren proleter örgütlerin temel metinlerinde ve ilk belgelerinde yatmaktadır.

Eğer insanlık tarihi, güç ve fiziksel yiğitlikle ya da ahlaki veya entelektüel kuvvetle üstünlük sağlamayı başarmış istisnai bireylerin etkisiyle açıklanmayacaksa, eğer siyasi mücadele, yanlış ve bizimkiyle taban tabana zıt bir şekilde, bu tür istisnai kişiliklerin seçilmesi olarak görülüyorsa (ister ilahların işi olduğuna inanılsın, ister sosyal aristokrasilere emanet edilsin ya da - bize en düşmanca biçimiyle - toplumdaki tüm unsurların sonunda kabul edildiği oy sayma mekanizmasına emanet edilsin); aslında tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir ve bu mücadeleler ancak sınıfların verili üretim biçimleri içinde kendi aralarında kurdukları ekonomik ilişkileri açığa çıkararak okunabilir ve artık ’eleştiri’ değil, şiddetli ve silahlı olan gerçek savaşlara uygulanabilir. Eğer bu temel teorem, cömert çabaları demokratik mistifikasyon tarafından ihlal edilen sayısız savaşçının döktüğü kanla doğrulanmışsa; ve eğer Komünist Solun mirası bu baskı, sömürü ve ihanet bilançosu üzerine inşa edilmişse, o zaman izlemeye değer tek yol, tarih boyunca bizi, yalnızca toplumda ve onun içinde örgütlenmiş çeşitli organlarda değil, aynı zamanda devrimci sınıfın kendi içinde ve her şeyden önce siyasi partisinde de demokrasinin ölümcül mekanizmasından giderek daha fazla kurtaran yoldu.

Solun, mucizevi bir sezgiye ya da büyük bir düşünürün rasyonel aydınlanmasına dayandırılamayacak, ancak devrimci güçlerin yenilgisiyle sonuçlansa bile gerçek, şiddetli, kanlı ve acımasız mücadeleler zincirinin etkisi altında ortaya çıkan bu özlemi, tarihsel izlerini Solun bir dizi tezahüründe bırakmıştır: Seçim koalisyonlarına ve Masonik ideolojilerin etkisine karşı, önce sömürge savaşlarının ve ardından devasa birinci Avrupa savaşının destekçilerine karşı (ki bu savaş, proleterlerin askeri üniformalarını terk etme ve silahlarını, esas olarak özgürlük ve demokrasi için mücadele gibi kaygan bir hayali ajite ederek onları silahlanmaya zorlayanlara karşı çevirme arzusuna karşı zafer kazanmıştır) mücadele ettiği zamandan itibaren; Sonunda Avrupa’nın tüm ülkelerinde ve Rus devrimci proletaryasının önderliğinde Sol, kapitalist burjuvazinin kalbini koruyan baş düşman ve hedefi, sosyal demokrat sağ kanadı ve Bolşevizmi, Leninizmi ve Rus Sovyet diktatörlüğünü karaladığı gibi bizi de karalayarak proleter ilerleyiş ile demokrasinin canice idealleri arasına bir başka tuzak kapısı yerleştirmek için elinden geleni yapan daha da alçak merkezi alaşağı etmek için kendini savaşa attığında. Aynı zamanda, "demokrasi" kelimesini bile her türlü etkiden arındırma arzusu, bu tezlerin başında aceleyle belirtilen sayısız Sol metinde kanıtlanmaktadır.

13. - (...) Organik merkeziyetçi şemada parti üyelerinin taranması, Moskova merkezcilerine karşı her zaman desteklediğimiz bir şekilde yürütülmektedir. Parti, doktrininin, eyleminin ve taktiklerinin ayırt edici özelliklerini, mekansal ve zamansal sınırları aşan benzersiz bir metodolojiyle geliştirmeye ve rafine etmeye devam ediyor. Açıkçası bu tanımlamalardan rahatsız olan herkes çekip gidebilir.

İktidarın ele geçirilmesinden sonra bile saflarımıza zorla üye yapmayı düşünemeyiz; bu nedenle organik merkeziyetçilik, disiplin alanındaki terörist baskıları dışlar; bu baskılar, yürütme erkinin seçmeli oluşumları dağıtma ve yeniden bir araya getirme yetkisi gibi istismar edilmiş burjuva anayasal biçimlerinin dilini bile benimsemekten kendini alamaz - uzun zamandır sadece proleter parti için değil, muzaffer proletaryanın devrimci ve geçici devleti için bile modası geçmiş olduğunu düşündüğümüz biçimlerdir bunların tümü. Parti, kendisine katılmak isteyenlere gelecekteki toplum için herhangi bir anayasal ya da yasal plan göstermek zorunda değildir, çünkü bu tür biçimler yalnızca sınıflı toplumlara uygundur.


134 - O Zamanki ve Şimdiki Tezleri Algılayışımız - 1965

(...) On dördüncü tez demokratik merkeziyetçiliği şöyle tanımlar: ikincil komitelerin birincil komiteler tarafından seçilmesi - her komitenin bir üstündekine zorunlu olarak tabi olması - bir kongreden diğerine tartışılamaz tam yetkilere sahip merkez. Biz sadece, Solun organik merkeziyetçilik anlayışında, kongrelerin bile Merkez’in çalışmaları ve belirli görevlere kimin seçileceği konusunda yargıda bulunmaması gerektiğini, bunun yerine dünya partisinin değişmez tarihsel doktrini ile tutarlı bir şekilde politika sorunlarına karar vermesi gerektiğini belirteceğiz.


135 - ’1945 Sonrası Tezler’e Giriş - 1970

(...) Militanın partinin programatik temelinde açık ve kesin bir şekilde tatmin edilmesi gereken bu sürekli mevcut gereksinimlere ’Düşünceler’ yanıt vermektedir. 1964 sonunda yazılan ve 1965 başında yayınlanan bu yazılar öylesine özlü, öylesine açık bir senteze ulaşır ki, diğer şeylerin yanı sıra, Sola karşı sık sık tekrarlanan, ’fildişi kulelerinde’ mükemmel bir varoluş sürdüren ’saf’ devrimcilerden oluşan bir ’seçkinler’ hayal ettikleri şeklindeki gülünç suçlamayı ilk ve son kez yalanlar. ’Düşünceler’, 3. Enternasyonal’in ’demokratik merkeziyetçiliğine’ karşı ortaya konan aynı ’organik merkeziyetçiliği’ savunarak sona ermektedir. Bu, 1921’den beri Solun değişmez bir önermesi olmuştur, ancak parti örgütü içinde de demokratik mekanizmalara her türlü başvurunun dışlanmasıyla, geri dönüşü olmayan bir şekilde ancak bugün tam olarak hayata geçirilebilir (...)

Aslında organik merkeziyetçilik, demokratik merkeziyetçiliğe karşı durduğu ölçüde, sadece bir terminoloji sorunu olmaktan çok uzaktır. Sanki ilk formülasyondaki isim her zaman arzuladığımız tek bir dünya partisi özlemini yansıtırken, ikinci sıfat tarihsel oluşumları ve doktrinel temelleri açısından hala heterojen olan ve aralarında en yüksek hakem olarak (bir piramidin tepe noktasından ziyade, tabana sürekli olarak birinden diğerine ve tersine sarılan tek bir homojen iplikle birleşmiş) bir Yürütme Komitesi veya anonim bir varlık olan partilerin gerçekliğini yansıtıyor gibi çelişkilidir. Hakemin kendisi de bu tek ipliğe bağlı olmamakla birlikte, ’koşullara göre’ ve toplumsal çatışmanın iniş çıkışlarına göre değişen ve dalgalanan kararlar almakta özgürdür; çelişkiden uzak demokrasi geleneğinde olduğu gibi, periyodik olarak bir an çevreye ’danışma’ saçmalığına başvurur (oybirliğini sağlama kapasitesinden ya da neredeyse oybirliğiyle destek alacağından emin olduğu için) ve bir dakika sonra da Komünist Enternasyonal örneğinde fiziksel güç ve devlet gücü ile desteklenen sindirme silahını ve ’ideolojik terörü’ devreye sokar.

Öte yandan bizim vizyonumuzda parti, özelliklerinden biri olarak organik merkeziyetçiliğe sahiptir, çünkü proleter sınıfın ne kadar gelişmiş olursa olsun bir ’parçası’ değil, organıdır, tüm temel hamlelerinin ve hangi kaynaktan gelirse gelsin tüm militanlarının sentezleyicisidir ve bir teoriye sahip olmasının gücüyle böyledir, Geçmişin, bugünün ve geleceğin proleter ve komünist kuşaklarının tarihsel eğilimini, nihai hedefini ve çalışma tarzını ifade etmek için bugünün sınırlarını aşan ve tüm dünyanın devrimci ücretli emekçilerinin çıkarlarını cisimleştirmek için milliyet ve devlet sınırlarını aşan bir ilkeler bütünü ve bir program. Ekleyebiliriz ki, tarihsel durumların nasıl gelişeceğine dair öngörüsü ya da en azından kaba taslağı ve dolayısıyla herkesi bağlayan bir direktifler ve zorunlu taktik normlar bütünü belirleme kapasitesi sayesinde de böyledir (tabii ki "çifte devrimler" ve "saf proleter devrimler "in de farklı olsa da iyi tanımlanmış taktik yaklaşımlar içeren bir öngörüye ihtiyaç duyduğunu dikkate alarak). Eğer parti böyle bir teorik ve pratik homojenliğe sahipse (her ne kadar böyle bir sahiplik her zaman için garanti edilmese de, daha ziyade dişle tırnakla savunulacak ve gerekirse gerektiği kadar geri kazanılacak bir gerçekliktir), o zaman aynı zamanda onun disiplini olan örgütü, program ve pratik eylemin üniter anacı üzerinde organik olarak doğar ve gelişir ve çeşitli açıklama biçimlerinde, organlarının hiyerarşisinde, partinin tüm işlevlerinin toplamıyla mükemmel bir bağlılığını ifade eder.

Örgütlenme, tıpkı disiplin gibi, bir kalkış noktası değil, bir varış noktasıdır; yasal kodlamaya ve disiplin yönetmeliğine ihtiyaç duymaz; ’taban’ ile ’zirve’ arasında hiçbir çelişki tanımaz; kapitalist rejimden miras kalan işbölümünün katı engellerini, belirli alanlarda liderlere ve ’uzmanlara’ ihtiyaç duyulmadığı için değil, bunlar (en ’alttaki’ militanlarıyla aynı şekilde, sadece daha fazla) bir programa, bir doktrine ve tüm parti tarafından paylaşılan, her bir üyesi tarafından bilinen, kamuya açık bir şekilde onaylanan ve her şeyden önce sınıfın bütününün gözü önünde pratikte ifade edilen taktik normların açık ve net bir tanımına bağlı oldukları ve olmak zorunda oldukları için dışlar. Liderler ve uzmanlar ne kadar gerekliyse, sahte kelle sayımlarından ziyade doğal seleksiyon yoluyla partinin onlara emanet ettiği rolü yerine getirmeyi bıraktıklarında ya da daha da kötüsü, herkesin izlemesi için işaretlenen yoldan saptıklarında da aynı şekilde vazgeçilebilirler. Bu türden bir parti (bizimkinin olma eğiliminde olduğu ve olmaya çalıştığı gibi, ancak herhangi bir anti-tarihsel ’saflık’ ya da ’mükemmellik’ iddiasında bulunmaksızın) tüm iç yaşamını, gelişimini, teknik işlevler hiyerarşisini - hadi şöyle diyelim - anlık olarak alınan ya da çoğunluk tarafından kararlaştırılan kaprisli kararlara uydurmaz; genel olarak sınıf mücadelesinin dinamikleri ve özel olarak da kendi müdahaleleri ile büyür ve güçlenir; Her düzeyde savaş araçlarını, ’organlarını’ önceden tasarlamadan yaratır; artık ortak, değişmez yolu izlemek istemeyenleri - patolojik durumlar dışında - ’gerekli süreçten’ sonra ihraç etmeye ihtiyaç duymaz, çünkü sağlıklı bir organizmanın atık maddelerini kendiliğinden ortadan kaldırması gibi onlardan kurtulma yeteneğine sahip olmalıdır.

’Devrim bir örgütlenme biçimi meselesi değildir’. Aksine, örgütlenme, tüm çeşitli biçimleriyle, devrimin çeşitli taleplerine yanıt olarak ortaya çıkar, yalnızca sonucu değil, aynı zamanda oraya nasıl ulaşılacağı da tahmin edilmiştir. Danışmalar, anayasalar ve tüzükler, sınıflara bölünmüş toplumların ve bir sınıfın tarihsel yörüngesini değil, çeşitli sınıfların farklı ya da tam olarak yakınlaşmayan yörüngelerinin kesişmesini ifade eden partilerin tipik özellikleridir. İç demokrasi ve ’bürokratizm’, bireysel ya da grupsal ’ifade özgürlüğüne’ tapınma ve ’ideolojik terörizm’, bunların hepsi diyalektik olarak birbirine bağlı olduğu kadar birbirine zıt terimlerdir. Benzer şekilde, doktrin ve taktik eylem birliği ile örgütsel merkeziyetçiliğin organik karakteri de aynı madalyonun iki yüzü gibidir.


Bölüm 5
PARTİNİN GERÇEK HAYATI

Çalışmanın bu bölümünü, Genel Toplantımızda sunulan ve 1967 yılında Programma Comunista Sayı 5’te yayınlanan bir raporun son bölümünün tamamını yeniden yayınlayarak bitirmek istiyoruz. Bu raporun sonuç bölümü "Partinin Gerçek Yaşamı" başlığını taşımaktadır ve burada belirtilen her şeyin arkasındayız, hiçbir şey eklemedik ve hiçbir şey çıkarmadık.


Alıntılar


136 - Partinin Sol Gelenek Çizgisinde Eylem Sürekliliği - 1967

Az önce alıntılanan uzun pasajlar, devrimci partinin örgütlenme ve işleyiş sorunlarını yalnızca doktrin, program ve taktiklerin temel sorunlarıyla bağlantılı olarak görmediğimizi, aynı zamanda ikincisinin doğru çözümünün birincisinin doğru formülasyonuna ve çözümüne zarar verdiğine inandığımızı açıkça ortaya koymaktadır. Burada da, 1926’da, Sol, Enternasyonal içinde, hiçbir zaman saptırılmasına izin vermeden, yıldan yıla sürdürdüğü bir savaşın döngüsünü tamamladı. Ve bu, zaten çok uzun olan bu raporun sonuç bölümünde anmak istediğimiz bir şeydir; okuyucuları daha ayrıntılı bir açıklama için Roma, Napoli ve Milan Tezleri’ne yönlendiriyoruz.

Bu zamana kadar, Komintern’in aynı derecede ve aynı nedenle heterojen, eklektik ve plansız taktikler benimsediği, ani ve kafa karıştırıcı zig-zaglar ve geri dönüşler gerçekleştirdiği ve sonunda amaca ulaşmak için her türlü aracın kullanılabileceği teorisine ulaştığı, sonraki aşamalarında bizim tarafımızdan derhal ve "inatla" kınanan süreç tam anlamıyla olgunlaşmıştı; Bu şekilde hareket ederek dünya partisinin siyasi eyleminin üniter dokusuna onarılamaz bir zarar verdiği ölçüde ve aynı nedenle, ona bir ordununkine çok benzeyen, aslında özdeş olan ve bu sayede sözde kaybolan siyasi homojenliğini geri kazanacağı biçimsel bir birlik dayattığını iddia etti; Stalinizmin, önce hem sağa hem de sola karşı disiplin müdahalesi ve ’ideolojik terör’ silahını kullanarak, ardından da devlet gücü tarafından desteklenen fiziksel baskı uygulayarak, zorbalık ve sindirmeye dayalı "birlik" yapısını inşa edeceği temeli atıyordu. Bununla birlikte, bu resmi, baraka benzeri merkezileşmeyi hiçbir zaman ’özgürlüğü ayaklar altına aldığı’ için eleştirmedik, aksine lider merkeze tek, değişmez ve kişisel olmayan programı ayaklar altına alma konusunda tam bir özgürlük verdiği için eleştirdik. Ve ’demokratik’ sıfatı bu sahte merkeziyetçilikle çelişmek yerine ona bir eldiven gibi uyuyordu, çünkü Marksizm için demokrasi sözde "genel" ya da "çoğunluk iradesini" ifade etmenin bir aracı değil, çoğunluğu zaten arkasından alınmış kararları onaylaması için manipüle etmenin bir aracıdır: bir zorbalık aracıdır. Ancak programı tekrar tekrar ihlal etmekte özgür olmak için, meşhur ve çok sevilen "tabanın" nasıl tepki vereceğini umursamadan, hatta daha gerçekleşmeden tepkilerini önlemek için, tüm orduların sahip olduğu Genelkurmayları model alan boş bir merkezileşme kabuğunu dayatmak gerekecektir (Enternasyonal’in o dönemde hiyerarşide üst düzey pozisyonlarla ödüllendirilmiş eski Menşevikler ve eski sosyal demokratlarla dolu olması boşuna değildir; Troçki’nin, siyasi geleneklerini rehabilite eden bir şimdiki zamanda geçmişlerini yaşamaya, pek çok çeyrek efendi gibi "hazır ola geçmeye" her zaman hazır olarak tanımladığı Martinov’lar, Smeral’ler vb. disiplin uğruna disiplini, itaat uğruna itaati, yukarıdan ya da daha doğrusu Yüce Tanrı’dan gelen emirler ne olursa olsun teorileştiriyordu).

Bununla yan yana ve aynı nedenle, bir "örgütsel model", kesin olarak tanımlanmış bir tür anayasal tüzük, Partinin (bu durumda hücre örgütünün) sıkılığının ve etkinliğinin garantisi olarak öne sürülecek ve buna hayvani bir küstahlıkla "bolşevikleştirme" denecektir. Önümüzdeki otuz yılın tüm pisliklerinin ve kanının habercisi olan bu iki önemli sapma karşısında verdiğimiz yanıt - ki bu yanıt büyük ölçüde Şubat-Mart 1926’da Genişletilmiş Yürütme içinde verilen cesur mücadeleyi oluşturuyordu - açık ve kesindi. Öncelikle, parti örgütünün ve faaliyetinin birliğinin ve gerçek anlamda merkezileşmesinin - her zaman ilk savunan biz olduk - doktrinin, programın ve taktik normlar sisteminin birliğinin ve merkeziyetçiliğinin nedeni ve çıkış noktası değil, ürünü ve varış noktası olduğunu söyledik: ikincisi eksikse birincisini aramak anlamsızdı; anlamsızdan da öte, yıkıcı, hatta ölümcüldü. Bizler merkeziyetçiyiz (ve bu bizim tek örgütsel ilkemizdir), merkeziyetçiliği kendi başına geçerli gördüğümüz için değil, onu ebedi bir fikirden ya da soyut bir plandan çıkardığımız için değil, uğruna çabaladığımız tek bir hedef olduğu için ve ona mekânda (uluslararası alanda) ve zamanda ("ölülerin, yaşayanların ve henüz doğmamış olanların" nesilleri boyunca) ulaşmanın tek bir yolu olduğu için; Bizler, ne bireylerin ne de grupların değiştirme gücüne sahip olmadığı bir doktrinin değişmezliği ve işçi sınıfının yoluna çıkan tüm engellerle karşı karşıya kalan tarihsel koşulların gelgitleri içinde eylemimizin sürekliliği sayesinde merkeziyetçiyiz. Merkeziyetçiliğimiz, sıkı bir disipline sahip olsa bile bir ordu olmayan, öğretecek dersleri olsa bile bir okul olmayan bir partinin varoluş biçimidir. Aksine, sınıflar arasındaki uzun savaş içindeki istikrarlı yönelimiyle tanımlanan gerçek bir tarihsel güçtür.

Örgütümüz, hareketin kolektif ve kişisel olmayan mülkiyeti olan bu bölünmez ve kaya gibi sert doktrin-program-taktik çekirdeği etrafında kristalleşir; ve onu bir arada tutan şey "örgütlenme merkezinin" "çekirdeği" değil, "liderler" ile "tabanı", "merkez" ile "çevreyi" birbirine bağlayan, onları karşılıklı olarak ayrılmaz bir amaçlar ve araçlar sistemine uyma ve savunma konusunda bağlayan benzersiz ve tek tip ipliktir. Komünist partisinin bu gerçek yaşamında -herhangi bir partinin değil, özellikle sadece kendini komünist olarak adlandıran değil, gerçekten komünist olan partinin- burjuva demokratına eziyet eden muamma, "kararları kim veriyor?" sorusu, üsttekiler mi alttakiler mi, çoklar mı azlar mı? - sorusu kendiliğinden sonsuza kadar eriyip gider: kendi yoluna girmiş ve girmeye devam eden bir bütün olarak partinin gövdesidir; ve onun içinde, belirsiz bir Leveller askerinin sözleriyle "kimse emretmez ve herkese emredilir"; bu, emir olmadığı anlamına gelmez, ancak emirleri kim veriyor olursa olsun, partinin doğal ilerleme tarzıyla örtüşecektir. Ancak bu doktrin-program-taktik birliğini bir kez bozduğunuzda, her şey yerle bir olur; bir uçta geriye kalan tek şey (...) bir barikat, militan kitlesini bir araya toplayan bir komuta merkezi (stratejik bir "dahi" olduğu iddia edilen General’in aptal olduğu varsayılan zavallı askerlerini, onları tepeden ateş duvarının içine göndermesi ya da istasyon şefinin birbirleriyle çarpışsalar bile trenlerini bir araya toplaması gibi) ve diğer uçta, olası her türlü manevra için sınırsız bir geçit töreni alanı. Bu bütünlüğü bir kez bozduğunuzda, Stalinizm mantıklı ve tarihsel olarak haklı hale gelir. Aynı şekilde, ilk görevi "hareketin tarihsel sürekliliğini ve uluslararası birliğini" (1921 Livorno programının 4. Maddesi) sağlamak olan bizimki gibi bir partinin sahte ve aldatıcı "anayasal demokrasi" mekanizmasına yıkıcı bir şekilde tabi kılınması da mantıksal ve tarihsel olarak haklı hale gelir. Bu birliği bozarsanız sınıf partisini yok edersiniz.

Tarihte faaliyet gösteren ve titiz sürekliliğiyle karakterize edilen gerçek bir güç olan parti, burjuva legalizminin ikiyüzlüce arzuladığı ya da Marksizm öncesi ütopyacılığın safça hayal ettiği şekilde, tarihin dinamik gerçekliğine çabucak yenik düşen dikkatlice planlanmış yapılarıyla, miras alınmış bir dizi yasal norm, ilke ve anayasal biçim temelinde yaşamaz ve hareket etmez (ve bu bizim ikinci sapmaya yanıtımızdır); Daha ziyade, partinin yaşamı ve faaliyeti, sürekli ileri yürüyüşü sırasında kesintisiz bir teorik ve pratik mücadeleler silsilesi sırasında şekillenen bir örgüt olarak doğası üzerine kuruludur: 1945’teki "Platform"umuzda yazdığımız gibi: "Partinin örgütsel normları, işlevinin diyalektik kavranışıyla tutarlıdır; yasal formülasyonlara ve yönetmeliklere dayanmazlar ve çoğunluğa danışma fetişini aşmışlardır". Parti, görevlerini yerine getirirken, sadece birini değil, hepsini, kendine özgü organlarını, sistemlerini ve mekanizmalarını yaratır; ve bunları uygularken, ne metafizik kurallara ne de anayasal emsallere değil, kendi gelişiminin gerçek ve son derece organik gerekliliklerine uyarak bunları parçalara ayırır ve yeniden yaratır. Bu mekanizmaların hiçbiri önkabul ya artçıl olarak kuramsallaştırılamaz; hiçbir şey bize - çok ayakları yere basan bir örnek vermek gerekirse - bunlardan herhangi birinin yaratılış amacına uygun olmasını sağlamanın en iyi yolunun bir ya da daha fazla militan tarafından yönetilmesi olduğunu söyleme yetkisi vermez; oysa gerçekten talep edebileceğimiz tek şey, militanların, kaç tane olursa olsun, partinin tüm geçmiş ve gelecek yörüngesiyle tutarlı olarak tek bir iradeyle yönetilmesidir. Ve eğer tek bir militan varsa, o da sanki kendi kollarında ve kendi beyninde partinin kişisel olmayan ve kolektif gücü iş başındaymış gibi yönetmelidir; böyle bir talebin ne kadar karşılandığına dair nihai karar yasa maddeleri tarafından değil, pratik tarafından, tarih tarafından verilir. Devrim bir kuvvet sorunudur, biçim değil; ve aynı şey gerçek yaşamında, örgütlenmesinde ve doktrininde parti için de geçerlidir. Savunduğumuz ’hücresel’ tipten ziyade bölgesel örgütsel kriter bile, zaman ve mekanla ilgisi olmayan soyut ilkelerden çıkarılmamıştır ya da mükemmel ve ebedi bir çözüm olarak düşünülmemiştir; bunu sadece partiye atfettiğimiz birincil sentezleme işlevinin (grupların, mesleki kategorilerin, temel baskıların) diğer tarafı olduğu için benimsiyoruz.

Bu nedenle yoldaşların parti örgütünün güvenli, doğrusal ve homojen bir şekilde işlemesi yönündeki cömert kaygıları - Lenin’in ’Bir Yoldaşa Mektup’ta uyardığı gibi - tüzükler, kurallar ve anayasalar ya da daha da kötüsü ’özellikle yetenekli’ insanlar bulmaya değil, her birimizin partinin birleştirici güç, rehber ve sınıfın temsilcisi olarak varlığını sürdüremeyeceği işlevlerin uyumlu bir şekilde yerine getirilmesine katkıda bulunabileceği en iyi yolu bulmaya yönelmektedir; Lenin’in Ne Yapmalı? kitabında tarif edildiği gibi, partinin günlük varoluşunun ve faaliyetinin zorluklarını "kendi başına", günlük olarak çözmesine yardımcı olmanın tek yolu budur. Gazeteden "kolektif örgütleyici" olarak bahsedilmektedir. "Organik merkeziyetçiliğin" anahtarı burada yatmaktadır, sınıfların tarihsel savaşındaki güvenilir silah burada yatmaktadır; mükemmel sistemleri yönetmek için sözde işlevsel "kuralların" boş soyutlamasında ya da daha kötüsü, bunları yönetmek için bir araya gelen insanların "tepeden" ya da "aşağıdan" organik olarak seçilmesine yönelik iğrenç süreçlerde değil: Bunlar da mekanizmalar ve sistemlerdir ve kendi içlerinde ya da kişisel niteliklerin varlığı ya da yokluğu nedeniyle değil, tüm partinin onları harekete geçirdiği ölçüde etkili ya da etkisizdirler - diktatörlük programı, değişmez doktrini, önceden öngörülen taktikleri, üyeleri, "uzuvları", merkezi çekirdekte ve çevresel liflerde aynı kan dolaştığı ya da dolaşmayı bıraktığı ölçüde birlikte yaşayan ve ölen bir organizmanın farklı parçaları arasındaki parti içindeki karşılıklı ilişkiler.

1920, 1922, 1926, 1945, 1966 tezleri, aslında sonsuza kadar, bize başka bir "seçenek" bırakmıyor: ya bu yolda ilerleyeceğiz ya da biri kaotik ve keyfi demokratizm, diğeri tehditkar Stalinist otoriterlik olmak üzere görünüşte ayrı ama gerçekte birbirine yakın iki yolda ilerleyeceğiz.







KISIM V
PARTİNİN TAKTİKLERİ

ÖNSÖZ

Parti bir düşünürler topluluğu ya da belirli bir felsefenin müritleri değil, teori ve bilgiyi bir silah olarak kullanan, sınıf savaşının bir mücadele organıdır. Dolayısıyla buradan, tüm tezlerimizde olduğu gibi, partinin eyleminin propaganda ve kendi pozisyonunu ortaya koymakla ya da yalnızca toplumsal ve siyasi olguların eleştirisiyle sınırlı olmadığı sonucu çıkarılmalıdır. Parti bu olgulara aktif olarak müdahale eder ve kısmi ve acil hedeflerle ilerleyen proleter sınıfla fiziksel bir bağlantı içinde mücadele eder; parti sınıfı örgütler, yönlendirir ve mücadeleye teşvik eder. Partinin proleter sınıfın siyasi bir ajanı olarak geliştirmesi gereken eylem bu nedenle çok karmaşıktır, ancak proletaryayı devrimci yönde hazırlamak için gereklidir, bu hazırlık asla basit teorik propagandanın ya da komünistlerin yorumsal üstünlüğünü göstermenin ürünü olmayacaktır. Marksizm için bilinç eylemi takip ediyorsa, partinin sadece propaganda ya da eğitim veya pedagojik faaliyet temelinde sınıfın başında olmayı umamayacağı açıktır; maddi olgular ve partinin bunlara müdahalesi yoluyla binlerce bağın oluşması, partinin rasyonel anlayış, çalışma veya propaganda ile ilgili olmayan unsurlar sayesinde sınıf tarafından iyi tanımlanmış bir varoluşa sahip fiziksel bir varlık olarak tanınması gerekir.

Partinin sınıf mücadelesinin çok sayıda ve çeşitli olayları boyunca kullanması gereken yöntemlerin kombinasyonu, bunları amaçlarına uygun bir şekilde dönüştürmek, proletaryayı bayrağı altına çekmek, komünist olmayan partilerin saflarından koparmak, moralini bozmak ve nihayetinde sınıf düşmanını parçalamak: Solun her zaman "ciddi ve zor" olarak tanımladığı, asla bundan kaçabileceğini ya da metafiziksel olarak teorik ilkelerin saf ve basit bir propagandasıyla ya da basit bir rasyonel analiz eylemiyle değiştirebileceğini hayal etmediği taktiksel zorluk budur.

Proletarya ve burjuvazi arasındaki mücadelenin gelişiminin sayısız ve çeşitli maddi olay dizileriyle karakterize edilen karmaşık bir süreç olduğunu ve proletaryanın sadece rasyonel bir inançla partisine güvenmediğini kabul edersek, bu, partinin mücadelenin gerçekliğine nasıl müdahale edeceği sorununu, başka bir deyişle partinin taktikleri sorununu ortaya çıkarır.

Bu konudaki çıkış noktamız, materyalist anlayışımıza dayanarak, her zaman "çocuksuluk" olarak tanımladığımız şeyin acımasız bir eleştirisidir: taktik yöntemler ahlaki, estetik veya biçimsel kriterlere göre seçilmez; belirli bir eylemde bulunma kararı, kendimize ait olduğunu iddia ettiğimiz ahlaki bir amaca az ya da çok uygun olup olmadığına göre verilmez. Bu temelde Lenin, "uzlaşmaları" bir ilke meselesi olarak reddedenlerle alay etmiştir ve Sol bu noktada her zaman onunla hemfikir olmuştur.

Ancak Sol, Marx ve Lenin ile birlikte, her zaman taktik yöntemler arasında bir seçim yapılması gerektiğini iddia etmiştir çünkü basit bir nedenden ötürü tüm taktik yöntemler hedefe ulaşmak için yeterli değildir. Partinin faaliyetine anlık bir başarı sağlıyor gibi görünen yöntemlerin, tam tersine, faaliyetin uzun vadeli gelişimi ve nihai amacıyla çeliştiği gösterilebilir.

Taktik yöntemlerin seçimine ahlaki önyargılar değil, materyalist doktrinimizin ışığında, çeşitli sınıflar ve bu sınıfların politikalarını ifade eden partiler arasındaki gerçek ilişkilerin doğru bir değerlendirmesi ve mücadelenin izleyebileceği olayların ve ortaya çıkabilecek çeşitli durumlara göre partinin üstlenmesi gereken eylemlerin bir değerlendirmesi rehberlik eder; bu, bu eylemlerin partiyi güçlendirmeye ve proleter güçleri nihai savaşa hazırlamaya en iyi şekilde hizmet etmesi için yapılır. Bu seçim önceden yapılmalıdır ve partinin değişmez doktrini gibi mirasımızın bir parçasını oluşturur.

Partinin, sınıf mücadelesinin öngörülen sonuca ulaşacağı kesintisiz bir dizi olay hipotezini içeren programını tanımlamasını sağlayan teoridir. Teori, partinin toplumsal güçlerin hareket alanının ana hatlarını çizmesine, karşılıklı ilişkilerini değerlendirmesine ve bir dizi belirleyici faktör göz önüne alındığında olası yanıtları belirlemesine olanak tanır. Teorinin ışığında okunan tarihsel olguların dersleri, partiyi komünizme giden yolun zorunlu olarak şiddetli devrimden, burjuva devlet aygıtının yıkılmasından, proleter sınıfın kendi partisinin yönetimi altında ve proletarya diktatörlüğünün devlet aygıtı aracılığıyla uyguladığı devrimci şiddet ve terörden geçtiğini tespit etmeye götürür.

Parti aynı zamanda somut tarihsel durumda bu nihai sonuçlara götürecek yöntemleri öngörme ve tasarlama konumunda olmalıdır: oyunda olan güçler; bu güçler arasında var olan eylemler ve tepkiler; ve tam tersine, devrimci hedefe ulaşılmasına engel olacağı için kullanılmaması gereken araçlar. Eleştirel analiz, partiyi her şeyden önce farklı tarihsel-politik bağlamları, faaliyetinin içinden geçmesi gereken ve birbirleriyle mücadele eden toplumsal güçlerin ilişkilerinin ve tutumlarının farklı olduğu ve dolayısıyla partinin uygulayacağı yöntemlerin de farklı olması gereken tarihsel aşamaları tespit etmeye götürür. Eğer bu analiz ve öngörü mümkün değilse, Marksizm devrimci bir teori olarak çökecek ve dolayısıyla artık komünist partisinden ve proleter sınıfın partisinden söz etmek bile mümkün olmayacaktır.

Partinin taktiklerinin uygulandığı tarihsel bağlamlar 26 Nisan 1953 tarihinde Cenova’da gerçekleştirilen genel toplantıda şu şekilde tanımlanmıştır

"1. Komünist Solun tutumu, (partinin taktik manevralarının belirlenmesinde eklektizmi reddetmesinin yanı sıra) tüm mücadeleyi tek başına hareket eden iki geleneksel sınıfın sürekli ve her yerde tekrarlanan düalizmine indirgeyenlerin kaba basitleştirmesinden açıkça ayrılır; modern proleter hareketin stratejisi, yerleşik dünyanın bölündüğü farklı coğrafi "bölgeler" ve farklı zaman döngüleriyle ilişkilendirilecek olan gelecekteki olası her eylem için geçerli kesin ve istikrarlı çizgilere sahiptir.

2. Güçlerin ilk klasik etkileşiminin sosyalist devrimin seyrine ilişkin geri dönüşü olmayan bir teoriye yol açtığı bölge İngiltere’dir. Burjuva devrimi 1688’den itibaren feodal iktidarı ortadan kaldırdı ve feodal üretim biçimlerini hızla yok etti; 1840’tan itibaren üç temel sınıfın karşılıklı etkileşimine dair Marksist kavrayışı çıkarmak mümkün oldu: toprağın burjuva mülkiyeti; sanayi, ticaret ve finans sermayesi; ve ilk ikisiyle mücadele halindeki proletarya.

3. Batı Avrupa bölgesinde (Fransa, Almanya, İtalya, daha küçük ülkeler), feodalizme karşı burjuva mücadelesi 1789’dan 1871’e kadar sürdü ve tarihin bu akışında ortaya çıkan durumlarda, proletarya ve burjuvazi arasındaki ittifak, ikincisinin feodal iktidarı devirmek için silahlı mücadelede savaştığı günün gereksinimiydi, işçi partileri ise burjuva toplumunun ekonomik ve politik argümanlarıyla tüm ideolojik karışıklığı çoktan reddetmişti.

4. 1866’da Amerika Birleşik Devletleri kendisini, kırsal ve kölelik yanlısı Güney’e karşı kazandığı zaferle sahte kapitalist biçimleri yok etmiş olarak, 1871’den sonra Batı Avrupa’da geçerli olan koşullar içinde buldu. 1871’den bu yana, tüm Avrupa-Amerika bölgesindeki radikal Marksistler, burjuva partileriyle her türlü ittifakı ve birleşik cepheyi her koşulda reddetmişlerdir.

5. 1871’den önceki durum, 3. maddede belirtildiği gibi, Rusya’da ve Doğu Avrupa’nın diğer ülkelerinde 1917’ye kadar sürdü; bu ülkelerde 1848’de Almanya’da zaten bilinen meydan okuma kendini gösterdi: iki devrimi kışkırtmak ve sonuç olarak kapitalist devrimin görevleri lehine de mücadele etmek. Doğrudan ikinci proleter devrime geçmenin koşulu Batı’da siyasi bir devrimdi. Bu gerçekleşmedi, ancak Rus proleter sınıfı yine de siyasi iktidarı tek başına ele geçirmeyi başardı ve birkaç yıl boyunca elinde tuttu.

6. Artık Doğu Avrupa bölgesinde kapitalist üretim ve değişim tarzının feodal tarzın yerini aldığı düşünülebilirken, Asya bölgesinde feodalizme ve hatta daha eski rejimlere karşı devrim, burjuva, küçük burjuva ve işçi sınıflarının birleşik devrimci cephesi tarafından yürütülmektedir (...)

9. Ataerkilliğe ve feodalizme dayalı yerel tarım ekonomisinin hala egemen olduğu Asya ülkelerinde, kısa vadede ulusal ve burjuva iktidarların kurulmasıyla sonuçlansa bile, siyasi mücadele de dahil olmak üzere "dört sınıfın" mücadelesi, uluslararası komünist mücadelenin zaferinde bir faktördür; bunun nedeni, sosyalist taleplerin günün düzeni olacağı yeni bölgelerin oluşması kadar, bu ayaklanmaların Avrupa-Amerikan emperyalizmine indireceği darbelerdir.

1922’deki Roma Tezlerimiz, aynı zamanda coğrafi bölgeler arasında bir ayrım olan beş tarihsel evre arasında bir ayrım yapmaktadır:

"Mutlakiyetçi feodal iktidar; burjuva demokratik iktidar; sosyal-demokrat hükümet; devletin temellerinin zayıfladığı ara sosyal savaş dönemi; konseyler diktatörlüğünde proleter iktidar".

Ve ayrıca şu uyarıda bulunmaktadır:

"Belirli bir anlamda, taktik sorunu yalnızca etkili eylem için doğru yolu seçme meselesi değil, aynı zamanda partinin eyleminin uygun sınırlarının dışına çıkmasını, partinin gelişim sürecinin durmasına ve devrimci hazırlıklardan geri adım atılmasına neden olacak modası geçmiş koşullara karşılık gelen yöntemlere geri çekilmesini önleme meselesidir".

Bu nedenle akımımız her zaman, partinin belirli tarihsel ve toplumsal bağlamlarda ve belirli durumların ortaya çıkmasıyla ilgili olarak kullanabileceği taktik yöntemlerin öngörülmesi ve parti örgütünün temelini oluşturan "açık eylem kurallarında birleştirilmesi" gerektiğini savunmuştur. Eğer taktik kurallar, bir "olasılıklar listesi", çok uzun bir zaman aralığı ve geniş bölgeler için geçerli bir plan belirlemek mümkün olmasaydı, örgütsel homojenlik ve merkezileşmeyi sağlamak bile mümkün olmazdı. Mesele, söylediğimiz gibi, önceden kabul edilen önermeler tarafından yönlendirilen yöntemlerin bütünlüğünü tanımlamak değil, doktrinin ışığında ve giderek daha eksiksiz ve derin bir şekilde, partinin içinde mücadele ettiği tarihsel "bağlamı" ve bu "bağlam" içindeki toplumsal güçlerin etkileşimini belirlemektir.

Bu pratik gereklilik temelinde, partinin kendisi için olumsuz sonuçlar doğurması pahasına ötesine geçemeyeceği "sınırlar", partinin kolektif çalışması ve deneyimi tarafından giderek daha iyi tanımlanmakta ve netleştirilmektedir. Bu nedenle, temel nitelikteki iddialarımızdan bir diğeri, parti tarafından kullanılan taktiklerin, partinin ilkelerinde olduğu gibi örgüte yansıdığı ve onu etkilediğidir; taktikler partinin davranış biçimidir ve özü er ya da geç değişmeden özüyle çelişemez. Komünist Enternasyonal, 1922’den sonra, partiyi örgütsel bütünlüğünden ve teorik ve programatik istikrarından koparmadan her türlü yöntemi ve manevrayı benimseyebileceğini iddia ettiğinde bunu yapmıştır. 1926’daki Lyon Tezlerimiz, Enternasyonal’in Stalinist karşı-devrim tarafından kesin olarak fethedilmek üzere olduğu tam o anda, bu feci iddianın dersini çıkarır: "İyi taktikleri yapan sadece iyi parti değil, iyi partiyi yapan da iyi taktiklerdir".

Ve eğer Marksistler olarak belirli bir doktrine, programa, ilkelere ve verili nihai sonuçlara bağlı olduğumuzu beyan etmenin yetersiz olduğuna inanıyorsak, eğer bunlar partinin gerçek faaliyetinin tamamını kendi içlerinde bilgilendirmiyorsa, özelliklerini ve hatta en sınırlı tezahürlerini bile belirlemiyorlarsa, bu açıktır. Eğer partinin gerçek yaşamı, faaliyeti, toplumsal ve siyasi güçler karşısındaki ilerleme biçimi, ilke beyanlarıyla çelişiyorsa, bu beyanlara saygı duyduğumuzu ilan etmeye ya da propagandasını yapmaya ve ajitasyonunu yapmaya devam etsek bile, bu beyanların uzun vadede düşeceği açıktır. Bu, komünist ilkelere platonik bir bağlılık ilan ederken onlardan en abartılı sapmaları uygulayan oportünizmin klasik yolunu oluşturmaktadır.

Bizim için ilkelere bağlı ve sadık olmak, partinin tüm yaşamının ilkelere uyarlanmasını ve ilkelerle tutarlı olmasını sağlamak için gösterilen muazzam ve son derece zor bir çaba olarak kendini gösterir. Ve bu sadece doktriner bir lüks uğruna değil, mücadelenin pratik gereklilikleri açısından da böyledir. Rusya’daki devrimin parlak örneği, bir partinin devrimci mücadeleyi ancak parti organizması tutarlı bir oyun planını Marksizmin granit temelleri üzerine oturtabilmişse, mücadele sırasında meydana gelen iniş çıkışlar boyunca buna sadık kalmışsa, asla bir santim bile vazgeçmemişse, kolay ve anlık başarılar uğruna bu sürekliliği ve konum sağlamlığını feda etmemişse kazanabileceğini göstermektedir: Lenin’in Ne Yapmalı? ’de bahsettiği ve öngörülen ve kodlanmış çizgiyi terk eden, aslında bunun özlerine bir etkisi olmayacağı yanılsaması altında her türlü yöntemi ve her türlü manevrayı kullanabileceklerine inanan herkesi karşılamaya her zaman hazır olan "bataklık".

Yöntemlerin ve taktik manevraların seçiminde öncelik verilmesi gereken koşul, bunların partinin diğer tüm partiler ve siyasi devlet karşısındaki görünümünü geçersiz kılmak yerine güçlendirmeye hizmet etmesidir. Taktik meydan okuma iki temel faktörü kapsar: sınıf mücadelesinin sonucunu öngörebilen bilinçli bir varlık olarak parti ve fiziksel ve maddi faaliyetin gelişimi sırasında partiyi, onun gösterdiği yolu ve önerdiği yöntemleri izlemeye yönlendirilmesi gereken proleter kitleler. Bu nedenle her taktiksel zorluğun çözümünün temeli olarak ortaya konması gereken koşul, ikinci faktörü gerçekleştirmek için birinci ve temel faktörü çarpıtmamamız ya da bozmamızdır. Eğer durum böyle olursa, kitleler yine de harekete geçebilir, ancak parti kendi rotasından saparak devrimci mücadeleyi yürütmek için artık yararlı bir araç olmayacaktır. Bu, sınıf mücadelesinin içinde yer aldığı her tarihsel durum için temel ve geçerli bir kriterdir. Bu genel ilke bir diğeriyle sıkı sıkıya bağlantılıdır: parti her zaman proleter kitlelere kendisini diğer tüm siyasi partilere ve devlete karşıt olarak sunmalı, eylem sırasında proletaryaya devrimci mücadele yöntemlerini benimseme ihtiyacını pratik olarak göstermeli ve mevcut kurumlar çerçevesinde ortaya çıkan hareket ve eylemlerin kullanımını göz ardı etmelidir; böylece kitlelere, proletaryanın örgütlü gücü yasal kurumlarla bütünüyle çatışmadan, büyük ya da küçük, acil ya da genel sorunlarının barışçıl ve yasal yollarla çözümünün imkansız olduğunu kanıtlama eğiliminde olmalıdır.

Roma Tezlerimizi (1922) temel alarak, emperyalist çağda Batı Avrupa ve Amerika arenasında partinin taktiklerinin ana hatlarını çizeceğiz. Bu arenada ve bu tarihsel çağda, partinin tüm taktiklerini belirleyen temel noktalar, ana hatlar aşağıdaki gibidir:

a) Sözde proleter partiler de dahil olmak üzere diğer siyasi partilerle ortak parolalar temelinde hiçbir ittifak, cephe ya da blok kurulmaması (yasal-demokratik kurumsal arenada yürütülen siyasi birleşik cephe ve ortak eylemlerin aksine, proleter kitlelerin doğrudan eylemi temelinde birleşik sendikal cephe);

b) Partinin herhangi bir seçim kampanyasına katılmaması; sadece siyasi iktidarı fethetmek için yararsız olduğu için değil, sınıfın acil çıkarlarını savunmak için bile zararlı olduğu için, görüşlerin sayıldığı seçim yönteminin sürekli olarak göz ardı edilmesi. Proletaryanın en temel çıkarlarını savunmak için bile yasal ve pasif mücadele alanından doğrudan eylem alanına geçmesi gerekliliğinin sürekli olarak teşvik edilmesi ve gösterilmesi;

c) Burjuva kampının "sağ" ve "sol" bloklar arasındaki "görünürdeki" bölünmesine ve "sol" bloğun elde etmek istediğini iddia ettiği işçi sınıfı için baştan çıkarıcı derecede ilginç önermelere karşı, ikincisinin sürekli eleştirisi, "sağ" ile birlikte karşı-devrimci bir cephe oluşturduğunun gösterilmesi; bu önermelerin, proleter kitleleri gerçekten ilgilendirdiği ölçüde, barışçıl ve yasal yollarla değil, ancak sınıf mücadelesinin seferber edilmesi temelinde elde edilebileceğinin gösterilmesi. Hatta parti, "sol" bloğun demagojik bir şekilde ilan ettiği, ancak işçi sınıfını gerçekten etkileyen hedefler için mücadeleyi teşvik edebilir, proletaryanın kendisini, yakın ekonomik örgütlerini mücadele için bir cephe haline getirerek, eylemini genel grev düzeyinde temellendirerek bunları onaylamaya ve savunmaya çağırabilir; böylece pratikte, yalnızca yasal-kurumsal eylem düzeyinde hareket etmek isteyen partilerin aslında sözde destekledikleri hedeflere ihanet ettiklerini, çünkü tam da bu hedeflere ulaşılmasını veya savunulmasını sağlayacak araçların kullanılmasını reddettiklerini gösterebilir. Bu gerçek tarihsel gözlem temelinde, 1920’den beri Batı’daki Komünist Parti’nin seçim (sadece parlamento değil) çekimserliği ve o dönemde Lenin ve Bolşevikler tarafından desteklenen devrimci parlamentarizm tezlerine karşı yürüttüğümüz polemik kurulmuştur.

d) "Sol" bir hükümetin olası varlığı karşısında, bunun proletarya için herhangi bir türde veya herhangi bir alanda bir gelişme teşkil etmediğinin sürekli ve önleyici bir şekilde gösterilmesi. "Sosyal-demokrat deneyim"in olumlu olabileceğine dair değerlendirme, ancak kitlelere oportünist partilerin karşı-devrimci doğasını pratik olarak göstereceği için olumlu olabilir, bu da devrimci parti için artan bir güce dönüştürülebilir, yeter ki parti bu deneyimi en başından kınamış, kitlelere kaçınılmaz başarısızlığını göstermiş ve kendi sorumluluklarını oportünist partilerinkinden ayırt edebilmiş olsun. "Sağ" partiler tarafından şiddetle saldırıya uğrasa bile, partinin bu nitelikteki bir hükümetle dayanışması kesinlikle söz konusu olamaz. Eğer böyle bir durumda proletarya oportünist partiler tarafından "sağ"a karşı silahlanmaya çağrılırsa, partinin görevi silahlı proleterleri siyasi iktidarın fethine ve sınıf diktatörlüğüne yönlendirmek, mevcut iktidarın her türlü savunusunu kınamak ve bu iktidarın proletaryaya en az ona saldıran güçler kadar düşman olduğunu ve her iki tarafın da Komünist Partisi önderliğindeki proletaryanın silahlı gücüne boyun eğmesi gerektiğini açıkça ilan etmek olacaktır.

İtalya’da faşist saldırı gelişirken, 1922 Roma Tezleri’nde açıkça ilan edilen parti taktiklerinin bu temel noktaları, faşizmin yerleştiği ve partinin sadece sözde işçi partileri arasında değil, aynı zamanda "demokratik" burjuva partileri (Aventine vb.) arasında da ona karşı "siyasi müttefikler" bulmaya doğru tehlikeli bir şekilde yöneldiği bu dönemden ders çıkaran 1926 Lyon Tezleri’nde doğrulandı ve onaylandı. Bu tezler bütününde, yukarıda açıklanan geniş ana hatlar daha da detaylandırılmıştır:

a) Partinin, henüz kendi özel zemininde olmayan sınıf mücadeleleri ve siyasi partilerin varlığında, "çatışan iki güç arasında, durumun genel tarihsel evrimi en çok destekleyen gelişimini temsil edeni seçmesi ve onunla az ya da çok açık bir şekilde güçlerini birleştirmesi" gerektiğinin reddi. "Sağın gerici hükümetleri" ile "solun hükümetleri" arasında bir seçim yapılmaması: proletaryaya "burjuvazinin yöntemlerini ve hükümet partilerini karşı-devrimci çıkarlarına göre değiştirmeye çalıştığını" ve "oportünizmin zaferinin her zaman burjuva siyasetinin süregelen dramına proleter coşku yoluyla geldiğini" gösterilmesi;

b) Buna göre: "Komünist Partisi, henüz proleter zafer için nihai mücadeleyle sonuçlanmayan mücadelelerin varlığında, kendisini temsil ettiği sınıfı doğrudan etkilemeyen geçişlerin ve başarıların yöneticisi yapmayacak ve karakterini ya da özerk duruşunu, sözde "değişim" için tüm siyasi hareketler ya da sözde ’daha kötü’ bir hükümet tarafından tehdit edilen tüm siyasi siyasi sistemler ve hükümetler için bir tür sigorta şirketine katılmak için takas etmeyecektir";

Lenin tarafından geliştirilen analizle mükemmel bir süreklilik içinde Sol, emperyalist çağda kapitalist ekonominin totaliter düzeninde, burjuva egemenliğinin demokratik ve parlamenter biçimlerinin yerini totaliter hükümet biçimlerinin almasının nesnel önkoşulunu tanımlar: En açık ifadesini İtalya ve Almanya’da bulan "modern ve ilerici" faşist yöntem, bundan böyle dünyanın tüm büyük emperyalist devletlerinde kendini gösterecek, her yerde eski ve gerici demokratik-liberal biçimi yok edecek ya da en fazla "proletarya için sis ve ayna" olarak muhafaza edecektir. Kapitalizmin bu emperyalist evresinde, İkinci Dünya Savaşı’na kadar, "liberalizm ve demokrasinin ekonomik, sosyal ve politik önermeleri tarih karşıtı, hayali ve gericidir ve dünya, büyük ülkelerde liberal örgütlenmenin ortadan kalkması ve yerini faşist, daha modern bir sisteme bırakması gereken bir evrededir" (İşçi Sınıfının Devrimci Partisinin Doğası, İşlevi ve Taktikleri, 1947).

Taktikler konusunda Roma ve Lyon Tezlerinde ortaya konan temel noktalar, takip eden bölümlerde yinelenmekte ve altı çizilmektedir:

1) Parti, "biçimsel bile olsa, oportünist siyasi hareketler tarafından kabul edilebilir tutumlar ve sloganlar içeren hiçbir taktik" uygulamamalıdır;

2) Partinin siyasi pratiği "birkaç partinin ortak, olumsal önermelerine veya sloganlarına dayanan manevraları, kombinasyonları, ittifakları, blokları reddeder".

3) "Genel ve küresel siyasette olduğu kadar günlük ekonomik mücadelede de proleter sınıfın kaybedecek ve dolayısıyla savunacak hiçbir şeyi yoktur: saldırı ve fetih onun yegane görevleridir. Sonuç olarak, devrimci parti her şeyden önce kapitalizmin yoğunlaşmış, üniter ve totaliter biçimlerinin ortaya çıkışında kendi doktrininin ve dolayısıyla tam ideolojik zaferinin onaylandığını kabul etmelidir. Bu nedenle, devrimci iç savaşa hazırlanırken yalnızca güçlerin gerçek ilişkisiyle ilgilenmelidir; bu ilişkiler, yalnızca oportünist ve tedrici yozlaşmanın birbirini izleyen dalgalarının şimdiye kadar elverişsiz hale getirdiği ilişkilerdir" (Partinin Karakteristik Tezleri, 1951).

4) "Varlıklarını sürdürüyor göründükleri yerlerde bile, geleneksel seçilmiş parlamenter kurumlar giderek içerikten yoksun hale gelmekte ve sadece lafızlarını korumaktadırlar; ve toplumsal kriz anlarında, devletin diktatörce doğasının, devrimci proletaryanın şiddetinin kendisini göstermesi gereken kapitalizmin son çaresi olarak güpegündüz ortaya çıkmasına izin vermektedirler. Bu nedenle parti, bu durum ve toplumsal güçlerin gerçek ilişkileri karşısında, hiçbir şekilde demokratik seçimlerle ilgilenmez ve bu alana girmez".

Komünist Partisi’nin taktiklerinin Batı arenasındaki karmaşık mücadelesi, tarih tarafından dikte edilen bu kesin "sınırlar" içerisinde gelişmelidir. Bu nedenle, çalışmanın bu kısmında, partinin faşizm ve totalitarizm analizinin eski liberal demokrasiye göre "ilerici" olduğunu göstermek için alıntılara yer veriyoruz. Proletarya partisinin eski rejimlere karşı burjuva-demokratik hareketleri askeri eylem açısından desteklerken program, taktik ve örgütlenmede tam özerkliğini koruduğu (o zamanlar siyasi partilerin ittifakları ve blokları kabul edilebilirdi) aşamada ve tarihsel-politik bölgede değiliz. 1871-1914 Avrupa’sına özgü, burjuva devriminin "sonuna kadar" gündemde olduğu ve burjuva demokrasisinin artık devrimci olmasa da en azından gerçekten "ilerici" olduğu (ve partinin demokrasinin genişletilmesi, reformlar, genel oy hakkı vb. için küçük burjuvaziyle birlikte mücadele ettiği) bir çağda da değiliz. Devlet totalitarizminin hüküm sürdüğü ve tüm "güvenceleriyle" parlamenter demokrasinin son kalıntılarını da resmen olmasa bile büyük ölçüde ortadan kaldırdığı bir çağda buluyoruz kendimizi.

Proletarya partisi, ikinci savaş sonrası döneme ilişkin tezlerimizde vurgulandığı üzere, eylemini, "aşırı solda" olanlar da dahil olmak üzere, demokrasinin her zaman savunulacak ya da yeniden ele geçirilecek bir "fayda" ve faşizmin "tüm kötülüklerin en kötüsü" olduğunu iddia eden diğer tüm siyasi gruplardan ayıran bu gerçekle koordine etmelidir. Parti demokrasisi, burjuvazi söz konusu olduğunda bile artık ölmüş ve gömülmüştür ve modern dünya, proletaryayı kandırmak için "özgür kurumlar" görünümünü sürdürmeyi uygun bulduğu yerlerde bile kendisini totaliter ve faşist biçimler üzerinde örgütlemektedir. Bu nedenle çalışmanın son kısmı, partinin seçimcilik ve parlamentarizm hakkındaki düşüncelerini ifade eden alıntıları bir araya getirmekte ve 1920’de seçim mekanizmasını kullanmanın hala burjuvazinin egemenliğini sağlamanın bir aracı olduğu açık sonucuyla özetlenmektedir. Parlamento burjuvazinin bir aracı olarak saldırıya uğradı ve maskesi düşürüldü, bugün, totalitarizmin zaferinden sonra, burjuvazinin kendisi artık parlamentolar ve seçimler aracılığıyla yönetmiyor, ancak bunları yalnızca gerçek iktidar araçlarını proletaryanın gözünden gizlemek amacıyla kullanıyor. Ölülerle Diyalog’da (1956) ifade edilen açık taktiksel direktif buradan gelmektedir: "1920’den beri parti artık seçimlere katılmamaktadır (ya da katılmamalıdır)". Avrupa-Amerika bölgesindeki çeşitli farklı durumlardaki parti faaliyeti ancak bu temel köşe taşları temelinde incelenmeli ve değerlendirilmelidir.


Bölüm 1
ÖNGÖRÜ VE TAKTİKSEL PROGRAMLAMA İHTİYACI


Alıntılar


137 - Komünist Enternasyonal’in Taktikleri - 1922

II. (...) Lenin’in yanında yer almayan hiçbir Marksist yoktur ki, sadece fikirlerimizin biçimsel şeması içinde yeterince düz ve hizalı olmadıkları, çatıştıkları ve çirkin deformasyonlar yarattıkları düşüncesine dayanarak bazı olası girişimleri dışlayan bir eylem ölçütünü çocukça bir bozukluk olarak kınamasın. Araçların, onları benimsediğimiz amaçlara aykırı yönleri olabileceği eleştirel düşüncemizin temelinde yatar: üstün, asil ve baştan çıkarıcı bir amaç için araçlar sefil, dolambaçlı ve bayağı görünebilir: Önemli olan bunların etkinliğini hesaplayabilmektir ve bunu sadece görünüşe bakarak yapan kişi, tarihsel nedenselliklere ilişkin öznel ve idealist bir görüş düzeyine düşer ki bu biraz Quakervari bir yaklaşımdır; bugün bir strateji haline gelmekte olan ve Marx’ın materyalizminin parlak gerçekçi anlayışıyla canlanan eleştirimizin üstün kaynaklarını görmezden gelir (...)

Burjuvaziyi yenmek için burjuvazinin kendi yöntemlerini benimsemenin faydasını göz ardı edebilecek hiçbir ciddi argüman olmadığı gibi, sosyal demokratların taktiklerini benimsemenin sosyal demokratları yenemeyeceğini ön kabul olarak inkar etmek de mümkün değildir.

Yanlış anlaşılmak istemediğimiz için düşüncelerimizi açıklamayı daha sonraya erteliyoruz ama her halükarda ana hatlarını anlamak isteyenlerin taktikler üzerine tezlerimizi incelemeleri yeterli olacaktır. Olası ve kabul edilebilir taktikler alanının, metafizik olarak biçimsel karşılaştırmalara adanmış ve kendi içinde amaçlar olarak saflık ve doğrulukla meşgul, yanlış bir şekilde doktriner aşırı basitleştirmenin dikte ettiği düşüncelerle sınırlandırılamayacağını söylediğimizde, taktik alanının sınırsız kalması gerektiğini ve amaçlarımıza ulaşmak için tüm yöntemlerin iyi olduğunu kastetmiyoruz. Uygun yöntem arayışının zor çözümünü, komünist hedeflere ulaşmak için bunları kullanma niyeti olduğu basit düşüncesine emanet etmek bir hata olacaktır. Sadece nesnel bir sorunu öznel hale getirmekten ibaret olan hatayı tekrarlamış olursunuz; girişimleri seçer, hazırlar ve yönlendirirseniz, komünist sonuçlar için mücadele etmeye karar vermiş ve kendinize bu sonuçların rehberlik etmesine izin vermiş olduğunuz gerçeğiyle yetinmiş olursunuz.

Taktik inisiyatiflerin sınırlarını belirleyen, son derece Marksist ve çocukça olmayan bir kriter vardır ve bu nedenle her zaman daha iyi geliştirilebilir. Bu ölçütün yanlış bir aşırılığın ön yargıları ve peşin hükümleriyle hiçbir ilgisi yoktur; bu ölçüt, uyguladığımız taktiksel araçları onlardan beklediğimiz sonuçlara bağlayan karmaşık bağlantıların yararlı bir tahminine başka bir yoldan ulaşan bir ölçüttür (...)

Bu durumun diyalektik temeline ilişkin kavrayışımız derinleşir derinleşmez, uzlaşmaz basitlikteki tüm itirazların tamamen çöktüğünü görürüz. "Devrimi desteklemek için bozguncularla ve devrime ihanet edenlerle ittifak mı?" diye haykırıyor Dördüncü Enternasyonal damgalı dehşete düşmüş komünist ya da İkinci ile Üçüncü arasındaki tipten merkezci yalaka. Ancak bu terminolojik egzersiz üzerinde durmayalım (...)

V. (...) Bunun nedeni, Parti’nin soyut felsefelerin değişmez ve bozulmaz "öznesi", "canlandırıcısı" değil, durumun nesnel bir unsuru olmasıdır. Çok zor olan parti taktikleri sorununun çözümü henüz askeri nitelikteki sorunlara benzememektedir; siyasette durumu ayarlayabilirsiniz, ancak istediğiniz gibi manipüle edemezsiniz: sorunu yöneten gerçekler bizim ordumuz ve düşmanın ordusu değil, ordunun kayıtsız tabakalardan ve düşman saflarından (ve bir tarafta olduğu kadar diğer tarafta da) çatışmalar sürerken oluşmasıdır.


138 - İtalya Komünist Partisi 2. Kongresinde Taktik Üzerine Tezler (Roma Tezleri) - 1922

24 - (...) Komünist Partisi’nin programı, gelişmekte olan bir süreç içinde genellikle kendilerine atfedilen bir dizi eylemle ilgili bir dizi durumun perspektifini içerir. Bu nedenle, programatik direktifler ile taktik kurallar arasında yakın bir bağlantı vardır. Partinin, bilinci ve eleştirel deneyimi temelinde, çeşitli durumların nasıl gelişebileceğini önceden tahmin ettiği ve dolayısıyla çeşitli aşamalarda izlenecek eylemlere karşılık gelen taktik olasılıkları tanımladığı düşünüldüğünde, durumun incelenmesi taktik sorunların çözümünün ayrılmaz bir parçası olarak ortaya çıkar. Durumun incelenmesi, partinin programatik pozisyonlarının doğruluğunun kontrol edilmesine hizmet eder. Bunların önemli ölçüde revize edilmesinin gerekli olduğu gün, sorun basit bir taktik değişiklikle çözülebilecek olandan çok daha ciddi olacaktır ve programatik bakış açısının kaçınılmaz olarak düzeltilmesinin partinin gücü ve örgütlenmesi üzerinde ciddi sonuçları olması kaçınılmazdır. Bu nedenle parti, durumlar üzerinde mümkün olan en üst düzeyde etkide bulunabilmek için, durumların nasıl gelişebileceğini öngörmeye çalışmalıdır; ancak eklektik ve süreksiz bir şekilde, bu durumların yol açtığı yönergelere ve önerilere tabi olmak için durumların ortaya çıkmasını beklemek, sosyal demokrat oportünizme özgü bir yöntemdir (...)

26 - Bununla birlikte parti, iradesini ve inisiyatifini kaprisli bir biçimde ya da keyfi bir derecede kullanamaz; hem birine hem de diğerine koyabileceği ve koymak zorunda olduğu sınırlar, ona tam da programatik direktifleri ve olumsal durumun incelenmesinden çıkarılabilecek mevcut eylem olanakları ve fırsatları tarafından dayatılır..

27 - Durumu inceledikten sonra, parti güçlerinin ve bunlar ile düşman hareketlerin güçleri arasındaki ilişkinin bir değerlendirmesinin yapılması gerekir. Her şeyden önce, partinin bir eylemde bulunması ya da bir mücadeleye girişmesi halinde proletaryadan bekleyebileceği desteğin derecesini değerlendirmeye özen göstermek gerekir. Bu, ekonomik durumun kitleler arasında yarattığı yankılar ve kendiliğinden eylemler ve Komünist Partisi’nin girişimleri ve diğer partilerin tutumları sonucunda bu eylemleri geliştirme olasılığı hakkında kesin bir fikir oluşturmak anlamına gelir (...)

28 - Bu çalışmanın bütünleştirici unsurları son derece çeşitlidir. Bunlar, proletarya örgütlerinin oluşumu ve gelişiminde yer alan gerçek eğilimleri ve bir yandan ekonomik koşulların, diğer yandan da egemen sınıfın ve partilerinin özel tutumları ile toplumsal ve siyasi girişimlerinin proletarya üzerinde yarattığı -psikolojik tepkiler de dahil olmak üzere- tepkileri incelemekten ibarettir. Durumun incelenmesi siyasi alanda, çeşitli sınıfların ve partilerin devletin gücü karşısındaki konumları ve güçleri incelenerek gerçekleştirilir. Bu bağlamda, Komünist Partisi’nin kendisini harekete geçerken bulabileceği durumları temel evrelere ayırmak mümkündür; bu evreler, olayların normal seyri içinde partinin üye sayısını arttırarak güçlenmesine ve aynı zamanda taktik alanının sınırlarını daha kesin bir şekilde belirlemesine yol açar. Bu aşamalar aşağıdaki gibi belirtilebilir: Mutlakiyetçi feodal iktidar - demokratik burjuva iktidarı - sosyal-demokrat hükümet - devletin temellerinin istikrarsız hale geldiği ara sosyal savaş dönemi - konseyler diktatörlüğünde proleter iktidar. Belli bir anlamda, taktik sorunu sadece etkili bir eylem için doğru rotayı seçmekten değil, aynı zamanda partinin faaliyetinin uygun sınırların ötesine geçmesini ve geçmiş durumlara karşılık gelen yöntemlere geri dönmesini önlemekten ibarettir - bunun sonucu partinin gelişim sürecini devrimci hazırlığına zarar verecek şekilde durdurmak olacaktır (...)

29 - (...) Bu nedenle parti ve Enternasyonal, genel taktik kurallarının bütününü sistematik bir şekilde açıklamakla yükümlüdür - çünkü eninde sonunda kendi saflarında ve proletaryanın onların etrafında toplanmış katmanlarında bu taktik kuralları uygulamaya ve onlar adına fedakârlık yapmaya çağırabilir – bu yüzden bu kuralların ve eylem olasılıklarının zafere giden kaçınılmaz yolu nasıl oluşturduğunu göstermesi gerekir. Dolayısıyla, bizi partinin taktiklerinin koşullarını ve sınırlarını belirlemeye yönelten, partinin üstlenmeye çağrılabileceği manevraların karmaşıklığını teorileştirme ve şematize etme arzusu değil, pratik ve örgütsel bir gerekliliktir. İşte bu tamamen somut nedenlerden dolayı, parti, eylem olanaklarını kısıtlıyor gibi görünen, ancak proleter mücadeledeki faaliyetinin organik birliğini tek başına garanti eden kararlar almalıdır.

47 - (...) Komünist Partisi’nin taktiklerini belirleyen teorik önyargılar ya da etik ve estetik kaygılar değildir. Onun tüm taktikleri yalnızca araçların amaca ve tarihsel sürecin gerçekliğine uygunluğu tarafından belirlenir ve büyük devrimci savaşın komutanı olan muazzam bir toplumsal yenilenmede başrolü oynamaya yazgılı bir hareketin mirası olan doktrin ve eylemin diyalektik sentezini uygular.ektik sentezini uygular.


139 - İtalya Komünist Partisi 3. Kongresi’nde Solun Tezleri (Lyon Tezleri) - 1926

I, 3. (...) Kesin olarak belirtmek gerekir ki, geçmişte, bugün ve gelecekte bazı durumlarda proletarya, duruma göre atalet ya da düşmanla işbirliği yoluyla devrimci olmayan bir tutum benimsemiştir, benimsemektedir ve kaçınılmaz olarak benimseyecektir; Ancak her şeye rağmen, proletarya her yerde ve her zaman devrimci karşı saldırının hedefindeki potansiyel olarak devrimci sınıf olarak kalır, ancak sadece içinde komünist partisi var olduğu ve bu parti, uygun olduğunda tutarlı müdahalelerden asla vazgeçmeden, görünüşte anlık popülerliğe giden en kolay yollar olsa da, onu görevinden saptıracak ve böylece proletaryanın toparlanmasını sağlamak için temel destek noktasını ortadan kaldıracak yollara girmekten kaçındığı sürece. Bu gibi diyalektik ve Marksist gerekçelerle (ve asla estetik ve duygusal gerekçelerle değil), komünist bir partinin tüm araçları ve tüm yöntemleri benimsemekte özgür olduğunu savunan hayvani oportünist yaklaşımı reddediyoruz. Bazıları, parti gerçekten komünist olduğu, ilkeleri ve örgütlenmesi sağlam olduğu için en akrobatik siyasi manevraları yapabileceğini söylemektedir, ancak bu iddianın unuttuğu, partinin kendisinin tarihsel gelişimin hem faktörü hem de ürünü olduğudur. Proletarya, parti liderleri tarafından bu tür "manevralar" için sunulan çarpıtılmış gerekçelerden değil, gerçek sonuçlardan etkilenecektir ve parti, esas olarak geçmiş hataların deneyimini kullanarak bu sonuçları nasıl tahmin edeceğini bilmelidir. Partinin yozlaşmaya karşı güvence altına alınması sadece teorik inançlar ve örgütsel yaptırımlarla değil, taktikler alanında doğru hareket etmekle ve yanlış yolları kesin ve saygın eylem kurallarıyla kapatmak için kararlı bir çaba göstermekle mümkün olacaktır (...)

Komünist taktikleri diyalektik bir yöntem yerine biçimci bir yöntemle inşa etmek, Marx ve Lenin’i reddetmek anlamına gelecektir. Bu nedenle, araçların amaçlara gelişim sürecindeki tarihsel ve diyalektik ardışıklıkları yoluyla değil de, araçların ve amaçların belirli bir dolaysız anlamda üstlenebilecekleri ve etik, psikolojik ve estetik olarak adlandırabileceğimiz benzerliklere ve benzeşen yönlere bağlı olarak karşılık gelmesi gerektiğini iddia etmek büyük bir hata olacaktır. Hem sınıfların hem de devlet iktidarının bastırılmasının proleter sınıfın egemenliği ve diktatörlüğü yoluyla hazırlanmasının ve tüm toplumsal şiddetin ortadan kaldırılmasının hem saldırgan hem de savunmacı devrimci şiddet kullanılarak gerçekleştirilmesini saçma gören anarşistler ve reformistler tarafından ilke alanında yapılan hatayı taktik alanında yapmamıza gerek yok.

Ve şu iddialarda bulunmak da aynı derecede yanlış olacaktır: devrimci bir parti her zaman dost ve düşmanlarının gücünü hesaba katmadan mücadele etmelidir; örneğin bir grev söz konusu olduğunda, komünist her zaman grevin sonuna kadar sürdürülmesinde ısrar etmelidir; bir komünist, özellikle asil ya da hoş olmadıkları için bazı takiyye, hile, casusluk vb. araçlardan kaçınmalıdır. Marksizm ve Lenin’in proletaryanın yolunu kirleten yüzeysel sözde devrimciliğe yönelik eleştirisi, taktik sorununu çözmenin yolları olarak bu aptalca ve duygusal kriterleri ortadan kaldırma girişimlerinden oluşur. Bu eleştiri, komünist hareketin deneyiminin kesin olarak kazanılmış bir parçasıdır (...)

Ancak bu "çocuksuluk" eleştirisi, belirsizliğin, kaosun ve keyfiliğin taktikleri yönetmesi gerektiği ya da amaçlarımıza ulaşmak için "tüm araçların" uygun olduğu anlamına gelmez. Araçların amaçlarla koordinasyonunun garantisinin partinin kazandığı devrimci nitelikte ve parlak bir gelenek tarafından desteklenen seçkin adamların ya da grupların karar alma mekanizmasına getireceği katkılarda yattığını söylemek, Marksist olmayan bir kelime oyunudur, çünkü eylem araçlarının kendilerinin diyalektik neden-sonuç oyunu içinde parti üzerindeki yansımalarını ve bireysel ya da grup girişimlerini belirleyen "niyetlere" hiçbir değer atfetmediğimiz gerçeğini hesaba katmaz. Geçmişin kanlı deneyimlerinin asla tamamen bir kenara bırakamayacağımız anlamına geldiği bu tür niyetler hakkında "şüpheciliğimiz" sürmektedir.

Çocukluk hastalığı üzerine broşüründe Lenin, taktik araçların nihai devrimci hedefe ulaşmak için önceden seçilmesi ve proleter mücadelenin ve nihai hedefinin açık bir tarihsel vizyonu tarafından yönetilmesi gerektiğini yazmıştır. Sırf "nahoş" göründüğü ya da "uzlaşma" tanımını hak ettiği için bazı taktiksel araçları reddetmenin saçma olacağını gösterdi: bunun yerine gerekli olan, nihai hedefe uygun bir araç olup olmadığına karar vermekti. Partinin ve Komünist Enternasyonal’in kolektif faaliyeti bu zorlu görevi yerine getirmektedir ve getirmeye devam edecektir. Teorik ilke meselelerinde Marx ve Lenin’in bize sağlam bir miras bıraktığını söyleyebilirsek, bu komünizmin başarması gereken yeni teorik araştırma görevleri olmadığı anlamına gelmese de, Rus devriminden ve Lenin’den çok erken mahrum kalan yeni Enternasyonal’in yaşamının ilk yıllarının deneyiminden sonra bile taktik meseleler için aynı şey söylenemez. Taktik sorunu, "çocuksuların" basit ve duygusal yanıtlarıyla çözülemeyecek kadar karmaşıktır ve uluslararası komünist hareketin eski ve yeni deneyimleri ışığında derinlemesine katkılarını gerektirmektedir. Bu sorunun çözümü için, ilkeler kadar hayati ve temel olmasa da, yine de hem parti üyeleri hem de hareketin önde gelen organları için bağlayıcı olan ve bu varsayımsal senaryolardan biri belirli boyutlara ulaştığında partinin nasıl davranması gerektiğini mümkün olan en yüksek doğruluk derecesiyle planlamak için durumların gelişebileceği farklı yolları tahmin etmesi gereken davranış kurallarına uyulması gerektiğini söylediğimizde Marx ve Lenin’le çelişmiş olmayız.

Durumu kavramak ve tartmak, taktik kararlar almak için temel gereklilik olmalıdır çünkü bu, harekete mümkün olduğunca önceden tahmin edilmiş bir eylem için zamanın geldiğini işaret etmemizi sağlar; ancak liderlerin keyfi "doğaçlamalarına" ve "sürprizlerine" izin vermez. Taktikleri ana hatlarıyla öngörme olasılığını reddetmek - durumları öngörmek değil, ki bu daha az kesinlikte mümkündür, ama nesnel durumların ilerlemesine dayalı çeşitli varsayımsal senaryolarda ne yapmamız gerektiğini öngörme olasılığını reddetmek - partinin rolünü reddetmek ve parti militanlarının ve kitlelerin her koşulda lider merkezden emir almayı kabul edeceklerine dair verebileceğimiz tek garantiyi reddetmektir.


140 - Parti’nin 1945 Platformuyla Bağlantılı Olarak Savaş Sonrası Durum Üzerine Perspektifler - 1946

(...) Onlarca yıllık mücadele boyunca oportünistlerin ve sınıf mücadelesinden kaçanların tutumlarına karşı koyan tutumumuzun merkezi ve ayırt edici özelliği, mücadele ettiğimiz kapitalist dünyanın tarihsel yaşamındaki büyük, öngörülebilir dönüm noktalarından önce parti eylemi için son derece açık direktifler oluşturmaktır. Partide tamamen dışlanması gereken şey - ve eğer bu göreve hazırsa, aynı şey temsil ettiği sınıf için de geçerlidir - merkezi liderlik ve onun örgütlü gruplarının, en önemli ve dehşet verici olayların patlak vermesiyle birlikte, olayların gidişatının, hareket tarafından halihazırda sağlam bir şekilde kurulmuş ve takip edilenlerle çelişen yeni yollara ve sloganlara işaret ettiğini keşfetmesidir.

Bu, devrimci bir hareketin yalnızca yeniden yükselmesine değil, aynı zamanda 1914 sosyal-milliyetçiliği ve İkinci Dünya Savaşı’nın tarihsel evresinde Moskova tarafından dayatılan milli-komünizm gibi krizler sırasında bataklığa gömülmekten kaçınmasına da olanak tanıyacak koşuldur (...)

Partinin pratik görevinin ve eylem halindeki güçler dengesini ve olayların gidişatını etkileme yeteneğinin özü, aslında yeni durumlar ortaya çıktığında doğaçlama ve zekice çareler ve manevralar tasarlamakta değil, tarihsel gelişimin farklı evrelerinin birbirini izlemesi ve karşı konumlanışı boyunca eleştirel pozisyonlarının ve propaganda ve savaş sloganlarının sıkı sürekliliğinde yatmaktadır.


141 - İşçi Sınıfının Devrimci Partisinin Doğası, İşlevi ve Taktikleri - 1947

Prensipler ve doktrin kendi başına, eylemden önce yıkmış ve belirlenmiş olan bir temel olarak var olmazlar; ikisi de paralel bir süreçte oluşurlar. Toplumsal groupların birbirlerinin materyal ilgileri mücadele etmelerine iter ve bu karşıt materyal ilgilerin yaptırdığı eylemlerden partinin karakteristik mirasına dönüşen bü teori doğar. Eğer bu ilgilerin dengesi, harekete geçme teşvikleri ve eylem için pratik direktifler değişirse, aynı şekilde partinin doktrininde de değişimler ve bozukluklar oluşur.

Bu doktrinin programatik bir yazı ve katı bir örgütsel ve disiplinel düzenleme yüzünden kutsal ve dokunulmaz olduğunu ve bu neden ile birinin farklı poliçeler kabul edebileceğini ve taktiksel faalıyet alanındaki farklı hareketlere itiraz edebileceğinin düşünülmesi, Marksist kriterleri kullanarak taktiksel eylemin nasıl seçileceğine karar vermek amacıyla çözülmesi gereken soruyu belirlemede hata olduğu anlamına gelir (...)

Günümüz tartışmalarının metinlerindeki temel argümanların bütünlüğünü hatırlamadan, aşırı esnek ve aşırı manipüle edilmiş taktiklerin bilançosunun sadece olumsuz sonuçlara sahip olmadığı sonucuna varmak mümkündür (...)

Bu başarısızlıkların nedeni, komünist örgütün çeşitli olasılıklara tamamen hazırlıksız yakalanmasıyla birlikte, partilere ve yapılarına beklenmedik sürprizler gibi arka arkaya taktik sloganların yağdığı gerçeğinde bulunur. Çeşitli durumları ve davranışları tahmin etseler bile partinin taktiksel planları, aksine, liderlik çevrelerinin ezoterik tekeli olamaz ve olmamalıdır; onlar teori ile, militantların politik bilinçleri ile, hareketin gelenekleri ile koordine edilmeli ve kesinlikle tutarlı olmalıdır ve partinin içinde öyle yayılmalıdır ki her zaman önceden hazırlıklı ve mücadele sırasında partinin üniter yapısının olumlu ve olumsuz olaylara nasıl tepki vereceğini tahmin edebilmelidir. Daha fazla ve farklı şeyler beklemek partiden ve taktiksel dümenine öngörülemeyen vuruşlardan harap olmayacağına inanmak daha tam ve daha devrimci bir parti anlayışına sahip olmak anlamına gelmez, ama, tarihsel gerçekler tarafından kanıtlanmış olduğu gibi, açıkça oportünizm tarafından tanımlanan ve, ya devrimci partiyi burjuva siyasetinin bozguncu etkisi altında çözülmeye ve yıkıma götüren ya da baskı karşısında kendini daha savunmasız ve silahsız bulmasına neden olan klasik süreci temsil eder.


142 - Teori ve Eylem, Forli Buluşması - 1952

I, 1. Devrimci enerjinin tüm zamanların en düşük seviyesinde olduğu mevcut durum göz önüne alındığında, partinin pratik görevi mücadelenin tarihsel seyrini bütünüyle incelemektir ve bunu edebi veya entelektüel türden bir faaliyet olarak tanımlamak ve kim bilir hangi kitlesel eylemin yoğunluğuna iniş ile karşılaştırmak bir hatadır.

6. Kitlelerin devrimci bir saldırıya uygun bir örgütlenme faaliyetine aniden geri dönmesi bu nedenle düşünülemeyeceğinden, yakın gelecekte beklenebilecek en iyi sonuç, gerçek proleter ve komünist hedeflerin ve taleplerin yeniden ifade edilmesi ve bir durumdan diğerine, içlerindeki beklenmedik faktörlerden yararlanma bahanesiyle değişen her taktik doğaçlamanın bozgunculuktan başka bir şey olmadığı dersinin yeniden teyit edilmesidir.

7. Jestlerini ve hareketlerini günün acil gerçeklerine uyarlayan aptal aktüalizm-aktivizm, gerçek bir parti varoluşçuluğu, geçmişi geleceğe bağlayan sağlam bir köprünün yeniden inşası ile değiştirilmeli ve partinin ana hatları kendisi için bir kez ve herkes için belirlenmeli, üyelerin, özellikle de liderlerin "yeni yollar" arama ve keşfetme eğiliminde olmaları yasaklanmalıdır.

8. Bu kötü alışkanlık, özellikle de 1914-18’de Lenin için olduğu kadar bugün de gerekli olan doktriner çalışmayı ve teorinin restorasyonunu karaladığında ya da ihmal ettiğinde, önemli olanın eylem ve mücadele olduğunu varsayar ve Marksist diyalektiği ve determinizmi yok ederek, üzerine inşa edildiği nadir anlara ve kritik noktalara ilişkin muazzam tarihsel araştırmanın yerine, kendisini en kötü ve en kaba şekillerde statükoya ve onun sefil anlık perspektiflerine uyarlayan ahlaksız bir iradecilik koyar.

11. Böyle bir girişim uzun ve zordur ve yıllar gerektirir; öte yandan, küresel durumdaki güçler dengesinin tersine çevrilmesi on yıllar alacaktır. Dolayısıyla, her aptalca ve sahte devrimci kısa vadeli macera arayışı, devrimci konumda nasıl sağlam durulacağını bilmeyen ve sapmalar tarihindeki pek çok örneğin gösterdiği gibi kısa vadeli başarının çıkmaz sokakları için büyük anayolu terk edenlerin bir özelliği olduğu için, küçümsenerek reddedilmelidir.


143 - Genel Durum Tarihsel Olarak Elverişsiz Olduğunda Partinin Organik Faaliyeti Üzerine Düşünceler - 1965

5 - Doktriner ve teorik ilkeler tarafından mahkum edilmeyecek taktik çözümler ile bir anlamda partinin dışında olan nesnel durumların çok yönlü gelişimi arasında var olan ilişki kuşkusuz çok değişkendir; ancak Sol, uluslararası düzeyde taktikler için bir öneri olarak tasarlanan taktikler üzerine Roma Tezleri’nde geliştirildiği gibi, partinin bu tür ilişkilere hakim olması ve önceden öngörmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

 


Bölüm 2
TAKTİKLERDE ÖNCELİKLİ UNSUR: PARTİNİN MUTLAK ÖZERKLİĞİ


Alıntılar


144 - Komünist Enternasyonal’in Taktikleri - 1922

IV - (...) Böyle bir planın bir çelişkiye dayandığına ve pratikte kaçınılmaz bir başarısızlığın unsurlarını içerdiğine inanıyoruz. Hiç şüphe yok ki Komünist Partisi geniş kitlelerin bilinçli olmayan ruh hallerinden de yararlanmaya karar vermelidir ve kendi doktrin ve pratiğine özgü olmayan başka eylem yollarına yönelik genel bir eğilimle karşı karşıya kaldığında kendisini olumsuz, salt teorik vaazlarla sınırlayamaz. Ancak bu kullanım, kendisini geniş kitlelerin hareket ettiği zemine yerleştirerek ve böylece devrimci başarı için gerekli olan iki faktörden biri üzerinde çalışarak, daha az vazgeçilmez olmayan diğer faktörden, yani partinin varlığından ve giderek güçlenmesinden ve proletaryanın partinin sloganlarının etkili olduğu zemine zaten getirilmiş olan kısmının örgütlenmesinden ödün vermediğimizden emin olursak verimli olabilir (...)

Eğer bir gün, az ya da çok uzun süren mücadeleler ve olaylar döneminden sonra, emekçi kitleler, burjuva devlet aygıtının kendisine karşı savaşmadıkça, herhangi bir karşı saldırı girişiminin işe yaramayacağı gibi belirsiz bir kavrayışa ulaşırlarsa, mücadelenin ilk aşamalarında Komünist Partisi’nin ve onun kanatlarındaki hareketlerin (sendika ve askeri örgütlenme gibi) örgütlenmesi ciddi şekilde tehlikeye girmiştir, proletarya, mücadelesi için ihtiyaç duyduğu silahlardan, yerine getirilmesi gereken görevler konusunda net bir vizyona sahip olan ve bu vizyonu uzun bir süre boyunca koruyarak, geniş kitlelerin zaferini sağlamak için gerekli olan vazgeçilmez eğitimi almış ve kendisini terimin geniş anlamıyla vazgeçilmez silahlarla donatmış olan azınlığın vazgeçilmez katkısından mahrum kalacaktır.

Komünist Partisi’nin, devlet ve diğer siyasi partiler karşısında muhalefet partisi olarak dokunulmaz karakterini iptal eden ve geçersiz kılan bir siyasi duruşu ezici bir çoğunlukla ve pervasızca benimsemesi durumunda, incelediğimiz gibi tüm taktik planların kısırlığını göstererek bunun gerçekleşeceğini düşünüyoruz (...)

Aslında aktif muhalefet, iktidarı demokratik yollarla ele geçirmeye yönelik tüm eylemlerin ve yasal ve barışçıl zeminde kalmak isteyen tüm siyasi mücadelelerin yetersizliğine ilişkin tezlerimizin sürekli olarak vaaz edilmesi, bu duruşa sadakatin, hükümetlerin ve yasal partilerin çalışmalarının sürekli eleştirilmesi, ancak bunun için herhangi bir ortak sorumluluktan kaçınılması; ve yalnızca bizimki gibi anti-legalist bir partinin, yalnızca burjuvaziyi savunmak için orada bulunan mekanizmanın dışında ve ona karşı inşa edebileceği mücadele organlarının yaratılması, delinmesi ve eğitilmesi yoluyla uygulanması anlamına gelir (...)

Bu bağlamda, Komünist Enternasyonal’in parlak geleneğine sadık kalarak, siyasi partilere sendikal ekonomik organizmalara uyguladığımız ölçütü uygulamıyoruz, yani onları üye alımları ve üye aldıkları sınıfsal zemin temelinde değil, devlete ve onun temsili mekanizmasına karşı tutumları temelinde değerlendiriyoruz. Gönüllü olarak hukukun sınırları içinde kalan ya da burjuva demokratik anayasanın sivil kurumlarına karşı şiddet kullanmadan geliştirilebilecek olandan başka bir siyasi eylem düşünemeyen bir parti, proleter bir parti değil, bir burjuva partisidir; ve belli bir anlamda, proleter devrimci iktidarın devlet örgütü kavramını, yani diktatörlüğü kabul etmeyen siyasi hareketler, hatta kendilerini hukukun sınırları dışında konumlandıranlar (sendikalist ve anarşist hareketler gibi) bile böyledir. Yani diktatörlük, bu olumsuz yargıyı vermemiz için yeterlidir. Bu noktada sadece partimizin savunduğu platformu belirtebiliriz: proleter sendikal birleşik cephe, burjuva hükümetine ve tüm yasal partilere karşı aralıksız siyasi muhalefet.

V - (...) Burjuvazi ve müttefikleri, proletarya içinde, yaşam standartlarını iyileştirme mücadelesinde şiddet içeren yöntemlerin gerekli olmadığı ve yasal kurumların yörüngesindeki demokratik temsil aygıtının barışçıl kullanımının kullanması gereken silahlar olduğu inancını yaymak için çalışmaktadır. Bu tür yanılsamalar devrim şansını ciddi biçimde zayıflatır çünkü belli bir noktada başarısız olmaları kaçınılmazdır, ancak aynı zamanda böyle bir başarısızlık kitlelerin devrimci savaş yoluyla burjuva hukuk ve devlet aygıtına karşı mücadeleye destek vermesine ya da düşman sınıfı ezmenin tek aracı olan sınıf diktatörlüğünü ilan etmesine ve desteklemesine neden olmayacaktır. Proletaryanın bu önemli silahları kullanma konusundaki isteksizliği ve deneyimsizliği tamamen burjuvazinin işine yarayacaktır. Bu nedenle Komünist Partisinin görevi, mümkün olduğunca çok sayıda proleter arasında, düşmana karşı belirleyici darbeyi vurmaya yönelik bu öznel tiksintiyi yok etmek ve böyle bir eylemi gerçekleştirmek için gerekli olanı hazırlamaktır. Bu göreve her bir proleterin ideolojik olarak hazırlanması ve sınıf savaşında eğitilmesi yoluyla sürdürmek hayalci olsa da, bu alandaki çalışmaları ve davranışları işçi sınıfının mümkün olan en geniş kesimine hitap eden kolektif bir organizma geliştirerek ve pekiştirerek sağlamak yine de vazgeçilmezdir; böylece bir referans ve destek noktasına sahip olarak, sonunda demokratik yalanları ortadan kaldıracak olan kaçınılmaz hayal kırıklığını devrimci mücadele yöntemlerine etkili bir dönüşüm izleyecektir (...)

Eğer proletarya, liberal ve halk demokrasisinin çok renkli cephesinin sınıf devletinin demir burçlarını gizlediğini fark etmek için, tepeden tırnağa silahlanmış gericiliğin vahşi güçlerinin burjuva egemenliğinin kalesinden çıkıp kendisini ona karşı fırlatacağı noktaya kadar, son belirleyici engeli yıkmak için uygun araçlarla kendisini donatmayı düşünmeden acı sona doğru ilerlerse, devrimin yolu çıkmaz bir sokak haline gelir. Parti devrimci zafer için gereklidir, çünkü ondan çok önce proletaryanın bir azınlığının geri kalanlara son savaş için silahlanmaları, kaçınılmaz mücadele için kendilerini donatmaları ve eğitmeleri gerektiğini durmaksızın haykırmaya başlaması gereklidir. İşte tam da bu nedenle Parti, kendi özel görevini yerine getirmek için, sadece barışçıl ve yasal yolun sinsi bir yol olduğunu gerekçeli argümanlarla vaaz etmek ve göstermekle kalmamalı, aynı zamanda proletaryanın en ileri kesiminin demokratik yanılsamalarla uyutulmasını engellemeli ve onu bir yandan burjuva gericiliğinin tek tük eylemleriyle yüzleşerek kendilerini mücadelenin teknik gerekliliklerine hazırlamaya başlarken, diğer yandan da sosyal demokrat partileri aralıksız eleştirerek ve sendikalar içinde onlara karşı mücadele ederek kendilerini ve kendilerine yakın kitlelerin geniş bir kesimini kararlı eylemin siyasi ve ideolojik gerekliliklerine alıştırırlar (...)

Bu nedenle geniş kitlelerin birleşik cephede harekete geçmesi ancak doğrudan eylem ve her yerdeki ve hangi kategori ve eğilimden olursa olsun sendikalarla işbirliği bağlamında başarılabilir. Bu ajitasyonu başlatmak, proleter davayı terk ettiklerini göstermiş olan diğer partiler egemen ve sömürücü sınıfın provokasyonları karşısında kitlelerin eylemsizliğini destekleyerek ve onu devletin yasal ve demokratik zeminine yönlendirirken Komünist Partisine düşer. Bu da proletaryayı komünist direktiflerle ve komünist yöntemlerle harekete geçirme mücadelesini en üst düzeye çıkarmamıza, sadece bir lokma ekmek isteyen ya da onu patronların doymak bilmez açgözlülüğüne karşı savunan sömürülenlerin en mütevazı kesiminin yanında, ama mevcut kurumların mekanizmasına ve kendilerini onların arazisine yerleştirenlere karşı savunmamıza izin vermektedir.


145 - İtalya Komünist Partisi 2. Kongresinde Taktik Üzerine Tezler (Roma Tezleri) - 1922

VI.30 - (...) Böyle bir durumda benimsenecek inisiyatifler ve tutumlar hassas bir sorun teşkil eder ve ortaya konması gereken temel koşul, partinin tek savunucusu olduğu ve belirleyici anda proletaryanın uğruna mücadele etmesi gerekecek programa uygun olarak, partinin özgül mücadelesinin uzun vadeli gereklilikleriyle hiçbir şekilde çelişkili olmamaları ya da çelişkili görünmemeleridir. Sadece teorik değere sahip olmakla kalmayıp, esas olarak fiili proleter mücadele içinde benimsenen günlük pozisyonlardan türetilen ve proletaryanın komünist program ve yöntemleri benimsemesi ihtiyacını sürekli olarak vurgulamak zorunda olan bu propagandanın tam olarak onaylanmasının ikincil bir düzeye indirilmesine neden olan ya da bunu gerektiren herhangi bir duruş; verili koşullu kriterlere ulaşmayı daha ileriye gitmek için bir araç olmaktan ziyade kendi içinde bir amaç gibi gösteren herhangi bir duruş, parti yapısının ve kitleleri devrime hazırlamadaki etkisinin zayıflamasına yol açacaktır.

36. (...) Komünist Partisi o zaman aynı taleplerin altını çizecek, onları daha spesifik hale getirecek ve proletaryanın tamamı için bir mücadele bayrağı olarak yükseltecek, oportünist nedenlerle bu tür taleplerden bahseden partileri bunları kazanma konusundaki kararlılıklarını göstermeye zorlamaya çağıracaktır. Bu talepler ister ekonomik ister siyasi nitelikte olsun, Komünist Partisi bunları sendikal örgütlerden oluşan bir koalisyonun hedefleri olarak önerecek, Komünist Partisi’nin diğer siyasi partilerle birlikte temsil edileceği ve dâhil olacağı mücadele ve ajitasyona önderlik edecek komitelerin kurulmasından kaçınacaktır: Amaç her zaman kitlelerin dikkatini kendine özgü komünist program üzerinde yoğunlaştırmak ve kendi hareket özgürlüğünü korumaktır, böylece gerektiğinde basiretsizliğini ortaya koyan ve kitleler tarafından terk edilen diğer partileri saf dışı bırakarak faaliyet alanını genişletmek için doğru zamanı seçebilir. Bu şekilde anlaşılan sendikal birleşik cephe, komünist yöntemin ancak zaferle çıkabileceği, proletaryanın üniter hareketine gerçek bir içerik kazandırabilecek tek yöntem olan, proletaryanın davasına sözlü desteklerini yalnızca oportünizmden ve karşı-devrimci niyetlerle ifade eden partilerin faaliyetlerine yönelik her türlü ortak sorumluluktan arınmış, işçi sınıfının tamamının birleşik eylem olasılığını sunmaktadır.


Bölüm 3
PARTİNİN BATI AVRUPA BÖLGESİNDEKİ TAKTİKLERİ: ROMA TEZLERİ


Alıntılar


146 - İtalya Komünist Partisi 2. Kongresinde Taktik Üzerine Tezler (Roma Tezleri) - 1922

31 - Demokratik burjuva iktidarına tekabül eden tarihsel-politik durumda, siyasi alanda genellikle devleti yönetmek için birbirleriyle yarışan iki akım ya da "blok" -sol ve sağ- arasında bir bölünme meydana gelir. Sol blok normalde ilke olarak koalisyonlardan yana olan sosyal demokrat partiler tarafından az ya da çok açıkça desteklenir. Hem proleter kitleleri etkileyen ve onların dikkatini çeken noktalar ve taleplerle ilgili olduğu için hem de solun zaferiyle sonuçlanması proleter devrime giden yolu gerçekten kolaylaştırabileceği için, bu çekişmenin nasıl gelişeceği Komünist Partisi için kayıtsız kalınacak bir mesele değildir (...)

32 - Komünist Partisi’nin, proletaryayı diktatörlük için devrimci mücadeleye ideolojik ve pratik olarak hazırlarken temel görevlerinden biri, burjuva solunun programının ve toplumsal sorunları burjuva parlamenter demokratik kurumlar çerçevesinde çözmeye çalışan her türlü programın acımasız bir eleştirisine girişmektir. Burjuva sağı ve solu arasındaki anlaşmazlıkların özü, proletaryayı yalnızca demagojik tahrifatlar oldukları ölçüde etkiler; bu tahrifatlar doğal olarak yalnızca teorik eleştiriyle etkisiz hale getirilemez, ancak pratikte, mücadelenin yoğunluğu içinde ne oldukları ortaya çıkarılmalıdır. Genel olarak, amaçları kesinlikle kapitalizmin ekonomik ve siyasi sistemi ile proletaryanınki arasında bir ara basamağa çıkmayı içermeyen solun siyasi talepleri, modern kapitalizme daha fazla nefes alma alanı sağlar. Ayrıca onun daha etkili bir şekilde savunulmasını sağlayan koşullara karşılık gelir; bu talepler, kitlelere kurtuluşlarını sağlamak için mevcut kurumlardan yararlanılabileceği izlenimini verme eğiliminde oldukları için olduğu kadar içsel değerleri açısından da önemlidir. Bu, oy hakkının genişletilmesi ve liberalizmin diğer güvenceleri ve iyileştirmeleri için talepler için olduğu kadar, ruhban karşıtı mücadele ve "masonik" siyasetin tüm yükü için de geçerlidir. Ekonomik ya da sosyal alanlardaki yasal reformlar da benzer bir değere sahiptir: ya gerçekleştirilmeyecekler ya da sadece kitlelerin devrimci dinamiğine engel oluşturdukları ölçüde ve bu niyetle gerçekleştirileceklerdir.

33 - Sol burjuva ya da hatta sosyal demokrat bir hükümetin ortaya çıkması, proletarya diktatörlüğü için nihai mücadelenin bir ön hazırlığı olarak görülebilir. Ancak pratik faaliyetlerinin ekonomik ya da siyasi türden yararlı önkoşullar yaratacağı anlamında değil ve kesinlikle proletaryaya örgütlenme, hazırlanma ve devrimci eylemde bulunma konusunda daha fazla özgürlük tanıyacağı beklentisiyle değil. Komünist Partisi, eleştirel aklın ve kanlı deneyimin gücüyle, bu hükümetlerin proletaryanın hareket özgürlüğüne ancak proletarya onları tanıdığında ve kendi temsilcileri olarak savunduğunda saygı göstereceğini, oysa kitlelerin demokratik devlet mekanizmasına karşı bir saldırısıyla karşılaştıklarında en vahşi tepkiyle karşılık vereceklerini bilir ve bunu ilan etmekle görevlidir. Bu nedenle, bu tür hükümetlerin ortaya çıkması çok farklı bir anlamda yararlı olabilir: yani, faaliyetleri proletaryanın sert deneyimlerden yalnızca kendi diktatörlüğünün kurulmasının kapitalizmi gerçekten yenebileceğini çıkarmasına izin verdiği ölçüde. Açıktır ki böyle bir deneyimin istismarı, ancak Komünist Partisi hükümetin başarısızlığını önceden ilan ettiği ve proletaryanın hükümet deneylerinde kısmen destekleyeceği grupları ve partileri terk etmek zorunda kaldıktan sonra etrafında yeniden toplanabileceği güçlü ve bağımsız bir örgütlenmeyi koruduğu ölçüde etkili olacaktır.

34 - Dolayısıyla Komünist Partisi’nin burjuva solu ya da sosyal-demokrasi partileriyle koalisyonu devrimci hazırlığa zarar vermekle ve sol bir hükümet deneyinden yararlanmayı güçleştirmekle kalmaz, aynı zamanda pratikte solun sağ bloğa karşı zaferini de normal olarak ertelemiş olur (...)

35 - Öte yandan Komünist Partisi, sol bloğun ajitasyonunu etrafında yoğunlaştırdığı taleplerin kitlelerin ilgisini çektiği ve formüle ediliş biçimleriyle çoğu zaman onların gerçek ihtiyaçlarına karşılık geldiği yadsınamaz gerçeğini göz ardı etmez. Komünist Partisi, yalnızca nihai ve tam devrimci fethin proletaryanın fedakârlıklarını hak ettiği gerekçesiyle bu tür tavizlerin reddedilmesi gerektiği şeklindeki yüzeysel tezi savunmayacaktır. Proletaryanın demokratların ve sosyal-demokratların arkasına takılacağından ve onların kölesi haline geleceğinden emin olunması tek sonuç olacağından, bunu ilan etmenin hiçbir anlamı olmayacaktır. Komünist Partisi bu nedenle işçileri solun tavizlerini bir deney olarak kabul etmeye çağıracak, ancak propagandasında bu deneyin sonucuna ilişkin kötümser tahminini ve proletaryanın, eğer bu girişimle mahvolmak istemiyorsa, örgütsel ve siyasi bağımsızlığını buna bağlamaması gerektiğini vurgulayacaktır. Komünist Partisi, kitlelerden, burjuva solunun vaatlerinin gerçekleşme olasılığını garanti eden sosyal demokrat partilerden taahhütlerini yerine getirmelerini talep etmelerini isteyecek. Ayrıca bağımsız ve aralıksız eleştirisiyle, burjuvazinin tamamının aslında devrimci proletaryaya karşı birleşik bir cephede nasıl dizildiğini ve kendilerine işçi partisi diyen ama burjuvazinin bir kısmıyla koalisyonu destekleyen partilerin nasıl sadece onun suç ortakları ve ajanları olduğunu gösterecektir. Ve bu tür deneylerin olumsuz sonuçlarının hasadını toplamaya hazırlanacaktır.

36 - Sol partiler ve özellikle de sosyal-demokratlar tarafından ileri sürülen talepler, çoğu zaman proletaryayı doğrudan bunları hayata geçirmek için harekete geçmeye çağırmanın uygun olacağı türdendir; çünkü eğer bir mücadele başlarsa, sosyal-demokratların proletarya için bir fayda programına ulaşmayı önerdikleri araçların yetersizliği hemen ortaya çıkacaktır. Komünist Partisi o zaman aynı taleplerin altını çizecek, onları daha spesifik hale getirecek ve proletaryanın tamamı için bir mücadele bayrağı olarak yükseltecek, oportünist nedenlerle bu tür taleplerden bahseden partileri bunları kazanma konusundaki kararlılıklarını göstermeye zorlamaya çağıracaktır. Bu talepler ister ekonomik ister siyasi nitelikte olsun, Komünist Partisi bunları sendikal örgütlerden oluşan bir koalisyonun hedefleri olarak önerecek, Komünist Partisi’nin diğer siyasi partilerle birlikte temsil edileceği ve dâhil olacağı mücadele ve ajitasyona önderlik edecek komitelerin kurulmasından kaçınacaktır: Amaç her zaman kitlelerin dikkatini kendine özgü komünist program üzerinde yoğunlaştırmak ve kendi hareket özgürlüğünü korumaktır, böylece gerektiğinde basiretsizliğini ortaya koyan ve kitleler tarafından terk edilen diğer partileri saf dışı bırakarak faaliyet alanını genişletmek için doğru zamanı seçebilir. Bu şekilde anlaşılan sendikal birleşik cephe, komünist yöntemin ancak zaferle çıkabileceği, proletaryanın üniter hareketine gerçek bir içerik kazandırabilecek tek yöntem olan, proletaryanın davasına sözlü desteklerini yalnızca oportünizmden ve karşı-devrimci niyetlerle ifade eden partilerin faaliyetlerine yönelik her türlü ortak sorumluluktan arınmış, işçi sınıfının tamamının birleşik eylem olasılığını sunmaktadır.

37 - Üzerinde durduğumuz durum, burjuva sağının demokratik ya da sosyal demokrat bir hükümete saldırması biçimini alabilir. Bu durumda bile Komünist Partisi’nin tutumu bu tür hükümetlerle dayanışma ilan etmek olamaz, çünkü proletaryaya, deneyini selamladığımız ve izlediğimiz bir siyasi düzeni, proletaryada bunun kendi lehine değil karşı-devrimci amaçlar için tasarlanmış bir düzen olduğu inancını hızlandırmak amacıyla savunulması gereken bir kazanım olarak sunamayız.

38 - Sol hükümet, sağcı örgütlerin, burjuva beyaz çetelerin proletaryaya ve kurumlarına karşı dramatik istismarlarına izin verebilir ve proletaryanın desteğini istememekle kalmaz, aynı zamanda proletaryanın silahlı direniş örgütleyerek karşılık verme hakkı olmadığında ısrar eder. Böyle bir durumda komünistler, bunun ancak gerçek bir suç ortaklığı, hatta liberal hükümet ile gerici düzensiz güçler arasında bir görev paylaşımı olabileceğini göstereceklerdir. O zaman burjuva artık demokratik ve reformist ninni yönteminin mi yoksa şiddetli baskı yönteminin mi kendisine daha uygun olduğunu tartışmıyor, her ikisini de aynı anda kullanıyor. Bu durumda, devrimci hazırlığın gerçek ve en ölümcül düşmanı hükümetteki liberal taraftır: proletaryayı savunmasız ve örgütsüz hale getirebilmek için yasallık adına kendi tarafını tutması için kandırır ve böylece proletaryanın kendisini olaylar tarafından sömürüsüne başkanlık eden yasal aygıta karşı mücadele etmeye zorlandığı gün, beyazlarla tam bir işbirliği içinde onu yenebilir.

39 - Bir diğer hipotez de hükümetin ve onu oluşturan sol partilerin proletaryayı sağcı bir saldırıya karşı silahlı mücadeleye katılmaya davet etmesidir. Bu davet kaçınılmaz olarak bir tuzaktır ve Komünist Partisi buna, proleterlerin elindeki silahların proleter iktidarın ve devletin ortaya çıkması ve devletin geleneksel bürokratik ve askeri mekanizmasının silahsızlandırılması anlamına geldiğini ilan ederek cevap verecektir. Çünkü proleterler halkı silahlı mücadeleye çağırdığında iktidarı yasal yollarla elde etmiş bir sol hükümetin emirlerini asla yerine getirmeyeceklerdir ve beyaz çetelere karşı kazanılacak bir zafere yalnızca proleter diktatörlük istikrarlı bir karakter kazandırabilir. Sonuç olarak, böyle bir hükümete karşı hiçbir "sadakat" ilan edilmemeli ya da uygulanmamalıdır ve hepsinden önemlisi, kitleler, sağcı bir ayaklanma ya da darbe girişimine karşı proletaryanın yardımıyla bu hükümetin iktidarını pekiştirmenin çok tehlikeli olacağının bilincine varmalıdır. Çünkü bu, devletin silahlı örgütlenmesinin kontrolü hükümetteki demokratik partilerin eline bırakmak, başka bir deyişle, proletaryanın, burjuva sınıfının tüm güçlerine karşı mevcut siyasi ve devlet biçimlerini devirmek için kullanmadan silah bırakması, yani proletaryanın devrimci ilerleyişine karşı çıkacak olan örgütün pekiştirilmesi anlamına gelecektir.

40 - (...) Ancak diğer durumlarda, ister fetih ister savunma için olsun, işçi sınıfının acil talepleri sol ve sosyal-demokrat partileri kayıtsız bırakmaktadır. Sosyal-demokratların etkisi nedeniyle kitleleri doğrudan bu fetihlere çağırmak için yeterli güce sahip olmayan Komünist Partisi - sosyal-demokratlara herhangi bir ittifak teklif etmekten kaçınarak, hatta onların işçilerin geçici ve acil çıkarlarına bile ihanet ettiklerini ilan ederek - proleter mücadelenin bu hedeflerini formüle ederken, bu hedeflere ulaşmak için sendikal zeminde gerçekleştirilen proleter birleşik cepheye başvuracaktır. Bu cephenin uygulanması, sendikalarda komünist militanları kendi mevzilerinde bulacaktır; ama aynı zamanda partiye, mücadele daha ileri bir gelişme gösterdiğinde, sosyal demokratların kaçınılmaz olarak karşı çıkacağı - ve zaman zaman sendikalistlerin ve anarşistlerin de karşı çıkacağı - müdahale etme imkanı bırakacaktır. Öte yandan, diğer proleter partilerin bu hedefler için sendikal birleşik cepheyi uygulamayı reddetmeleri, Komünist Partisi tarafından onların etkisini kırmak için kullanılacaktır. Sadece burjuvaziyle gerçek bir suç ortaklığının söz konusu olduğunu gösteren eleştiri ve propaganda ile değil, ama her şeyden önce, durumun provoke etmekten geri kalmayacağı proletaryanın kısmi eylemlerine ön saflarda katılarak, bunu partinin tüm yerel örgütlerin ve tüm kategorilerin sendikal birleşik cephesini önerdiği kesin güçlü noktalar temelinde yaparak ve bundan sosyal demokrat liderlerin faaliyetin genişletilmesine karşı çıkarak yenilgiyi hazırladıklarını somut bir şekilde göstererek (...)


Bölüm 4
PARTİ BLOKLARININ, İTTİFAKLARIN VE DIĞER PARTİLERLE KURULAN CEPHELERİN REDDEDİLMESİ


Alıntılar


147 - Komünist Enternasyonal’in Taktikleri - 1922

II - (...) Ancak biz komünistler tarafından anlaşıldığı şekliyle birleşik cephe taktiği, bizim açımızdan bu feragat unsurlarını içermez. Bunlar sadece potansiyel bir tehlike olarak kalır: Birleşik cephenin temeli doğrudan proleter eylem ve sendikal örgütlenme alanından çıkarılır ve parlamento ve hükumet alanına sokulursa baskın hale geleceğine inanıyoruz; ve ikinci taktiğin mantıksal gelişimine bağlı olarak hangi nedenlerden dolayı olduğunu söyleyeceğiz.

Proleter birleşik cephe, komünistlerin bağımsızlıklarından ve eylem özgürlüklerinden feragat ederek, bunu tek başlarına hareket etmeleri halinde elde edeceklerinden daha büyük bir kitlenin hareketleri üzerinde bir etki derecesiyle takas ettikleri, çeşitli örgütlerin temsilcilerinden oluşan sıradan bir ortak komiteden ibaret değildir. Bu tamamen farklı bir şeydir.

Birleşik cepheyi öneriyoruz çünkü proletaryanın bir bütün olarak ortak hareketlerinin, sadece bir kategoriyi ya da bölgeyi değil, tümünü ilgilendiren sorunlar ortaya çıkardığında, amaçlarına ancak komünist yoldan, yani tüm proletaryaya rehberlik etmek bize bağlı olsaydı onları götüreceğimiz yoldan giderek ulaşabileceğinden eminiz. Patronların saldırılarına karşı proletaryanın acil çıkarlarının ve mevcut koşullarının savunulmasını öneriyoruz, çünkü devrimci ilkelerimizle hiçbir zaman çelişmeyen bu savunma, ancak bizim yapmak istediğimiz gibi, tüm devrimci dallarıyla saldırıya hazırlanarak ve saldırıya geçerek yapılabilir (...)

V - (...) Sosyal-demokrat deney belirli durumlarda gerçekleşmek zorundadır ve komünistler tarafından kullanılmalıdır, ancak bu "kullanım" deneyin sonunda gerçekleşen ani bir eylem olarak değil, Komünist Parti tarafından yürütülecek ve net bir sorumluluk ayrımının kaçınılmaz olduğu aralıksız bir eleştirinin sonucu olarak düşünülmelidir.

Komünist Partisi’nin devlete ve diğer partilere karşı siyasi muhalefet konumunu asla terk edemeyeceği fikrimiz de buradan kaynaklanmaktadır, zira bunu devrimin öznel koşullarını inşa etme işinin bir parçası, onun varlık nedeni olarak görüyoruz. Komünist bir partinin siyasi, parlamenter ya da hükümet kampanyasında sosyal demokrasinin pasifist ve legalist partileriyle karıştırılması Komünist Partisi’nin işlevini ortadan kaldırmaz.

 
148 - İtalya Komünist Partisi 3. Kongresi’nde Solun Tezleri (Lyon Tezleri) - 1926

I - 3 (...) Genel taktik sorunuyla ilgili ve Marx ve Lenin tarafından ortadan kaldırılan klasik oportünist pozisyonlara kadar geri götürülebilecek bir başka hata da şu şekilde formüle edilmiştir: parti, henüz kendi özel zemininde olmayan sınıfsal ve siyasi mücadeleler söz konusu olduğunda, genel tarihsel evrimi en çok destekleyen durumun gelişimini temsil eden tarafı seçmeli ve az ya da çok açıkça desteklemeli ve onunla birleşmelidir. Bunun gerekçesi, nihai, (zamanı geldiğinde parti tarafından harekete geçirilecek) tam proleter devrimin koşullarının ancak siyasi ve toplumsal biçimlerde yeterli olgunlaşma ve evrim gerçekleştiğinde ortaya çıkmış olacağıdır.

Böyle bir politikanın ardındaki varsayım yanlıştır, çünkü komünizmin nihai gelişi için en iyi hazırlık olarak savunulan, her ayrıntısıyla sabitlenmiş bir toplumsal ve siyasal evrimin tipik şeması, oportünist "Marksizm" markasına aittir ve çeşitli Kautsky’ler tarafından Rus Devrimi’ni ve mevcut Komünist hareketi karalamalarını haklı çıkarmak için kullanılmaktadır. Komünist partisi için en elverişli koşulların belirli burjuva rejim türlerinde, örneğin en demokratik olanlarda bulunacağını da genel bir tez olarak ortaya koyamayız. Burjuva hükümetlerinin gerici ve "sağcı" önlemlerinin proletaryayı birçok kez kontrol ettiği doğruysa da, burjuva hükümetlerinin liberal ve solcu politikalarının da sınıf mücadelesini boğduğu ve işçi sınıfını kararlı bir şekilde harekete geçmekten alıkoyduğu daha az doğru değildir ve çok daha sık yaşanmıştır. Marksizm’in demokratik, evrimci ve ilerici büyüyü bozmasıyla gerçekten tutarlı olan daha doğru bir değerlendirme, burjuvazinin karşı-devrimci çıkarlarına göre yöntemlerini ve hükümetteki partilerini değiştirmeye çalıştığı ve çoğu zaman bunu başardığıdır. Tüm deneyimlerimiz bize, proletarya ne zaman burjuva siyasetinin gelgitlerine heveslense, oportünizmin zafer kazandığını göstermektedir.

İkinci olarak, mevcut rejim altındaki bazı hükümet değişikliklerinin proleter eylemin daha da gelişmesini kolaylaştırdığı doğru olsa bile, deneyim açıkça göstermiştir ki bu, açık bir koşulda olacaktır: Kitlelere ani bir başarı olarak sunulan şeyin ardından gelecek hayal kırıklığı konusunda zamanında uyarılarda bulunan bir partinin varlığı; ve sadece partinin varlığı değil, partiyi sadece resmi düzeyde benimsenmesi uygun olabilecek planlar temelinde değil, partinin pratik yaklaşımı nedeniyle takip eden proletaryanın gözünde açıkça bağımsız olan bir şekilde, sözünü ettiğimiz mücadeleden önce bile hareket etme kapasitesi. Bu nedenle Komünist Partisi, henüz proleter zafer için kesin mücadeleye dönüşemeyen mücadelelerin varlığında, temsil ettiği sınıfı doğrudan ilgilendirmeyen geçici taleplerin ve başarıların yöneticisi haline gelmez ve sözde siyasi "yenilenme" hareketleri ya da sözde "daha kötü bir hükümetin" tehdidi altındaki siyasi sistemler ve hükümetler için bir tür sigorta topluluğu haline gelmek için karakterini ve bağımsız faaliyetini takas etmez.

Bu eylem çizgisini takip etme ihtiyacına karşı, Marx’ın "komünistler mevcut toplumsal koşullara karşı yönelen her hareketi desteklerler" formülasyonu ve Lenin’in "Komünizmin çocukluk bozukluğuna" karşı yönelttiği ilmihalinin tamamı sıklıkla öne sürülmektedir. Hareketimiz içinde bu beyanlar üzerine spekülasyon girişimleri, liderleri Bernstein ya da Nenni olsun, Marx ve Lenin adına devrimci Marksistlerle alay etmekte ısrar eden revizyonistler ve merkezciler tarafından sürekli olarak uydurulan benzer spekülasyonlardan özünde farklı değildir.

Bu ifadelerle ilgili olarak öncelikle iki gözlemde bulunmalıyız; Marx’ın burjuva öncesi Almanya’ya, Lenin’in Bolşevik deneyini anlatan kitabının ise Çarlık Rusya’sına atıfta bulunması nedeniyle olumsal bir tarihsel değere sahiptirler. Ancak bu gerekçeler, klasik koşullar altında, yani tam gelişmiş bir kapitalist burjuvaziyle çatışma halindeki proletarya altında taktik sorunların çözümünü dayandırmamız gereken tek gerekçeler değildir. İkinci olarak, Marx’ın bahsettiği destek ve Lenin’in bahsettiği "uzlaşmalar", (Lenin’in büyük bir Marksist diyalektikçi olarak özellikle "flört etmeyi" sevdiği bir terim, değişmez bir hedefe ulaşmaya yönelik gerçek, biçimsel olmayan uzlaşmazlığın şampiyonu olarak kaldı), liderlerinin ideolojilerine ve uzun vadeli amaçlarına rağmen, modası geçmiş biçimlere karşı ayaklanma ile yolu temizlemek zorunda kalan hareketlerle destek ve uzlaşmalardır ve bu nedenle Komünist partisinin müdahalesi bir iç savaş ortamında bir müdahale olarak gerçekleşir: Böylece köylü ve ulusal sorunların Leninist formülasyonu, Kornilov olayı sırasında ve yüzlerce başka durumda. Ancak bu iki temel gözlem bir yana, Lenin’in çocukçuluk eleştirisinin ve devrimci siyasetin esnekliğine ilişkin tüm Marksist metinlerin anlamı, Engels’in ve ardından Lenin’in "ilkesizlik" ya da nihai hedefin terk edilmesi olarak tanımladığı oportünizme karşı kasıtlı olarak yükseltilen bariyerle en ufak bir çatışma içinde değildir.


149 - Enternasyonal Komünist Partisi Siyasi Platformu - 1945

7 -İtalyan işçi sınıfının, kendi güçlerinden ziyade faşist hükümetin askeri yıkımından yararlanan ve bugün muzaffer devletlerin İtalyan devlet mekanizmasına bıraktıklarını iddia ettikleri iktidarı ellerinde tutuyormuş gibi davranan grup ve partilerin politikasını desteklemekte özel ya da genel, acil ya da tarihsel hiçbir çıkarı yoktur. Proleter çıkarların ifadesi olan Parti, sadece bu gruplarla hükümette iş birliğini değil, sınıflar arasında ulusal dayanışmadan, burjuvazi ile kendini proleter olarak tanımlayan partiler arasında özgürlük, demokrasi ve faşizme ve Nazizme karşı savaş konularında birleşik bir mücadeleden söz eden tüm doktrinleri, tarihsel ve siyasi bildirileri reddetmelidir.

Partinin herhangi bir siyasi işbirliğine girmeyi reddetmesi sadece hükümet organlarını değil, aynı zamanda ulusal kurtuluş komitelerini (1) ve aynı siyasi temele sahip olsun ya da olmasın benzer herhangi bir organı ya da organlar kombinasyonunu da ilgilendirmektedir (...)

21 - Devrimci proletarya partisi, siyasi taktiklerinde, tüm dünyada olduğu gibi İtalya’da da, kendisini diğerlerinden ve her şeyden önce, diğer partilerin ve hareketlerin ortak hedeflerine geçici bir bağlılık olarak sunulan tüm sözde sızma ve atlatma hamlelerinin yenilgisinin boyutunu acımasızca ortaya çıkardığı için bugünün Moskova rejimine geri dönen sahte komünist partilerden ayırdığı ölçüde yeniden yükselecektir, Bu tür bir manevranın yalnızca düşmanı zayıflatmaya ve kandırmaya yaradığı, böylece belirli bir anda onlarla yapılan anlaşmaları ve ittifakları bozarak sınıf taarruzuna geçilebileceği gizlice ya da taraftarların yakın çevresinde vaat edilerek meşrulaştırılır. Böyle bir yöntemin, devrimci partinin parçalanmasına, işçi sınıfının kendi amaçları için mücadele edememesine, en iyi enerjilerinin sadece düşmanlarının yararına olan sonuçlar ve başarılar elde etmek için harcanmasına yol açabileceği kanıtlanmıştır.

Yüzyıl önceki "Manifesto "da olduğu gibi, komünistler ilkelerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmemekte ve amaçlarına ancak bugüne kadar var olan tüm toplumsal düzenlerin şiddet yoluyla yıkılmasıyla ulaşılabileceğini açıkça ilan etmektedirler.

Çağdaş dünya tarihi çerçevesinde, ulusal kurtuluş taleplerinin kısmen ve nihai olarak yaşatılması, feodalizmin geri kalmış adacıklarının ve tarihin benzer kalıntılarının tasfiyesi için demokratik burjuva gruplara tesadüfen bir işlev kalsaydı, burjuva krizinin daha ileri bir döngüsüne yol açmak için böyle bir görev daha kararlı ve kesin bir şekilde yerine getirilirdi, Komünist hareketin kendisine ait olmayan önermelere pasif ve feragatkar bir şekilde uyum sağlamasıyla değil, komünist proleterlerin solcu küçük burjuva grupların ve burjuva partilerinin iflah olmaz tembelliğine ve uyuşukluğuna karşı amansız bir şekilde saldırmasıyla.

Tüm dünyada tam bir geçerliliğe sahip olan bu direktiflerden hareketle, İtalya’da komünist bir hareket, tüm toplumsal çerçevelerin ve sınıfların ve partilerin tüm doktriner ve pratik yönelimlerinin çözüldüğü korkutucu durumda, durumun acımasızca netleştirilmesi için şiddetli bir çağrı anlamına gelmelidir. Faşistler ve anti-faşistler, monarşistler ve cumhuriyetçiler, liberaller ve sosyalistler, demokratlar ve Katolikler, her türlü teorik anlamdan yoksun tartışmalarda, aşağılık rekabetlerde, iğrenç manevralarda giderek kısırlaşan herkesi, aslında yansıttıkları ulusal ve yabancı sınıf çıkarlarının gerçek konumlarını inkar etmeye ve eğer şansları varsa tarihsel görevlerini yerine getirmeye zorlayacak acımasız bir meydan okumayla karşılaşmalıdırlar.

Tüm kolektif ve grupsal çıkarların dağılması ve parçalanması içinde, İtalya’da açıkça militan siyasi güçlerin yeni bir kristalizasyonu hala mümkünse, devrimci proleter partinin yeniden dirilişi yeni bir durumu belirleyebilecektir.

Nihai sınıf hedeflerini, parti totaliterliğini, kendisini diğerlerinden ayıran sınırların büyüklüğünü ilan eden tek hareket olacak olan bu hareket, siyasi pusulasını devrimci kuzey yönüne çevirdiğinde, tüm diğerleri gerçek yönlerini itiraf etmeye zorlanacaktır.

Siyasi mücadele kendisini retorik ve demagojik maskelerin etkisinden kurtarabilecek, tarihinde İtalyan egemen sınıfını etkileyen politikacıların ticari profesyonelliğinin enfeksiyonundan kurtulabilecektir (...)


150 - İşçi Sınıfının Devrimci Partisinin Doğası, İşlevi ve Taktikleri - 1947

Oportünist krizlerin ve solcu Marksistlerin İkinci Enternasyonal’in revizyonistlerine karşı ve Üçüncü Enternasyonal’in kademeli sapmalarına karşı verilen mücadelenin pratik tecrübesi, parti yalnızca resmi olarak da olsa oportünist siyasi hareketler tarafından kabul edilebilir tutumlar ve sloganlar içeren bir taktik uygularsa, partinin programını, siyasi geleneğini ve örgüt sağlamlığını olduğu gibi koruyamayacağını göstermiştir.

Benzer şekilde, her belirsizliğin ve ideolojik hoşgörünün oportünist bir taktik ve eylemde yansıması vardır.

Bu nedenle, ilan edilmiş düşmanlarda olsa ya da sözde akraba ruhlar hatta ve hatta yandaşlarını işçi sınıfı saflarından aldığını iddia edenlerden bile, parti kendini ayrıştırır, çünkü onun politik partiği geleneksel olarak birkaç partide ortak olan varsayımlar ve sloganlar temelinde oluşturulan manevralar, ittifaklar ve blokları reddeder.

Bu parti pozisyonu, esasen tarihsel bir değere sahiptir ve onu taktiksel alanda diğerlerinden ayırır, tıpkı kapitalist toplumun şu anda içinden geçtiği döneme ilişkin orijinal vizyonu gibi.

Devrimci sınıf partisi, liberalizm ve demokrasinin ekonomik, sosyal ve politik önermelerinin bugün tarih karşıtı, yanıltıcı ve gerici olduğunu ve dünyada büyük ülkelerde liberal organizasyonların yok olduğunu ve yerine daha modern bir faşist sisteme yer verdiğini tek anlayandır.

Aksine, kapitalist sınıfın daha liberal döngüsünü daha başlatmadığı, hala eski feodal gücü devirmesi gerektiği, ya da bazı önemli ülkelerde dikkate değer aşamalardan ve genişleme aşamalarından geçmek zorunda olduğu, ekonomik süreçte laissez-faire ve devlette demokratik olduğu süreçte Komünistlerin birinci durumda, açık bir şekilde devrimci, hukuk karşıtı ve silahlı mücadele için örgütlenmiş partilerle ve ikincisinde, kapitalist rejimin hızlanmasına olanak tanıyan yararlı ve kapitalist sistemin kendi çöküşüne yol açan döngüyü hızlandırmasına izin veren gerçekten "ilerici" koşulları temin eden bir rol oynayan partilerle partilerle geçici bir ittifakı anlaşılır ve kabul edilebilirdi.

Bir tarihsel dönemden diğerine geçişe karşılık gelen komünist taktiklerdeki bu değişim, ne yerel ve ulusal bir vaka çalışmasına indirgenebilir, ne de Kapitalizmin tarihsel evriminin şüphesiz sunduğu karmaşık belirsizliklerin analizinde, Lenin’in Bir Adım İleri, İki Adım Geri’de karşı çıktığı uygulamayla sonuçlanmadan dağılabilir.

Proleter partisinin siyaseti, her şeyden önce, programı ilk kez formüle edildiğinden ve etkin örgütlenmesine olan tarihsel ihtiyaç ilk ortaya çıktığından beri uluslararası olmuştur (ve bu onu diğerlerinden ayırmaktadır). Manifesto’nun da belirttiği gibi, mevcut toplumsal ve siyasal düzene karşı her yerde her devrimci hareketi destekleyen komünistler, mülkiyet sorununun yanı sıra, tüm proletaryanın herhangi bir milliyetten bağımsız ortak çıkarlarını ortaya koyuyor ve ileri sürüyorlardır.

Ve, Stalinizm tarafından bozulana kadar komünistlerin devrimci stratejisi hareketin tüm kaynaklarını bu amaca seferber ederek, en iyi fırsatların ortaya çıktığı ülkede burjuva cephesinde atılımı gerçekleştirmeyi amaçlayan uluslararası bir taktiğe ilham vermiştir.

Sonuç olarak, eski rejimlere karşı isyan ittifaklarının taktiği, kapitalist olmayan karakterdeki son büyük devlet ve askeri aygıtı ortadan kaldıran büyük Rus devrimi olayıyla tarihsel olarak sona ermiştir.

Bu aşamadan sonra, taktik bloklar olasılığı, hatta teorik olarak, uluslararası devrimci hareket tarafından resmen ve merkezi olarak kınanmalıdır.

3. Enternasyonal’in ilk yılında Rus taktiğinin istikrarlı bir burjuva rejimine sahip ülkelerde ve ayrıca Avrupa dışı ve sömürge ülkelerinde uygulanmasına verilen aşırı önem, revizyonist tehlikenin geri gelişinin ilk tezahürüydü.

İkinci dünya savaşı sırasında bile, kapitalist emperyalist merkezin siyasi ve askeri kontrol yoluyla erişimi, gezegenin yerli toplumunun ilkel ekonomik biçimlerini koruyan alanlarına kadar uzanıyor, bu emperyalist merkez Rus Devletini de içeren, büyük bir koalisyonda bir araya getirilmişti.

Sonuç olarak yerel taktikler, genel devrimci stratejinin yalnızca yönleri olabilir; amaç her şeyden önce, küresel proleter partinin programatik netliğini yeniden tesis etmek ve ardından her ülkede örgütünün ağını yeniden kurmak olmalıdır.

Bu mücadele, oportünizmin yanılsamalarının ve ayartmalarının azami ölçüde egemen olduğu bir çerçeve içinde, ideolojik alanda faşizme karşı özgürlük haçlı seferi lehine propaganda, ve sayısız parti, grup ve hareketin liderliği tarafından birlikte sunulan koalisyonların, blokların, kaynaşmaların ve yanıltıcı taleplerin pratik politikasında gelişir.

Proleter kitlelerin devrimci partinin diğerlerinden önemli ölçüde farklı olarak yeniden inşası ihtiyacını anlamaları tek bir şekilde mümkün olacaktır. O da, oportünist cümbüş ve politikacıların akrobatik kombinasyonlarına olası bir tepki olarak değil, daha çok temel ve merkezi bir yönerge olarak partiler arasındaki anlaşmaların uygulanmasının tarihsel olarak geri alınamaz reddini ilan etmektir.

Geçici aşamalarda bile, partinin katıldığı hareketlerin hiçbiri bir süper parti veya bir grup bağlı partinin üzerinde duran daha yüksek bir hareket tarafından yönetilmemelidir.

Küresel politikanın modern tarihsel evresinde, proleter kitleler, ancak teorisinde, eyleminde, ayaklanma hücumuna hazırlıkta ve iktidar yönetiminde sağlam olan tek bir parti etrafında sınıf birliğini gerçekleştirerek devrimci hedefler için seferber edebileceklerdir.

Sınırlı olsa da, Partinin her tezahüründe, kitlelere burjuvanın uluslararası ekonomik ve politikal egemenliğinin ve - kesin olmayan, ancak bugün daha da güçlenen - onun rejiminin varlığını tehdit eden çelişkileri ve sarsıntıları kontrol etme konusundaki müthiş kapasitesinin yoğunlaştırmasına karşı çıkmak için tarhisel çözüm tek olası alternatif olarak görünmelidir.

 


Bölüm 5
TOTALİTERLİK


Alıntılar


151 - Enternasyonal Komünist Partisi Siyasi Platformu - 1945

4 – Enternasyonalist Komünist Partisi’nin tüm ülkelerdeki merkezi siyasi sözü (savaş sırasında ve kendilerini demokratik olarak adlandıran burjuva rejimlerinin kapitalist hükümetin faşist biçimlerine karşı görünürdeki mücadelesi sırasında olduğu gibi, galip devletlerin propaganda yoluyla az ya da çok ani ve az ya da çok becerikli bir dönüşümden sonra aynı faşist politikaları miras alacakları ve benimseyecekleri mevcut savaş sonrası dönemde olduğu gibi), modası geçmiş geçici liberal ve demokratik denge dönemine özgü burjuva düzeninin yeniden kurulmasını beklemek, savunmak ve bu yönde ajitasyon yapmak olmayacaktır. Bu nedenle parti, faşizmin yerine "gerçek" demokrasi rejimlerinin geçirilmesi gibi yanlış ve aldatıcı bir varsayımı savunan burjuva ve sözde proleter partilerle her türlü iş birliği politikasını reddeder. Böyle bir politika her şeyden önce yanıltıcıdır çünkü kapitalist dünya hayatta kaldığı sürece kendini liberal biçimlerde düzenleyemeyecek, aksine kapitalizmin ekonomik yoğunlaşmasının acımasız bir ifadesi olan ve sınıf çıkarlarını savunmak için giderek daha baskıcı bir polisle silahlanan canavarlaşmış devlet birimlerine giderek daha fazla dayanacaktır; İkincisi, bozguncudur, çünkü bu hipoteze ulaşmak için (modern dünyanın ikincil bir sektöründe bir süre daha bir şekilde hayatta kalabilse bile) Marksist hareketin çok daha önemli yaşamsal özelliklerini, yani partinin temel amacı olan nihai devrimci mücadeleyi hazırlayıp başlatabilecek tek taktiği sağlayan işçi sınıfının siyasi bağımsızlığını feda eder; Üçüncü olarak, proletaryanın gözünde, soyut olarak bağlılıklarını iddia ettikleri demokrasiyi savunmakta son derece şüpheci ve aciz olan ve tek işlevleri ve amaçları, faşist hareketlerinkiyle tamamen örtüşen, sömürülen kitlelerin bağımsız yürüyüşünü ve burjuva sisteminin ekonomik ve yasal temellerine doğrudan saldırısını ne pahasına olursa olsun engellemek olan ideolojileri, sosyal grupları ve partileri doğruladığı ölçüde karşı-devrimcidir.


152 - Parti Platformuyla İlişkili Olarak Savaş Sonrası Dönemin Perspektifleri - 1946

(...) Dolayısıyla, burjuva demokratları ve sahte proleter Rus devleti tarafından ve onlarla birlikte ondan esinlenen ve onu destekleyen tüm hareketler tarafından kullanılan ajitasyon malzemesinin boşluğu ve tutarsızlığı konusunda, bugün sona eren çatışmanın başlangıcından bu yana oportünist etkilerden ve yozlaşmalardan arınmış Marksist bir eleştirinin ulaşabileceği sonuçlar, bu beyanlara büyük ölçüde inanmış olan kitlelerin yaşadığı korkunç hayal kırıklığından sonra bugün basit ve sıradan görünmektedir. Faşist devletlere karşı savaşın ve faşizm düşmanlarının zaferinin, liberalizmin ve burjuva demokrasisinin modası geçmiş ve kısır cennetlerini yeniden hayata döndürmeyeceği, bunun yerine tekelci, emperyalist, totaliter ve diktatoryal olan modern kapitalist varoluş biçiminin küresel olarak onaylanmasına işaret edeceği tezi bugün herkesin kavrayabileceği bir tezdir; Ancak beş ya da altı yıl önce, sadece Marx ve Lenin’in yönteminin tarihsel çizgilerine kararlılıkla sadık kalan öncü devrimciler tarafından formüle edilebilir ve savunulabilirdi.

Proletaryanın siyasi sınıf partisinin gücü, aynı anda hem eleştiri hem de mücadeleyle ilgili olan bu öngörülerin etkinliğinden ve bunların burjuva ve parlamenter siyasetin yaşamını sürdüren uzlaşmalar, anlaşmalar ve bloklar oyunundan değil, olayların akışının bir sonucu olduğunun doğrulanmasından kaynaklanmalıdır.

Yeni uluslararası sınıf partisi gerçek bir tarihsel etkinlikle ortaya çıkacak ve proleter kitlelere yeniden canlanma fırsatı sunacaktır, ancak gelecekteki tüm davranışlarını önceki sınıf ve devrimci mücadelelerle tam bir tutarlılık içinde gerçekleştirmeyi bilirse.

Bu nedenle, sözde sosyalist ve komünist partilerin savaş sırasında aldıkları hatalı pozisyonların, olayları yorumlamalarının, propagandalarının ve taktik davranışlarının eleştirisine azami önem atfederken ve savaş döneminde bir sınıf siyasetinin restorasyonu olması gerekeni talep ederken, Parti bugün aynı şekilde düşmanlıkların sona ermesini takip eden sözde barışa karşılık gelen yorumsal ve taktiksel çizgilerin izini sürmelidir (...)

Burada da proleterlere, parlamenter özgürlük rejiminin çıkarlarına uyan bir kazanım olduğunu, kaybetme riskiyle karşı karşıya oldukları ve dün Cermen ya da Japon emperyalizmi tarafından tehdit edildiği gibi yarın da Moskova emperyalizmi tarafından tehdit edilecek olan tarihsel bir miras olduğunu kanıtlamak istiyorlar.

Bu propaganda ve özgürlük adına birleşik savaş cephesi çağrısı karşısında, binlerce küçük burjuva nüansla birlikte, İkinci Enternasyonal’in sosyalistleri (geçici ateşkes sırasında, Lenin zamanında başka nedenlerle yaptıkları gibi Rus karşıtı olacaklardır) sıralanacaktır. Proleter sınıf partisi, savaşa karşı en kararlı muhalefetle, savaş propagandacılarını teşhir ederek ve mümkün olan her yerde, her ülkedeki devrimci öncülere dayanan doğrudan sınıf mücadelesiyle yanıt verecektir.

Ve bunu, Rus rejiminin proleter bir rejim olmamasına ve Moskova devletinin kapitalist emperyalizmin sektörlerinden biri haline gelmesine rağmen, merkezi ve totaliter biçiminin yine de modası geçmiş ve ölmekte olan parlamenter demokrasi biçiminden daha modern göründüğü ve kapitalist geleceğin sınırları içinde totaliter rejimlerin yerine demokrasinin anakronik restorasyonunun proletaryanın savunması gereken bir varsayım olmadığı mevcut tarihsel aşamanın özel ve eleştirel değerlendirmesine uygun olarak yapacaktır.

Bu varsayım her halükarda genel tarihsel yola aykırıdır ve emperyalist savaşlarda kendilerini onun savunucusu haline getiren devletlerin zaferiyle elde edilemez.


153 - Burjuvazinin Siyasi Hakimiyetinin Tarihsel Döngüsü - 1947

Endüstriyel üretim potansiyeli giderek arttığından, emekçi orduların sayısı çoğaldığından, proletaryanın eleştirel bilinci keskinleştiğinden ve örgütleri güçlendiğinden, burjuva egemen sınıfı, ekonomik pratiğinin liberalden müdahaleciye dönüşümüne paralel olarak, otoriter ve totaliter bir yönetim yöntemi lehine fikirlere ve siyasi örgütlere görünürde hoşgörü yöntemini terk etmek zorunda kalmıştır: ve mevcut çağın genel yönünü burada bulabiliriz. Dünyanın burjuva yönetiminin yeni yönü, bilim ve teknolojideki ilerlemenin etkisiyle, tüm insan faaliyetlerinin, daha az modern ve karmaşık toplumlara özgü yalıtılmış girişimlerin özerkliğinden, tüm faaliyet alanlarında giderek tüm dünyayı kapsayan, giderek daha yoğun ilişki ve bağımlılık ağlarının kurulmasına doğru ilerlediği yadsınamaz gerçeğinden kaynaklanmaktadır.

Özel girişim, ilk cesur denizcilerden dünyanın uzak köşelerindeki sömürgecilerin pervasız ve gaddar girişimlerine kadar harikalar yaratmış ve rekorlar kırmıştır. Ancak bugün bu durum yerini, metaların üretiminde ve dağıtımında, kolektif hizmetlerin yönetiminde ve her alandaki bilimsel araştırmalarda koordineli faaliyetlerin şaşırtıcı bir şekilde birbirine bağlılığının baskınlığına bırakmaktadır.

Havadan navigasyonu, radyo-iletişimini, sinemayı, televizyonu kullanan bir toplumda inisiyatiflerin özerkliği düşünülemez - tüm bu keşifler yalnızca toplumsal uygulamalardır.

Sonuç olarak, egemen sınıfın hükümet politikası da, onlarca yıldan beri ve giderek daha belirleyici bir ritimle, katı kontrol biçimlerine, üniter yönetime ve güçlü bir şekilde merkezileşmiş hiyerarşik örgütlenmeye doğru evrilmektedir. Bu aşama ve bu modern siyasi biçim - Lenin’in 1916’da öngördüğü tekelci ve emperyalist ekonomik eğilimden doğan ve en son kapitalist aşamanın siyasi biçimlerinin yalnızca zorbalık ve baskı uygulayabileceğini teyit eden bir üstyapı - modern dünyada genel olarak klasik demokratik liberalizmin yerini alma eğiliminde olan bu aşama, faşizmden başka bir şey olamaz.

Burjuvazi yüzyıllar boyunca dünyanın büyük bölümünde bu feodal toplumsal güçleri etkisiz hale getirmiş ve ortadan kaldırmışken, iç karşıtlıklarının aşınması karşısında kapitalist baskı sisteminin hayatta kalmasının kaçınılmaz koşulu ve sonucu olan, dönemin dayattığı bu yeni siyasi biçimin doğuşunu, burjuva demokratik biçimlerin yerine eski rejimin despotizmlerini geri getirme tehdidinde bulunan feodal sınıfların toplumsal güçlerinin gerici dönüşüyle karıştırmak muazzam bir bilimsel ve tarihsel hatadır.

Her kim böyle bir yorumun en ufak bir etkisine maruz kalır ve en ufak bir ölçüde bile olsa telkinleri ve kaygıları takip ederse, kendisini komünist arenanın ve siyasetin dışında konumlandırır.

Burjuva kapitalizminin dünyayı yöneteceği yeni biçim, proletarya devriminin onu devireceği ana kadar, cahil eleştirisinin banal ve skolastik yöntemleriyle deşifre edilemeyen bir sürece göre ortaya çıkar.

Marksistler, proleter iktidarın ilk örneğinin Çarlık ve feodal Rusya tarafından değil de ileri bir kapitalist ülke tarafından verilmesi gerektiği yönündeki itiraza hiçbir zaman itibar etmemişlerdir; çünkü sınıf döngülerindeki değişimler uluslararası bir olgudur ve elverişli tarihsel koşullar (savaşlar, yenilgiler, köhnemiş rejimlerin aşırı derecede ayakta kalması, devrimci partinin organik yapısı vb.) belirli ülkelerde daha önce ortaya çıkar.

Liberalizmden faşizme geçişin tezahürleri diyalektik olarak farklı ülkelerde çok çeşitli ardıllıklar sunabildiğinde daha az şaşırmak gerekir, çünkü bu, egemen sınıfın kendisinin değişmediği, yalnızca egemenliğinin biçiminin değiştiği daha az radikal bir geçiştir.

Dolayısıyla faşizm ekonomik açıdan, sistemin çelişkilerinin tedavi edilemez hale gelmesine yol açan ekonomik olguların en endişe verici yönlerini merkezi bir disiplin yoluyla frenleme eğiliminde olan kapitalizmin oto-kontrol ve oto-sınırlama girişimi olarak tanımlanabilir.

Toplumsal açıdan bakıldığında, mutlak özerklik ve bireycilik felsefesi ve psikolojisiyle doğan burjuvazinin kendisine kolektif bir sınıf bilinci kazandırma ve proletarya içinde tehdit edici bir şekilde ortaya çıkan sınıf güçlerine karşı saflarını, siyasi ve askeri çerçevelerini karşı koyma girişimi olarak tanımlanabilir.

Siyasi olarak faşizm, egemen sınıfın liberal hoşgörü şemalarını işe yaramaz olarak kınadığı, tek parti hükümeti yöntemini ilan ettiği ve demokratik hile yöntemlerini kullanarak fazla kangrenleşmiş eski sermaye hizmetkârları hiyerarşilerini tasfiye ettiği aşamayı oluşturur.

Son olarak ideolojik olarak faşizm (ve bununla kendisini sadece bir devrim değil, burjuva karşı devriminin evrensel ve güvenli bir tarihsel kaynağı bile olmadığını ortaya koyar) denokrasiden vazgeçmez, çünkü vazgeçemez, evrensel değerler mitolojisini kullanır ve bunları diyalektik olarak altüst ederken, sınıf işbirliğinin liberal varsayımlarını kendine mal eder, sınıftan değil ulustan söz eder, bireylerin yasa önünde hukuki eşitliğini ilan eder ve örgütsel yapısını tüm toplumsal kolektiviteye dayanıyormuş gibi sunmak ister (...)

Lenin’in ekonomik teşhisi aracılığıyla ortaya koyduğu gibi, tekelci ve devlet kapitalizminin ilk klasik biçimlerin liberal kapitalizmine geri dönebileceği konusunda kendini kandıran kişi gericidir; aynı şekilde bugün, evrimin belirli bir noktasında burjuva güçlerin proleter sınıfın özerk örgütlerini cepheden bir taktikle ezdiği faşist diktatörlüğe karşı liberal demokratik politikanın yeniden doğrulanması serabını çağrıştıran kişinin de aynı derecede gerici olduğu açıktır.

Proletarya partisinin doktrini, burjuva egemenliğinin faşist siyasi aşaması karşısında yükseltilmesi gereken sloganın parlamenter demokratik hükümet sistemine geri dönüş olduğu tezinin mahkum edilmesini temel taşı olarak ileri sürmelidir; buna karşı devrimci perspektif, totaliter burjuva aşamasının görevini hızla tüketeceğini ve işçi sınıfının devrimci yükselişine boyun eğeceğini teyit eder, Burjuva özgürlükleri yalanının telafi edilemez sonuna ağlamak bir yana, anti-feodal devrimin alevleri içinde kahramanca doğuşundan barışçıl liberal hoşgörü evresine geçişine ve patronların kurumlarını, ayrıcalıklarını ve sömürüsünü savunmak için verilen son savaşta acımasızca maskesini düşürmesine kadar burjuva dünyasının bayrağı olan sahip olma, ezme ve sömürme özgürlüğünü zorla ezmek için harekete geçecektir.

Süregelen savaş faşistler tarafından kaybedilmiş, ancak faşizm tarafından kazanılmıştır. Demokratik hovardalığın geniş ölçekte kullanılmasına rağmen, bu korkunç krizde bile en güçlü devlet kurumlarının bütünlüğünü ve tarihsel sürekliliğini koruyan kapitalist dünya, kendisini tehdit eden güçlere hakim olmak için daha büyük bir çaba gösterecek ve ekonomik süreçlerin giderek daha sıkı bir şekilde kontrol edilmesini ve kurulu düzeni tehlikeye atma tehdidinde bulunan her sosyal ve siyasi hareketin hareketsiz hale getirilmesini sağlayacaktır. Napolyon’u mağlup eden meşruiyetçilerin yeni Fransız rejiminin toplumsal ve yasal örgütlenmesini miras almak zorunda kalmaları gibi, faşistleri ve Nazileri mağlup edenler de az ya da çok hızlı bir süreç içinde, ikinci emperyalist savaşın korkunç bir şekilde bozduğu dünyayı, ilk olarak mağlup devletlerde denenmiş olan otoriter ve totaliter yöntemlerle yönetme zorunluluğunu, boş ideolojik beyanlarla inkar etseler de, eylemleriyle kabul edeceklerdir.

Bu temel gerçek, zor ve görünüşte paradoksal eleştirilerin bir sonucu olmaktan ziyade, dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasi kontrolü için örgütlenme çalışmalarında her gün kendini ortaya koymaktadır.

Bir zamanlar bireyci, ulusal, liberal, izolasyonist olan burjuvazi dünya konferanslarını düzenliyor ve tıpkı Kutsal İttifak’ın mutlakiyetçi bir enternasyonal aracılığıyla burjuva devrimini durdurmaya çalışması gibi, bugün de kapitalist dünya ancak merkeziyetçi ve totaliter olabilecek Enternasyonalini kurmaya çalışıyor.

Faşizmin yeniden dirilişini önleme örtüsü altında aslında (ve giderek daha açık bir şekilde) proleter Enternasyonal’in devrimci gücünü bastırmak ve kırmak olan temel görevi başarılabilecek mi?


154 - Eğilimler ve Sosyalizm - 1947

Ancak tedrici reformizm böyle bir evrede ölmemiştir çünkü kapitalizmin kendisinin buna ihtiyacı vardır. Son on yılların kapitalizmi çok iyi bilinen ve Lenin’in Emperyalizm’inde analiz edilen özellikler sergilemektedir.

Bu yeni ekonomik ilişki biçimleri, tekel ve planlama, onu yeni toplumsal ve siyasal biçimlere götürmüştür. Burjuvazi kendisini sadece siyasi bir sınıf olarak değil, aynı zamanda sosyal bir sınıf olarak da örgütledi; dahası, proleter hareketin kendisini örgütlemeye çalıştı, onu devletine ve planlarına dahil etti ve karşılığında proletaryanın aşamacı liderleri tarafından uzun zamandır savunulan bir dizi reformu kendi programlarına dahil etti. Böylece faşist, korporatist ve nasyonal-sosyalist hale gelen burjuvazi, bireysel özgürlük ve seçim demokrasisine dayalı sistemi, tarihsel ortaya çıkışı sırasında kendisi için vazgeçilmez olan, oksijeni olan ama hiçbir şekilde egemen olduğu ve sömürdüğü sınıflara bir taviz ya da onlar için yararlı bir eylem aracı olmayan sistemi göz göre göre bir kenara atmıştır (...)

İtalya’daki güçlü, bağımsız, teoride ve taktikte net komünist hareket, İtalya’da özgürlük için mücadele etme yönündeki aptalca emirlere itaat etmek için programatik pozisyonlarından saptırılarak, Saragat ve İnisiyatif’teki ortaklarını bu kadar entrikaya sokan sovyet totalitarizminin kölesi olmak zorunda kaldı. Modern anlamıyla özgürlük, bireylerini, girişimlerini ve dünyanın her köşesindeki inisiyatiflerini birbirine dolayan ağı giderek sıkılaştırarak modernleşen ve tarihte ilerleyen burjuvaziye artık hizmet etmemektedir. Artık işe yaramayan bireysel özgürlük silahını bir kenara atmış ve bizim silahımızı, devrimci proleterlerin silahını ele geçirmiştir: toplumsallık, sınıfçılık, örgütlenme, onu elimizden koparıp almaktadır. Bizim yanıtımız, onun körelmiş ve yıpranmış silahını alıp, zanaatkârın makineleşmiş fabrikaya karşı verdiği mücadele kadar anlamsız ve umutsuz bir mücadelede kullanmaktan, ya da pirogun savaş gemisine, ya da insan torpidosunun atom bombasına karşı verdiği mücadele kadar anlamsız ve umutsuz bir mücadelede kullanmaktan ibaret olamaz (...)

Bununla birlikte, Sovyet versiyonunun göreceli tarihsel üstünlüğü, planladığı ve merkezileştirdiği için ilerici, teknik üretimin parlak yüksek noktalarına sahip ve liberal hoşgörü için vicdan azabı çekmeyen totaliterliğindedir. O halde neden totaliter sıfatından rahatsız olunuyor, neden dışa karşı demokrasi vaazları veriliyor ve ilerici ilan ediliyor? Bunun nedeni saf demagojidir; insanlık tarihinin en büyük dolandırıcılığı olan ortak saldırının momentumuna en uygun zemin budur - faşist canavara karşı, onu yenenlerin modeli.

Bu insanlara hadlerini bildirmenin anahtarı bu nedenle basittir: Sıralama faşizm, demokrasi, sosyalizm değildir - aksine demokrasi, faşizm, proletarya diktatörlüğüdür.


155 - Proletaryanın Sınıf Hareketinin Tarihsel Seyri - 1947

Kapitalizm, emperyalist çağda, ekonomik çelişkilerini merkezi bir kontrol mekanizması aracılığıyla domine etmeye ve tüm sosyal ve politik olguları hipertrofik bir devlet aygıtında koordine etmeye çalışırken, işçi örgütlerine ilişkin eylemlerini de değiştirir. Başlangıçta burjuvazi onları mahkum etmişti; daha sonra onlara müsaade etti ve büyümelerine izin verdi; üçüncü bir aşamada, onları ne bastırabileceğini ne de özerk bir platformda gelişmelerine izin veremeyeceğini anladı ve onları devlet aygıtına, döngünün başlangıcında yalnızca siyasi olan, emperyalist çağda aynı anda hem siyasi hem de ekonomik bir aygıta dönüşen, kapitalistlerin ve patronların devletini bir kapitalist devlete ve bir patron devletine dönüştüren bir aygıta her türlü yolla entegre etmeye çalıştı. Bu geniş bürokratik sistem içinde proleter hareketin liderleri için "altın hapishanelerde" pozisyonlar yaratılır. Görünüşte sınıf çıkarlarını dengelemeye hizmet eden binlerce sosyal tahkim, refah kurumu ve örgütlenme biçimi aracılığıyla, işçi hareketlerinin liderleri kendi bağımsız güçlerine güvenmeyi bırakır ve devlet bürokrasisi tarafından emilirler (...)

Proletaryanın ekonomik örgütlenme hareketi, tıpkı faşizmde olduğu gibi, yani sendikaların burjuva devletinin organlarına dönüşmesi anlamına gelen yasal olarak tanınmasına yönelik bir eğilimle, kendisini hapsedilmiş olarak görecektir. Özellikle reformist revizyonizmin (İngiltere’de labourizm, Rusya’da ekonomizm, Fransa’da saf sendikalizm, İtalya’da Cabrini ve ardından Rigola-D’Aragona tipi reformist sendikalizm) işçi hareketini her türlü içerikten yoksun bırakma planının, faşist sendikalizm, Mussolini’nin korporatizmi ve Hitler’in Nasyonal Sosyalizmi ile büyük ölçüde örtüştüğü açıkça görülecektir. Tek fark, ilk yöntemin burjuvazinin devrimci tehlikeye karşı sadece kendini savunmayı düşündüğü bir evreye karşılık gelmesi, ikinci evrede ise proletaryanın artan baskısı nedeniyle burjuvazinin saldırıya geçmesidir. Bu iki durumda da burjuvazi kendi sınıf çıkarları doğrultusunda çalıştığını kabul etmemiş, aksine her zaman işçilerin belirli ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak ve bir sınıf işbirliği sağlamak istediğini ilan etmiştir (...)

Savaş, özgürlükler dünyası yerine baskının daha da arttığı bir dünyaya yol açacaktır. Burjuva ekonomisinin en son emperyalist evresinin yarattığı yeni faşist sistem, modası geçmiş liberal yalanın hala dolaşımda olduğu ülkelere karşı siyasi şantajını ve askeri meydan okumasını başlattığında, bu meydan okuma ölmekte olan liberalizme tek bir uygun alternatif bırakmadı: ya faşist devletler savaşı kazanacaktı ya da hasımları kazanacaktı, ama sadece faşizmin siyasi metodolojisini benimsemeleri koşuluyla. Bu, iki ideoloji ya da toplumsal yaşama dair iki yaklaşım arasındaki bir çatışma değil, burjuva dünyasının daha yoğun, daha totaliter, daha otoriter ve ne pahasına olursa olsun kendini devrime karşı korumaya daha kararlı yeni biçiminin gelişi için gerekli bir süreçti (...)

Kapitalist dünyanın bu yeni yapısıyla karşı karşıya kalan proleter sınıf hareketi, ancak liberal hoşgörü, küçük milletlerin egemen bağımsızlığı döneminin geçtiğine üzülemeyeceğimizi ve üzülmememiz gerektiğini, aksine tarihin tüm sömürüyü, tüm tiranlıkları ve tüm baskı biçimlerini ortadan kaldırmak için tek bir yol sunduğunu anlarsa yanıt verebilecektir; Bu yol, ister hükümdar ister tebaa olsun, her ülkede işçi sınıfını yerel burjuvaziye karşı, düşüncenin, örgütlenmenin, politik tutumların ve mücadeleci eylemlerin tam bir bağımsızlığı içinde konumlandıran ve dünya işçilerinin güçlerini tek bir organizmada birleştiren devrimci sınıf eylemidir. İster barışta ister savaşta, ister "normal" ister "istisnai" durumlarda, ister hain cehhaletin planları tarafından beklensin ister beklenmesin, tüm ülkelerin sınırlarının ötesinde ve kapitalizmin kurumları tamamen yok edilene kadar eylemleri durmayacaktır.


Bölüm 6
SEÇİMCİLİK - ÇEKİMSERLİK - DEMOKRASİNİN SAVUNULMASI İLE KESINLIKLE DAYANIŞMA YOK


Alıntılar


156 - İtalyan Komünist Partisi 3. Kongresinde Solun Tezleri (Lyon Tezleri) - 1926

"III, 2 - Savaştan hemen sonra Il Soviet aşırı solun sözcüsü ve Rus devriminin politikalarını destekleyen ve anti-Marksist, oportünist, sendikalist ve anarşist yanlış yorumlara karşı çıkan ilk gazete oldu. Proletarya diktatörlüğünün temel sorunlarını ve partinin görevlerini doğru bir şekilde ortaya koydu ve en başından itibaren Sosyalist Partisi’nde bir bölünmenin gerekliliğini savundu.

Aynı grup seçimlerde çekimserliği destekledi ama Enternasyonal’in 2. Kongresi onun sonuçlarını reddedecekti. Ancak çekimserliği, anarşist basına karşı kararlı polemiklerinin de gösterdiği gibi, anarko-sendikalist tipteki anti-Marksist teorik hatalardan kaynaklanmıyordu. Çekimserlik taktiği her şeyden önce tam gelişmiş parlamenter demokrasiler için önerildi, çünkü bu siyasi ortam kitlelerin "diktatörlük" kelimesinin doğru bir şekilde anlaşılmasına kazanılmasında özel engeller yaratmaktadır; bize göre bu zorluklar Enternasyonal tarafından hafife alınmaya devam etmektedir.

İkinci olarak, çekimserlik her zaman ve her yerde uygulanabilir bir taktik olarak değil, büyük mücadelelerin daha da büyük kitle hareketlerini harekete geçirdiği bir dönemde önerilmiştir (ne yazık ki bugün durum böyle değildir).

1919 seçimleriyle birlikte burjuva Nitti hükümeti devrimci basınca muazzam bir emniyet supabı açmış ve dizginsiz seçimcilik geleneğini istismar ederek proleter saldırıyı ve partinin dikkatini başka yöne çekmiştir. Il Soviet’in çekimserliği, ardından gelen proleter felaketin gerçek nedenlerine yanıt verdiği için o zaman tamamen doğruydu.

Daha sonraki Bologna Kongresi’nde (Ekim 1919), sadece çekimser azınlık reformistlerle bir bölünme sorununu doğru bir şekilde ortaya attı, ancak bunu başarmak için çekimserlikten vazgeçildikten sonra bile maksimalistlerin bir bölümüyle bu noktada anlaşmaya varmaya boşuna çalıştı. Bu girişim başarısız olunca, çekimser fraksiyon, 2. Dünya Kongresi’ne kadar komünist partisinin kurulması için ulusal ölçekte çalışan tek kesimi olarak kaldı.

Dolayısıyla bu grup, İtalyan proletaryasının solunun kendi deneyim ve geleneklerine dayanarak, Lenin’in ve Rus devrimiyle zafere ulaşan Bolşevizmin politikalarına kendiliğinden bağlılığını temsil ediyordu.


157 - Enternasyonal Komünist Partisi Platformu - 1945

17 - Monarşinin cumhuriyetin yerine ikame edilmesi nasıl acil İtalyan sosyal sorununa yönelik herhangi bir ileri adımı temsil etmiyorsa, kurucu yetkilere sahip seçimli bir temsili meclisin toplanması da böyle kabul edilemez.

Her şeyden önce bu meclis, tam egemenliğe sahip olması gereken topraklarda, önce askeri işgal güçlerinin, ardından da mevcut çatışmayı takip edecek ve uydu devletlerde yürürlükte olacak barış örgütü tarafından tanımlanacak ve düzenlenecek silahlı güçlerin kalıcı olması nedeniyle oldukça sınırlı bir etki alanına sahip olacaktır. İtalyan Devletinin gelecekteki anayasası vatandaşlara danışılarak değil, büyük kazananlar tarafından dikte edilecektir. Seçim organı, en başından itibaren entrika ve siyasi uzlaşma kulisinde kurulacaktır. Bununla birlikte, partinin taktikleri ne olursa olsun, bunlar yalnızca programatik ilkelerinden değil, aynı zamanda seçim mekanizmalarının kullanılmasının hiçbir durumda sömürülen sınıfların ihtiyaç ve çıkarlarını yeterli bir şekilde ifade etmelerine ve hatta onlara siyasi iktidar vermelerine izin veremeyeceğinin açık ilanından da ilham almak zorunda olacaktır. Bu parti, sadece kendisini seçim kombinasyonları ve kümelenmeleri pazarında satmayacağı için değil, aynı zamanda diğer tüm partiler, uygulanacak ve daha fazla direnç gösterilmeden kabul edilecek siyasi programın mecliste (sayısal çoğunluk açısından) hangisi galip gelirse o olacağını ilan ederken, temel pozisyonu nedeniyle de kendisini şu anda diğer tüm İtalyan partilerinden ayıracaktır, Devrimci parti bu teslimiyeti hemen reddeder ve seçim zaferinin tüm temel kapitalist kurumların anayasal olarak varlığını sürdürdüğünü teyit ettiği soyut hipoteziyle (ama pratik kesinlikte), demokratik anlamda bir azınlık olsa da, bu kurumları kendi sisteminin dışından yıkmak için mücadelesini sürdürecektir. Sınıf dinamiklerinin olanaklarına göre teorik eleştiriden, Partiyi her zaman hükümetin karşısında konumlandırması gereken propagandaya, aralıksız düzen karşıtı ajitasyona ve devrimci ayaklanmaya kadar uzanan bu mücadelenin kapsamını, anayasal çoğunlukların otoritesi değil, yalnızca tarihsel durum ve güç ilişkilerinin değeri belirleyecektir.

Her şeyden önce parti, daha kolay ajitasyon ve seçim başarısı uğruna, parlamenter istişarenin egemenliğinin geçerliliğine bir tür ön saygı göstermenin yararlı olduğunu iddia eden, bu ikircikli politikadan -ki çok sayıda tarihsel deneyimin hepsi devrimci enerjilerin yozlaşması ve silahsızlandırılmasıyla sonuçlanmıştır- kurulu rejime karşı bir saldırıya geçebileceğini iddia eden her hareketi karşı-devrimci olarak ifşa edecektir.

Yerel seçimlerde parti, kısa vadeli çıkarları önceleyerek, proleter güçlerinin sorumluluklarını ve yaklaşımını diğerlerinden ayırmaktan ve tarihsel çizgisinin sürekliliğiyle tam bir tutarlılık içinde genel tarihsel iddiaları için ajitasyona devam etmekten kaçınamaz.

Durumun daha olgun aşamalarında, ki bu aşamaların Avrupa’daki yakın bağlantılar dışında gelişemeyeceği tahmin edilebilir, parti kendisini ve kitleleri, aynı zamanda mücadele organları olan sınıf karakterli temsil organları Sovyetlerin kurulmasına ve ekonomik olarak sömürücü sınıfların tüm temsil haklarının yok edilmesine hazırlar.

Parti, devrim öncesi ve sonrası her türlü proleter organın inşasında, işçiler arasında cinsiyete dayalı hiçbir ayrım yapmaz; mevcut temsili rejimde kadınlara oy hakkı tanınması sorunu onun için ikincil bir sorundur, çünkü ekonomik eşitsizliğin, kurtuluşları ancak kişisel ve ailevi olmayan bir ekonomide düşünülebilecek olan kadınların boyun eğdirilmesi de dahil olmak üzere, aşılmaz bir boyun eğdirme yarattığı bir ortamda oy hakkının kullanılmasının saf bir yasal kurgu olduğu eleştirel zemininden kendini ayıramaz.


158 - Partinin 1945 Platformuyla Bağlantılı Olarak Savaş Sonrası Durum Üzerine Perspektifler - 1946

Bu nedenle, üçüncü bir emperyalist savaş durumunda hareketimiz için ilan edilen tutum, büyük mücadelenin her iki tarafında da "savunmacılığa" (zaten iyi bilinen ve Lenin’in 1914-18 yılları arasında oportünizmin ilk döngüsüne karşı eleştirel ve politik savaşında kullandığı bir terim) uzaktan benzeyen herhangi bir parolayı reddetmek ve her türlü "arabuluculuğa" karşı çıkmaktır. Bununla, devrimci proletaryanın gücünü ve çabasını yöneltmesi gereken birincil ve ön hedef olarak, sınıfsal ezenlerinin devrilmesini değil, mevcut toplumun örgütlenme biçiminde, gelecekteki fetihler için daha elverişli bir zemin sağlayacak bazı değişikliklerin başarılmasını gösterme iddiasını kastediyoruz.

Oportünizmin "savunmacı" yönü, mevcut toplumsal düzende işçi sınıfının, üst sınıfların hükmettiği ve sömürdüğü sınıf olmakla birlikte, mevcut toplumsal düzenin belirli özelliklerinin tehdit altına girmesi halinde koşullarının yüz bir şekilde kötüleşeceğini görme riskini taşıdığı iddiasından ibarettir.

Bu nedenle, proletaryanın yenilgici hiyerarşilerinin onu sınıf mücadelesini terk etmeye ve ulusal ya da küresel düzeyde diğer toplumsal ve siyasi güçlerle koalisyon halinde özgürlük, demokrasi, temsili hükümet sistemi, anavatan, ulusal bağımsızlık, evrensel pasifizm vb. gibi son derece çeşitli önermeleri savunmaya çağırdığını onlarca kez gördük, vb. gibi çok çeşitli önermeleri savunarak, tek devrimci sınıf olarak proletaryanın burjuva dünyasının tüm bu geleneklerini kapitalist ayrıcalığın her seferinde kendisini korumak için sahip olduğu en iyi zırh olarak gördüğü ve devrimci mücadelede zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmadığını bildiği Marksist tezleri bir kenara bırakmaktadır. Değerli tarihsel mirasın yöneticisine, burjuva siyasetinin iflas etmiş ideallerinin kurtarıcısına dönüştürülen bu proletarya, "savunmacı" oportünizmin birinci ve ikinci emperyalist savaşlar sırasında ortaya çıkan yıkıcı krizlerde her zamankinden daha sefil ve köleleştirilmiş olarak sınıf düşmanlarına teslim ettiği proletaryadır.

Oportünist yozlaşma artık yalnızca işçi sınıfının sahip olduğu ve kaybetmeye hazırlandığı çıkarların koruyucusu kisvesi altında değil, aynı zamanda burjuvazinin en modern ve gelişmiş kesiminin ve partilerinin şikayetçi ve cömert yardımlarıyla elde edebileceği ön kazanımların daha çekici yönü altında da ortaya çıkmaktadır; bu da onu azami fetihlerine sıçramanın daha kolay olacağı bir yere götürmektedir. İtalyan sosyalistlerinin 1914’te Mussolini tarafından çağrıldıkları devrimci savaştan, Üçüncü Enternasyonal’den dönenlerin son savaş sırasında ortaya attıkları partizan ayaklanmasına ve ilerici demokrasiye kadar, "intermediatizm" binlerce biçimde zafer kazandı, ancak her zaman sınıf işbirliğiyle sonuçlandı, devrimci mücadelenin ve proletarya diktatörlüğünün bir vekili olarak, bu ilke kaçakçılığını Lenin’e atfettikleri taktik esnekliğinin uygulanması olarak kamufle etmenin ağırlaştırıcı koşuluyla. "Proleter Avrupa" ve "Dünya Birleşik Devletleri" gibi anlamsız ve zor anlaşılır ifadeler ve Marx ve Lenin’in tüm siyasi iktidarın proletarya tarafından silahlı fethi şeklindeki merkezi programatik önermesinin yerine kullanılan diğer muğlak ifadeler de benzer bir durumdur.

Sonuç olarak, bir dahaki sefere dünya emperyalist cephesinde bir yarılma olduğunda, devrimci işçi siyasi hareketi, ancak bir cephede Batı demokrasilerinin temsili özgürlüğü uğruna, diğer cephede ise Rus proleter ve komünist iktidarı uğruna tüm cephanesini harcamasını isteyen "savunmacı" oportünizmin iki tuzağından nasıl kaçınacağını bilirse kendini kurabilecek, direniş gösterebilecek ve tarihsel bir ayaklanma başlatabilecektir. Aynı şekilde, sınıfçılığın yeniden başlamasının koşulu da, bir yandan Moskovacı totalitarizme karşı parlamenter hükümet yöntemini destekleyen cephenin, diğer yandan da sözde Sovyet rejiminin batılı kapitalist ülkelere yayılmasında yatan sonraki devrimci kurtuluşlarına giden yolu göstererek kitleleri kandırmaya çalışan tüm "ara "cılığın benzer şekilde reddedilmesidir.


159 - ’Garibaldad’dan Sonra - 1948

Ancak kazanmış olsalardı, ne Barbarossa ne de "gri bıyık" (2) İtalya’yı işgal ederdi. Durumları belirleyen seçim hesapları değil, iktidar pozisyonlarında, üretim ve tüketim üzerindeki amansız kontrollerde, örgütlü, maaşlı bir polis gücünde, efendilerinin kontrol ettiği denizlerde seyreden filolarda cisimleşen ekonomik faktörlerdir.

Cumhuriyet hükümetine seçilen herhangi bir kişinin, İtalyan vasal devletini yöneten küresel kapitalist güçlere hizmetlerini sunmaktan ya da istifa etmekten başka seçeneği olmayacaktır. "Sabotaj" yapmaya gelince, bu da parlamento sancaktarının rolüne ilişkin bir başka yanılsamadır. ’Portföylü’ küçük politikacıları insafına bırakan ve onları sabote edebilecek olanlar burjuva tüccar çevreleri ile yüksek sivil ve askeri makamlardır, tersi değil.

Seçim mekanizması artık konformizmin ve kitlelerin ’çok yüksek potansiyelli merkezlerin’ etkisine boyun eğmesinin amansız etki alanına girmiştir, tıpkı demir filizlerinin manyetik güç alanlarına boyun eğerek hizalanması gibi. Seçmen açık bir ideolojiye ya da bir parti örgütüne değil, daha ziyade bir güç çağrışımına bağlıdır ve oy kabininde kesinlikle tarihin ve sosyal bilimin büyük sorunlarını çözmez, ancak yüz üzerinden doksan dokuz kez kapsam dahilindeki tek şeyi çözer: kim kazanacak? Dolayısıyla bir milli piyango oyuncusu gibidir; oynadığı oyunda kesinlikle hiçbir uzmanlığı olmadan en iyi tahminini yapar ve aynı zamanda kendi içten sempatilerini de reddeder.

Kimin en güçlü olduğunu tahmin etmeye yönelik bu çetin sorunla, aday hükümetle, hükümet de uluslararası ortamla yüzleşir. Seçmen, oy verdiği adayla ilgili olarak bununla yüzleşir; günlük zorlu mücadelesinde kişisel destek arar, ancak bu desteği kendisi getirmez.

Seçimden bir gün önce De Gasperi’nin (3) kazanacağı bilinseydi, oyların sadece yüzde 50’sini değil, yüzde 90’ını alırdı. Cephelilerin diyalektiği bu noktaya varmıştı ve her türlü ciddi konudan kaçınılıyor ve baskın meşguliyetin önüne geçiyordu: kazanmalıyız! (ve Pantalone’nin (4) parasıyla, oy toplayıcılara, askıya alınanlara ve büyüleyici "bağımsız" yandaşlara ödeme yapabiliriz). Mussolini başka bir şey söylemedi, De Gasperi söyledi ve bunu yapmakta hiç tereddüt etmedi.

Hıristiyan Demokratların rakiplerinin tüm politika ve taktikleri bozguncu olmuştur. Bu sözde kitle örgütlerinin liderleri oportünizmi o kadar uzun süre uyguladılar ki, sömürülen sınıfın demokratik yolla iktidara gelebileceği yanılsamasını reddettiğini seçmenlere ilan eden bir programa ve ilkeli bir muhalefet tutumuna sahip bir partinin seçim sahasındaki mücadelelere katılarak herhangi bir ilerleme kaydetmesinin artık mümkün olmadığı bir duruma yol açtı.

Bugün, seçimcilik yalnızca iktidar vaadiyle, marjinal iktidar kırıntılarıyla düşünülebilir.


160 - Partinin Karakteristik Tezleri - 1951

III, 17. (...) Gerçekte faşizm, Marksist tarih vizyonunun tam bir kanıtıydı: ekonomik yoğunlaşma yalnızca kapitalist üretimin toplumsal ve uluslararası karakterinin kanıtı olmakla kalmıyor, aynı zamanda burjuvaziyi birleşmeye ve baskısı henüz kapitalist devletin savunma kapasitesinden çok daha zayıf olan proletaryaya karşı sosyal savaş ilan etmeye teşvik ediyordu.

Öte yandan Enternasyonal liderleri, Rusya’daki Kerenski dönemiyle ciddi bir tarihsel kafa karışıklığı yaratarak, yalnızca teorik yorumlamada ciddi bir hataya değil, aynı zamanda taktiklerin kaçınılmaz olarak devrilmesine de yol açtılar. Proletarya ve komünist partiler için mevcut koşulların savunulması ve korunmasına yönelik bir strateji belirlendi ve işçilere bazı acil avantajların tanınması ve halkın demokratik haklarından mahrum bırakılmaması gerektiğini savunan tüm burjuva gruplarla birleşik bir cephe oluşturmaları tavsiye edildi. Bu gruplar bu şekilde faşistlerden çok daha az kararlı ve zeki, dolayısıyla da çok zayıf müttefiklerdi.

Enternasyonal, faşizmin ya da nasyonal sosyalizmin ne despotik ve feodal yönetim biçimlerine geri dönme girişimiyle, ne büyük sanayilerdeki daha ileri kapitalist sınıfa karşı sözde sağcı burjuva kesimlerin zaferiyle, ne de işverenlerle proletarya arasındaki ara sınıfların özerk bir hükümet kurma girişimiyle hiçbir ilgisi olmadığını anlamadı. Faşizmin, ikiyüzlü bir parlamentarizmden kurtulurken, diğer yandan, en bedbaht sınıflar için sadece geçimlik bir ücret değil, aynı zamanda elbette devletin çıkarları doğrultusunda alınan bir dizi önlem ve devlet müdahalesi yoluyla refahlarında bir dizi iyileştirme sağlayan sözde Marksist reformizmi tamamen miras aldığını da anlamadı. Komünist Enternasyonal böylece, 1926’dan itibaren Enternasyonal başkanı tarafından İtalya Komünist Partisi’ne dayatılan "özgürlük için mücadele" sloganını başlattı. Oysa partinin neredeyse tüm militanları dört yıl boyunca, anayasal ve parlamenter güvenceler lehine tüm demokratik, monarşist ve Katolik partilerle koalisyonu reddederek faşizme karşı özerk bir sınıf politikası yürütmek istemişlerdi. İtalyan Solu’nun Enternasyonal liderlerini, seçtikleri (ve sonunda Ulusal Kurtuluş Komiteleri ile sonuçlanan!) yolun tüm devrimci enerjilerin kaybına yol açacağı konusunda uyarması ve tüm burjuva ve küçük burjuva partilerinin yanı sıra sözde proleter partilerin antifaşizminin gerçek anlamının açıkça kınanmasını talep etmesi boşuna değildi.

Komünist partinin çizgisi doğası gereği saldırgan bir çizgidir ve hiçbir durumda kapitalizme özgü koşulların hayali bir şekilde korunması için mücadele edemez. Eğer 1871’den önce işçi sınıfı burjuva güçlerle yan yana mücadele etmek zorunda kaldıysa, bu bazı avantajlara tutunmak ya da eski zamanlara imkansız bir dönüşten kaçınmak için değil, tüm köhnemiş siyasi ve toplumsal biçimlerin tamamen yok edilmesine yardımcı olmak içindi. Günlük ekonomi politikasında, tıpkı genel politikada olduğu gibi, işçi sınıfının kaybedecek ve dolayısıyla savunacak hiçbir şeyi yoktur. Saldırı ve fetih, onun tek görevidir.

Sonuç olarak, devrimci parti kapitalizmin totaliter biçimlerinin gelişini kendi doktrininin doğrulanması ve dolayısıyla tam ideolojik zaferi olarak yorumlamalıdır. Devrimci iç savaşa hazırlanmak için proleter sınıfın zalimlere nazaran etkin gücüyle ilgilenmelidir. Bu ilişki şimdiye kadar yalnızca oportünizm ve tedricilik tarafından elverişsiz hale getirilmiştir. Devrimci parti, nihai saldırıyı kışkırtmak için elinden geleni yapmalı ve bunun mümkün olmadığı durumlarda, düşman sınıftan hoşgörü ve af için aptalca yalvarmak anlamına geldiği için aptalca olduğu kadar bozguncu bir "Defol Şeytan" sloganı atmadan yüzleşmelidir.

IV,12. İtalya Sosyalist Partisi’nin "çekimser fraksiyonu", çok daha temel konularda Komünist Enternasyonal’e karşı mücadelesini ve muhalefetini haklı bulduğumuz III Enternasyonal’in İtalyan şubesinde kuruluşunda ağırlıklı bir rol oynamasına rağmen, bizim ait olduğumuz uluslararası akım, oy vermekten kaçınmasıyla karakterize edilemez.

Kapitalist devlet, Marksizmin başından beri kınadığı sınıf diktatörlüğünün sürekli daha belirgin bir biçimini alırken, parlamentarizm zorunlu olarak tüm önemini yitirmektedir. Eski burjuva geleneğinin seçilmiş organları ve parlamentosu artık birer kalıntıdan başka bir şey değildir. Artık hiçbir içerikleri yoktur, sadece demokratik ifadeler varlığını sürdürmektedir ve bu da toplumsal krizler anında Devlet diktatörlüğünün kapitalizmin nihai kaynağı olduğu ve proleter devrimci şiddetin bu devlete karşı yöneltilmesi gerektiği gerçeğini gizleyemez. Bu koşullarda Parti her türlü seçimle ilgilenmeyi bir kenara bırakır ve bu yönde hiçbir faaliyet geliştirmez.


161 - Ceset Hala Yürüyor - 1953

Hem Lenin’in o zamanki düşüncesinde hem de çok geçmeden İkinci Kongre’de parlamentarizm üzerine yapılan tartışmalarda ve tezlerde temel sorunun sosyal-pasifistlerin proletarya partisinden tasfiyesi olduğu ve seçimlere katılıp katılmamanın ikincil bir sorun olduğu açıktır.

Ancak bugün bizim için, savaştan hemen sonra o zamanlar neyi savunduğumuz da açıktır: güçlerin devrimci zemine aktarılmasını sağlamanın tek yolu, zaten çok fazla Satürn kutlamış olan demokrasi ve seçimlerin muazzam çekiciliğini etkisiz hale getirmek için muazzam bir çaba sarf etmekti.

Moskova tarafından arzulanan taktik, Livorno partisi tarafından disiplin ve angajmanla izlendi. Ancak ne yazık ki, devrimin demokrasinin yozlaştırıcı taleplerine tabi kılınması hem uluslararası hem de yerel düzeyde çoktan başlamıştı ve Leninistlerin iki sorunu ve bunların göreli ağırlıklarını uzlaştırma yöntemi dayanılmaz hale geldi. Kuyruğunuzu bir makineye kaptırmışsınız gibi, parlamenter sistem kaçınılmaz olarak sizi içine çeker ve ezer. Lenin’in savunduğu gibi "gerici" zamanlarda kullanılması mümkündü; ancak devrimci bir saldırının mümkün olduğu zamanlarda, burjuva karşı-devriminin çok kolay bir şekilde üstünlük kazandığı bir manevradır. Tarih defalarca ve pek çok farklı bağlamda, devrimden seçimcilikten daha iyi bir saptırma olmadığını kanıtlamıştır (...)

Tüm bunları bir kez daha hatırlayacak olursak, seçimciliğin, parlamentarizmin, demokrasinin ve özgürlüğün her iddiası ile bir yenilgi, proleter sınıf potansiyelinde bir geri adım arasında var olan yakın bağı tespit etmek içindir (...)

Aynı şey "Dolandırıcılık Yasası"na karşı verilen "tarihi mücadele" için de söylenmelidir (5). Seçimler sadece kendi başlarına hileli olmakla kalmaz, aynı zamanda her bir oya eşit ağırlık verdikleri iddia edildiğinde daha da hileli olurlar. İtalya’da tüm bu karmaşa, 20 milyon seçmeni çeşitli doğaçlama koyun ağıllarına yönlendiren birkaç bin aşçı, aşçı yardımcısı ve şişe yıkayıcı tarafından uydurulmaktadır.

Eğer parlamentonun amacı sadece vatandaşları kandırmak değil de gerçekten teknik olarak bir şeyleri yönetmek olsaydı, azami beş yıllık ömrünün birini seçimlere, diğerini de kendisini nasıl oluşturacağına dair yasayı tartışmaya ayırmazdı!


162 - Batı’nın Anti-kapitalist Devrimi - 1953

Durumu telafi etmek için şu noktaların hepsinin kanıtlanması gerekecektir: Rusya’da sosyalizmin inşa edilmediği; Rus devletinin, eğer savaşırsa, sosyalizm için değil, emperyalist rekabetler nedeniyle savaşacağı; ve özellikle Batı’da, demokratik, halkçı ve ilerici hedeflerin işçi sınıfını kesinlikle ilgilendirmediği gibi, köhnemiş bir kapitalizmi ayakta tutmaya hizmet ettiği.


163 - Kolay Alay - 1959

Uzun zaman önce yararlandığımız aynı kaynaklardan yararlanarak, şimdi geldiğimiz noktada, kişisel görüşlerin eşit ağırlıkta olduğunu düşünerek, bu yönteme ilişkin tüm batıl inançları yerle bir ediyoruz; ve aynı şekilde, bu yöntemi toplumsal, sınıfsal ve hatta parti düzeyinde kullanan herkesin bir şarlatan olduğunu ilan ediyoruz: Çünkü bu zavallı sahtekarlar, sınıf ve partiden toplumu dönüştüren güçler olarak bahsederler ama onları, kendilerini içinden bir türlü çıkaramadıkları demokratik-burjuva toplumunun kötü parodileri olarak görürler.








SONUÇ

Bu uzun çalışma, giriş bölümünde de belirtildiği gibi, partili yoldaşlara yöneliktir ve partinin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden kurulduğu ve yozlaşıp yok olması pahasına faaliyetlerinin temelini oluşturmaya devam etmesi gereken temel kavramları hatırlatmaktadır. Aynı zamanda, Kasım 1973’te örgüt tarafından "ihraç edilen" grubun düşünce ve eylem çizgisinin bir ifşasını oluşturmaktadır; bu çizgi, saptırmayı reddettiği ve takip etmeye devam edeceği çizgidir.

Bu örgütsel bölünmelerin temelinin pozisyon farklılıklarında aranması gerektiğinden, niyetimiz, polemiklere ve suçlamalara girmeden, 50 yıldır Komünist Solun karakteristiği olan pozisyonları, bunları "görüşlerimizden" değil, temel metinlerimizden; partinin uzun ve zorlu yaşamı boyunca iddia ettiği ve yazdığı her şeyden türeterek sistematik bir çalışmada açıklamak olmuştur.

Biz kimseyle "diyalog" istemiyoruz. Tek istediğimiz, 1974 yılında, Enternasyonal Komünist Partisi adını taşıyan militan örgütün bu pozisyonları açıkça kendi pozisyonları olarak kabul etmesidir, çünkü bunlar tek başına hepimizin, liderlerin ve tabanın takip etmesi gereken süreklilik çizgisini oluşturmaktadır. Kalmamız ya da gitmemiz, birleşmemiz ya da ayrılmamız, pozisyonların net bir şekilde ortaya konması temelinde gerçekleşir. "Bizim" pozisyonlarımızı, 1920’den 1970’e kadar kesintisiz bir çizgi halinde var olan temel metinlerimizden alıntılara atıfta bulunmaktan başka bir şekilde ifade edemedik.

Eğer önceki sayfalarda yazılanlar mevcut örgütün ilerlemek istediği temel ise, ondan ayrı kalmak için hiçbir nedenimiz yoktur ve kendimizi tamamen örgütün emrine verebiliriz. Eğer durum böyle değilse ve Programma Comunista bayrağı altında kampanya yürütenler için yazılan her şey "kazların sıçrayabileceği bir tür gölet" teşkil ediyorsa, o zaman tarih bu pozisyonların savunulmasını ve yeniden teyit edilmesini, mevcut örgütlü oluşum tarafından izlenen yoldan farklı bir yolda, bu sonuncusu onlardan farklı pozisyonları savunduğu ölçüde gündeme getirmiş demektir. Eğer durum buysa, örgütsel bölünme açıkça haklıdır, zira partiye katıldığımızda ilk ve son olarak benimsediğimiz pozisyonlara olan inancımızı terk etmeye kesinlikle niyetimiz yoktur.

Partide yalnızca bu pozisyonlara sadık kalanların kaldığını; bunları terk eden, gizemleştiren ya da unutanların organik bir şekilde ayrıldığını savunuyoruz. Tüm yoldaşları bu hususlara yönlendiriyoruz. Eklenecek başka bir şey yoktur.








Notlar

1. Ulusal Kurtuluş Komitesi (İtalyanca: Comitato di Liberazione Nazionale, CLN) siyasi bir şemsiye örgütüydü ve Cassibile ateşkesinin ardından İtalya’nın Alman işgaline karşı savaşan İtalyan partizanların ana temsilcisiydi. Üyelerini faşizm karşıtlığında birleşen çok partili bir oluşumdu.

2. İtalyanca bir kelime oyunu. Stalin ("gri bıyık") Kutsal Roma İmparatoru Barbarossa ("kızıl sakal") ile karşılaştırılır. Barbarossa İtalya’ya beş sefer düzenlemiş ancak burada hegemonya kurmayı başaramamıştı.

3. Hıristiyan Demokratların kurucusu olan De Gasperi, Aralık 1945’te İtalyan Komünist ve Sosyalist partilerinin de dahil olduğu bir hükümetin başbakanı oldu.

4. Pantalone: Commedia dell’arte’de bir karakter. Bu durumda devleti ya da daha iyisi vergi mükellefini temsil eder.

5. "Legge truffa" ya da solcuların deyimiyle "dolandırıcılık yasası", 1953 yılında kabul edilen ve amacı ulusal seçimlerde %50’nin biraz üzerinde oy alan partilerin çoğunluğunu "prim" vererek güçlendirmek ve Temsilciler Meclisi’ndeki sandalyelerin %65’ine çıkarmak olan bir yasaydı. Yasaya karşı çıkanlar mücadelelerini bir "demokrasi savaşı" olarak sundular.









Ek

Partinin Devrime Hazırlığı Onun Organik Doğasında Yatmaktadır

Floransa (25-26 Mayıs 1985) ve Ivrea (7-8 Eylül 1985) toplantılarına ilişkin rapor - "Il Partito Comunista", sayı 135 ve 136, Kasım ve Aralık 1985
  1.  Sınıfın organik lideri olarak parti
  2.  Komünist Enternasyonal’in yozlaşmasının nesnel faktörleri
  3.  Tarihsel durumun ve partinin görevlerinin değerlendirilmesi
  4.  Partinin sürekli olarak hazırlanması ihtiyacı
  5.  Partinin kompaktlığı ve üniter yapısı, partinin organik faaliyet
  6. Karşı devrimlerin dersleri
  7. İlkeler, program ve taktikler arasındaki ilişki
  8. Parti içi siyasi mücadeleye karşı
  9. Sonuçlar

 

 

 


1. Sınıfın organik lideri olarak parti

İlk hareket noktası, partinin kendisinin devrimci proletaryanın organik önderliğini oluşturmasını sağlayacak tarihsel koşulların gerçekleşmemesi halinde hiçbir zaman devrimci bir zafer elde edilemeyeceğinin bilincinde olmasıdır.

Parti, yalnızca devrimin zaferi için mücadele etmeyi seçmekle kalmayıp, aynı zamanda partinin peşinde olduğu hedeflerin farkında olan ve bu hedeflere ulaşmak için gerekli yöntemleri bilen militanları örgütler.

Bu, bireysel bilincin partiye kabul için bir koşul olduğu anlamına gelmez, ki bunu kesinlikle reddediyoruz; yine de bu temel ve ilkesel tez, her organik parti ilişkisinin, saflarında açık ya da daha kötüsü diplomatik fiziksel zorlama yöntemleri kullanıldığında varlığının sona erdiğini ima eder ki bunu devrimden önce, devrim sırasında ve devrimden sonra reddediyoruz. Bu tez aynı zamanda parti üyelerinin propaganda ve ajitasyona tabi tutulması gereken hammaddeler olarak değil, ortak devrimci hazırlık için birlikte ortak bir çabanın yürütüldüğü yoldaşlar olarak görülmesi gerektiğini de ortaya koymaktadır: bu tez aynı zamanda partinin özgül koşullardan bağımsız olarak tarihsel evriminde kendisi için sınıfı temsil ettiği tezini de içermektedir.


164 - Komintern’in 6. Genişletilmiş Yürütme Kurulunda Sol temsilcinin konuşması - 1926

Partinin bir görüş oluşturmasına ve bunu açık yüreklilikle ifade etmesine izin verilmesi kesinlikle vazgeçilmezdir. İtalyan partisinin kongresinde, parti içinde ajitasyon ve propaganda arasında bir ayrım yapmamanın hata olduğunu söyledim. Ajitasyon, belirli sayıda çok basit fikri açıklığa kavuşturmak için geniş bir kitle arasında yürütülür; buna karşın propaganda, daha fazla sayıda karmaşık fikri ortaya koyduğumuz nispeten sınırlı bir yoldaş tabakasını ilgilendirir. Düştüğümüz hata, kendimizi parti içinde ajitasyonla sınırlamak; parti üyesi kitleyi ilke olarak zihinsel engelli olarak görmek; onları ortak çabanın aktif bir unsuru olarak değil, harekete geçirilebilecek unsurlar olarak ele almak oldu. Ezbere öğrenilen formüllere dayalı bir ajitasyon, geniş kitleleri harekete geçirmeyi amaçladığında ve inisiyatif ve bilinç ikincil bir rol oynadığında bir dereceye kadar düşünülebilir. Ancak parti içinde işler tamamen farklıdır. Parti içinde bu yöntemlere son verilmesini istiyoruz. Parti, işçi sınıfının sınıf bilincine sahip ve sınıf bilincinin hakim olduğu kesimini kendi içinde toplamalıdır - tabii daha önce bize karşı bir suçlama (ve temelsiz bir suçlama) olarak kullanılan elitist teoriyi savunmuyorsanız. Parti üyeleri kitlesinin kolektif bir siyasi bilinç geliştirmesi, komünist partisinin karşı karşıya olduğu sorunları derinlemesine incelemesi gereklidir. Bu anlamda, partinin iç rejimini değiştirmek son derece acil bir meseledir.

Fiziksel sınıfın kendisi için sınıfa karşılık gelmesi ancak tarihin nadir anlarında gerçekleşir ve bu, partinin sayısal olarak önemli olduğu anlarda bile üzerinde çok az etkide bulunabileceği nesnel bir süreçtir. Aksine, partinin devrimci hazırlık çalışması her zaman dış etkilerden ve gelişen durumlardan kesinlikle etkilenecek olan son derece öznel bir şekilde gerçekleştirilir, ancak her durumda bu görev ancak resmi örgütün kendisini tarihsel parti düzeyinde tutmak için sürekli bir çaba göstermesiyle başarılabilir.



2. Komünist Enternasyonal’in yozlaşmasının nesnel faktörleri

Metinlerde ve tezlerde birçok kez belirtildiği gibi, Solun 1922’den 1926’ya kadar Enternasyonal’in merkeziyle yürüttüğü savaşa geri dönmek gerekir, çünkü Üçüncü Enternasyonal’in küllerinden dünya partisinin yeniden doğuşunun tarihsel koşulları tam da bu savaş sayesinde ortaya çıkmıştır. Devrimin yenilgisi ve partinin tam da karşı devrimin zaferinden çıkarılan dersler temelinde yeniden doğuşu bu nedenle ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır.

Solun 1922-1926 arasındaki kritik yıllarda Stalinizme karşı verdiği mücadelenin önemini ancak karşı-devrimin zaferini belirleyenin nesnel faktörler olduğu yönündeki özel tezimiz ışığında anlayabiliriz. Öznel yönlere (Enternasyonal merkezinin hatalarına) çok fazla vurgu yapan herkes, tam da bu dönemdeki Rus ve Avrupa olaylarının sınıfsal önemini anlama olasılığını ortadan kaldırdıkları için, en temel komünist ilkeleri kendileri terk etmişlerdir.

Tezimiz tüm metinlerde yeniden teyit edilmektedir ve bu bizi yalnızca Moskova damgalı resmi oportünizmden değil, aynı zamanda binlerce sözde devrimci grubun birçok yönden daha da kokuşmuş oportünizminden de ayırmaktadır.


165 - Günümüzde Rusya’nın Ekonomik ve Sosyal Yapısı - 1957

118 - Rusya’da devrimci evre yeni güçleri devreye sokacak ve ölü biçimleri kısa bir döngüde yıkacak kadar olgunlaşmıştı; Rusya dışında, Avrupa’da durum sahte bir şekilde devrimciydi ve güçler dizisi belirleyici değildi; davranışın belirsizliği ve değişkenliği, sınıfın potansiyelinin tarihsel eğrisinin sapmasının bir nedeni değil, bir sonucuydu. Eğer bir hata varsa ve eğer insani ve siyasi bir hatadan söz etmek gerçekten anlamlıysa, bu hata, binilebilecek tarihsel otobüsü kaçırmaktan değil, Rusya’daki mücadelede üstün durumun varlığını görmekten, Avrupa’da bunun akıllıca illüzyonist hilelerle değiştirilebileceğine inanmaktan, hareketin perspektifinden, Batı’da proleter iktidarın omnibüsünün henüz gelmediğini ve bu nedenle Rusya’da sosyalist ekonominin gelişini işaret etmenin bir yalan olduğunu söyleyecek güce sahip olmamaktan kaynaklanıyordu.

Bununla birlikte, Komünist Enternasyonal’in ilk yıllarındaki taktiksel ve örgütsel hataların küçümsenmemesi gerektiğinin altını defalarca çizdik; karşı-devrim bu hatalar olmadan gerçekleşmeyeceği için değil, partiyi doğru devrimci yola sokmanın maddi olasılığı tam da bu hataların önemiyle kolektif olarak ilgilenmekte ve Solun zamanında yanıt vermesinde yattığı için.

Sol tarafından Enternasyonal’e derhal gösterilen zayıflıklar, taktik sorununun ortaya konma biçimiyle (açık ve kesin sınırların olmaması) ilgiliydi; Avrupa kapitalist ülkelerinde siyasi iktidarı ele geçirme mücadelesine yönelik sabırsız, ancak yersiz olmayan tutum; manevracılık, Rusya deneyiminin büyük Avrupa kapitalist ülkelerine genelleştirilmesi (çifte devrimler alanındaki taktiklerin tek devrim alanındakilerle karıştırılması); ve örgütsel alanda komünist partilerin devrimci olmayan partilerle füzyonizm uygulaması.

Bu tür zayıflıkların Sol tarafından Enternasyonal liderlerinin sözde öznel yetersizliklerine atfedilmediğini defalarca yazdık. Bununla birlikte, Sol, bu tür zayıflıkların uygulanmasında ısrar etmenin Enternasyonal’in zayıflamasına ve ardından yok olmasına yol açacağını biliyordu. Bu nedenle II. Kongre’den itibaren Sol, partinin tamamını değilse bile en azından Enternasyonal’e hayat veren omurgayı korumak amacıyla, bu tür zayıflıkların bir bütün olarak Enternasyonal üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmek için harekete geçti. Ancak daha sonraki olayların seyri, bu sınırlı sonucu elde etmek için bile olabileceklerin en kötüsü oldu. Enternasyonal’in daha sonraki çöküşü, Enternasyonal’in teori ve ilke sorunlarını kesin olarak çözmüş olmasına rağmen, taktik sorununu bu kadar kesin bir şekilde ele almadığını ve sonuç olarak oportünizmin bu gedikten bir kez daha girebildiğini doğruladı.



3. Tarihsel durumun ve partinin görevlerinin değerlendirilmesi

Tarihsel durumun doğru değerlendirilmesi temel önemdedir, çünkü aksi takdirde yalnızca taktiksel çağrışımlar değil, bunun sonucunda partinin fizyonomisi, işlevi ve özel görevleri de belirsizleşecektir.

1919-26 yıllarından çıkarmamız gereken ders, son tahlilde, Enternasyonal’in öznel hatalarını da açıklayan şeyin kapitalizmin güçlü devrimci dalgaya direnme kapasitesi olduğudur. Takip eden yıllarda küresel kapitalizm, emperyalist ülkelerin işçi sınıfının masadan önemli kırıntılarla dünyanın sömürülmesine katılmasına izin verebilmiştir. Materyalist bir bakış açısıyla, Batı işçi sınıfının büyük bir kısmının, sınıfın oportünist partiler tarafından siyasi kontrolü yoluyla ifade edilen kapitalizmin gerekliliklerine tamamen boyun eğmesinin başka bir açıklaması olamaz; aksi takdirde oportünizmi sosyal ve ekonomik değil, ahlaki bir olgu olarak görmemiz gerekirdi. Bununla birlikte, işçi sınıfının kapitalist sisteme "entegrasyonu" teorisinden taviz verilmemelidir, çünkü aynı zamanda Batılı ve emperyalist ülkelerin aynı işçi sınıfının, tarihsel hedeflerine ulaşmak için sınıf mücadelesini 1919’dakinden daha güçlü olmasa bile daha güçlü bir şekilde ifade etmek için zorunlu olarak geri döneceği kesin öngörüsünü yeniden teyit etmeliyiz. Ama ne zaman? Emperyalizm ile emperyalist ülkelerin işçi sınıfı arasındaki ittifakın maddi temeli, aynı şekilde maddi nedenlerle bozulduğunda.

Partinin hem kalıcı hem de geçici taktiksel ve örgütsel görevleri, devrimci sınıf mücadelesinin yeniden canlanmasını belirleyen bu tarihsel süreçle doğrudan bağlantılı olmalıdır. Parti, öngörülere tekabül eden maddi bir durumla desteklenmeyen ve teorinin ışığında kapsamlı bir şekilde açıklanmayan yöntem ve davranışları benimsememelidir, aksi takdirde bunlar partinin temel özelliklerine gölge düşürecektir. Hedefler, ilkeler, taktikler ve durum analizi arasında kesin bir ilişki kurulmadığı takdirde, parti kendi ayırt edici özelliklerine halel getirecek davranışlar sergilemeye başlayacak ve kaçınılmaz olarak aktivizme ve iradeciliğe saplanacaktır.


166 - İtalya KP’nin Üçüncü Kongresinde Solun Tezleri (Lyon Tezleri) - 1926

I, 3 - Taktik kararlar alınmadan önce durumlar incelenmeli ve anlaşılmalıdır, çünkü bu, harekete mümkün olan en geniş ölçüde önceden tahmin edilmiş bir eylemin zamanının geldiğini işaret eder; liderlerin keyfi kararlarıyla "doğaçlamalara" ve "sürprizlere" yol açmamalıdırlar. Taktikleri ana hatlarıyla öngörme olasılığını inkar etmek - durumları öngörmek değil, ki bu daha az kesinlikte mümkündür, ama nesnel durumların ilerlemesine dayalı çeşitli varsayımsal senaryolarda ne yapmamız gerektiğini öngörmek - partinin görevini inkar etmek ve parti üyelerinin ve kitlelerin her durumda merkezin emirlerine yanıt vereceğine dair verebileceğimiz yegane garantiyi reddetmektir.

Bu anlamda parti bir ordu, hatta bir devlet aygıtı, yani hiyerarşik otoritenin hüküm sürdüğü ve gönüllü bağlılığın hiçbir şey ifade etmediği bir organ değildir; parti üyesi için her zaman maddi yaptırımlar içermeyen şekilde emirleri yerine getirmeme seçeneği vardır: partiden ayrılmak. İyi taktik, durumların değişmesi ve merkezin partiye ve daha az kitlelere danışacak zamanı olmaması halinde, partinin kendi içinde ve proletarya içinde devrimci kampanyanın başarısına ters yönde etki edebilecek beklenmedik yansımalara yol açmayan taktiktir. Partinin emirlere nasıl tepki vereceğini ve hangi emirlerin iyi bir karşılık bulacağını öngörme sanatı, devrimci taktiklerin sanatıdır: bu ancak geçmiş eylemlerden edinilen ve açık eylem kurallarında özetlenen deneyimin kolektif kullanımına emanet edilebilir; militanlar bu görevlerin yerine getirilmesini liderlere emanet ederek, bu liderlerin görevlerine ihanet etmemelerini ve hareketin emirlerini verimli ve kararlı bir şekilde yerine getirmeyi sadece görünüşte değil, esasen taahhüt etmelerini sağlarlar. Partinin mükemmel değil, mükemmelleştirilebilir olduğu göz önünde bulundurulduğunda, belli bir şematizasyonu gerektirse bile, taktik kılavuzların netliğine ve ikna gücüne çok şey feda edilmesi gerektiğini söylemekten çekinmiyoruz: taktik şemalarımız koşulların ağırlığı altında çökerse, bunu oportünizme ve eklektizme geri dönerek telafi etmeyeceğiz; bunun yerine, taktikleri partinin görevleriyle yeniden uyumlu hale getirmek için yeni çabalar sarf etmemiz gerekecek. İyi parti iyi taktik yapmaz, iyi taktik partiyi iyi yapar ve iyi taktikler ancak temel hatlarıyla herkes tarafından anlaşılan ve kabul edilen taktikler olabilir.

Temel olarak karşı çıktığımız şey, partinin taktik ilkelerini belirlemeye yönelik kolektif çalışmasının, tek bir adama, tek bir komiteye ya da Enternasyonal’in belirli bir partisine ve onun geleneksel yönetim aygıtına koşulsuz itaat talepleriyle boğulmasıdır.

Partinin faaliyeti, iktidar mücadelesinin kritik anlarında stratejik bir nitelik kazanır ve bu noktada esasen askeri bir karakter edinir. Bununla birlikte, önceki durumlarda partinin eylemi salt ideolojik, propagandif ve örgütsel işlevleriyle sınırlı değildir; daha önce de belirttiğimiz gibi, proletarya tarafından başlatılan bireysel mücadelelere aktif katılımdan oluşur. Hal böyleyken, taktik kılavuzlar sistemi, partinin müdahalesinin ve bu tür hareketler içindeki faaliyetinin, proleter mücadelenin kalbindeki ajitasyonunun hangi koşullar altında nihai ve devrimci hedefle bağlantı kurduğunu belirlemek ve aynı zamanda ideolojik, örgütsel ve taktiksel hazırlığın avantajlı ilerlemesini garanti altına almak amacıyla oluşturulmalıdır.



4. Partinin sürekli olarak hazırlanması ihtiyacı

Partinin verili tarihsel durumlara ne zaman müdahale etmesi gerektiğini belirlerken, partinin özünde devrimci olan işlevlerini sınıfın dolaysız organlarına atfederek, neredeyse her zaman partinin değersizleştirilmesine varan iradeci hatadan kaçınmalıyız. Bu özellikle sendikalist gelenektir. Buna karşılık, tarihsel durum devrimci bir yönde gerçekten olgunlaştığında, çok sayıda devrimci militanın içgüdüsel olarak da olsa partinin yanında yer alacağının ve bunun aslında devrimci toparlanma sürecindeki hızlanmanın en açık işaretlerinden biri olacağının farkında olmalıyız.


167 - Partinin karakteristik tezleri (Floransa Tezleri) - 1951

IV, 10 - Sürecin hızlanması sadece tarihsel krizlerin derin toplumsal nedenlerine değil, aynı zamanda partinin elindeki kısıtlı araçlarla bile propaganda yapmasına bağlıdır. Parti, "proleter", "sosyalist" ya da "komünist" adını gasp etmiş grup, lider ya da partilere yönelik aygıt, strateji ve manevralarla bu sürecin canlandırılması olasılığını tamamen dışlar. Lenin siyasi yaşamdan çekilir çekilmez Üçüncü Enternasyonal’in taktiklerine nüfuz eden bu manevralar, hareketin teorik ve örgütsel gücü olarak Komintern’in parçalanmasıyla sonuçlanmış, "taktik uygunluk" yolunda partinin parçalarını dökmeye her zaman hazır olmuştur. Bu yöntemler, onları yanlış bir şekilde komünist yöntemler olarak gören Troçkist Dördüncü Enternasyonal hareketi tarafından geri çağrılmış ve yeniden değerlendirilmiştir.

Sınıf mücadelesinin yeniden canlanmasını hızlandıracak hazır reçeteler yoktur. Proleterlerin sınıfın sesine kulak vermesini sağlayacak hiçbir manevra ve çıkar mevcut değildir; bu tür manevralar ve çıkarlar partinin gerçekte olduğu gibi görünmesini sağlamaz, aksine, durumun gerçekten olgunlaşmasına ve partinin buna karşılık verme yeteneğine dayanan devrimci hareketin etkili bir şekilde yeniden canlanmasının aleyhine ve önyargılı bir şekilde, yalnızca doktriner ve siyasi esnekliği nedeniyle bu amaca uygun olan işlevinin yanlış temsil edilmesine neden olur.

İtalyan solu, başını suyun üstünde tutmanın bir yolu olarak acele çarelere başvurmaya her zaman karşı çıkmış ve bunu Marksist determinizme hiçbir şekilde uymayan bir ilkeden sapma olarak kınamıştır.

İradeciliğin karşıtı olan hata ise basmakalıp kaderciliktir. İşçi sınıfının devrimci araçlarını gerçekten geri aldığını gören tarihsel süreçte, parti sadece iradi bir faktör olarak müdahale edebilir değil, aynı zamanda müdahale etmelidir. Bu nedenle parti, olumsal tarihsel durumlarda, sınıfla mümkün olan en geniş ilişkileri sağlamlaştırmak amacıyla, kendine özgü ilkeleriyle müdahale etmelidir. Ancak partiyi ilgilendiren sınıfla herhangi bir rastgele ilişki değil (bu saf oportünizm olurdu), yalnızca devrimci perspektif çerçevemizle çelişmeyen ilişkilerdir: sınıf savunma mücadelesi, sınıf birliğinin yeniden inşası, partinin güçlendirilmesi, siyasi iktidarı ele geçirmek için devrimci mücadele. Tam tersi, perspektifimizi dikkate almadan sınıfı yönlendirme, hatta etkileme iddiasında bulunmak, bu tür bir faaliyetin örgüt üzerindeki yansımaları nedeniyle partinin bütünlüğünden ödün vermek gibi kaçınılmaz bir sonuca yol açar.


168 - İtalya KP Üçüncü Kongresinde Solun Tezleri (Lyon Tezleri) - 1926

I, 3 - (...) Parti, faaliyetini ne teorik ilkelerin ve örgütsel kolektifin saflığını korumakla ne de bedeli ne olursa olsun anlık başarılar ve sayısal popülerlik elde etmekle sınırlayamaz ve sınırlamamalıdır. Her zaman ve her durumda, bu faaliyet aşağıdaki üç noktayı içermelidir:

a) Ortaya çıkan yeni olgular, yani işçi sınıfının teorik bilinci ışığında temel programatik önermelerin savunulması ve netleştirilmesi;

b) Partinin örgütsel birliğinin ve etkinliğinin sürekliliğinin güvence altına alınması ve proletaryanın devrimci çıkarlarına karşı olan dış etkilerle kirlenmeye karşı savunulması;

c) Kısmi ve sınırlı çıkarlardan kaynaklananlar da dahil olmak üzere işçi sınıfının tüm mücadelelerine, gelişimlerini teşvik etmek, ancak nihai devrimci hedeflerle bağlantılarını sürekli vurgulamak ve sınıf mücadelesinin kazanımlarını gelecekteki vazgeçilmez mücadelelere bir geçiş köprüsü olarak sunmak için aktif katılım, Kısmi kazanımlara, sanki bunlar kendi başlarına amaçlarmış gibi, ideolojisinin ve kendi örgütlerinin bağımsızlığı gibi proleter sınıf faaliyetinin ve mücadeleciliğinin koşulları karşılığında takas edilecekmiş gibi - ki bunların başında parti gelmektedir - razı olma tehlikesini reddetmek.

Bu karmaşık parti faaliyetinin en yüce amacı, proletaryanın hazır olması için öznel koşulların yaratılmasıdır; böylece proletarya, tarih devrimci olasılıkları sunar sunmaz bunlardan faydalanabilecek ve mücadeleden mağlup değil galip çıkabilecek bir konumda olur.

(...) Kesin olarak belirtmek gerekir ki, geçmişte, bugün ve gelecekte bazı durumlarda proletarya, duruma göre atalet ya da düşmanla işbirliği yoluyla devrimci olmayan bir tutum benimsemiştir, benimsemektedir ve kaçınılmaz olarak benimseyecektir; Ancak her şeye rağmen, proletarya her yerde ve her zaman devrimci karşı saldırının hedefindeki potansiyel olarak devrimci sınıf olarak kalır, ancak sadece içinde komünist partisi var olduğu ve bu parti, uygun olduğunda tutarlı müdahalelerden asla vazgeçmeden, görünüşte anlık popülerliğe giden en kolay yollar olsa da, onu görevinden saptıracak ve böylece proletaryanın toparlanmasını sağlamak için temel destek noktasını ortadan kaldıracak yollara girmekten kaçındığı sürece. Bu gibi diyalektik ve Marksist gerekçelerle (ve asla estetik ve duygusal gerekçelerle değil), komünist bir partinin tüm araçları ve tüm yöntemleri benimsemekte özgür olduğunu savunan hayvani oportünist yaklaşımı reddediyoruz. Bazıları, parti gerçekten komünist olduğu, ilkeleri ve örgütlenmesi sağlam olduğu için en akrobatik siyasi manevraları yapabileceğini söylemektedir, ancak bu iddianın unuttuğu, partinin kendisinin tarihsel gelişimin hem faktörü hem de ürünü olduğudur. Proletarya, parti liderleri tarafından bu tür "manevralar" için sunulan çarpıtılmış gerekçelerden değil, gerçek sonuçlardan etkilenecektir ve parti, esas olarak geçmiş hataların deneyimini kullanarak bu sonuçları nasıl tahmin edeceğini bilmelidir. Partinin yozlaşmaya karşı güvence altına alınması sadece teorik inançlar ve örgütsel yaptırımlarla değil, taktikler alanında doğru hareket etmekle ve yanlış yolları kesin ve saygın eylem kurallarıyla kapatmak için kararlı bir çaba göstermekle mümkün olacaktır

Parti kendini devrimin vazgeçilmez organı olmaya hazırlamalıdır ve bunu ancak "proleter hareketin gelecekteki görevlerini bugünden savunarak" yapabilir. Bugün hala içinden geçmekte olduğumuz tarihsel dönemdeki temel görev olan partinin hazırlanması gerekliliğinin hem anlamı hem de önemi burada yatmaktadır. Proleter kitleler bir kez daha sınıf mücadelesi zemininde sıraya girdiğinde, devrimci görevlerini etkili bir şekilde yerine getirebilecek bir partiyi hazırlamak için zaman kalmayacaktır. Tarihsel deneyimler, devrimci durumların, kendilerini devrimci zeminde sağlam bir şekilde hazırlamamış partileri ezip geçtiğini (örneğin Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle İkinci Enternasyonal’in çöküşü), oysa devrimci krizlerde proletaryayı zafere götürebilecek olanların yalnızca önceden hazırlanmış partiler olduğunu göstermektedir (Bolşevik Partisi, Rusya 1917). Dolayısıyla, partinin programının netliğini ve eylem bütünlüğünü belirlemek hareketin, hatta devrimci proletaryanın işi değildir; aksine, devrimci proletaryanın kapitalist devlete karşı zafer kazanmasını sağlayacak olan, parti tarafından önceden fethedilmiş olan programatik ve taktik netlik ve örgütsel bütünlüktür. Aksi takdirde proletarya diktatörlüğünün parti diktatörlüğü anlamına geldiği şeklindeki temel düşüncemizi neye dayandıracaktık?



5. Partinin kompaktlığı ve üniter doğası organik faaliyetinden kaynaklanır

Partinin devrimci hazırlık çalışması, durum olgunlaştığında partinin kendisinin devrimin organı işlevini üstlenebilmesi için vazgeçilmez kolektif özümseme düzeyini gerçekleştirme hedefiyle, doktrinin ve tarihsel geleneğin sürekli olarak ve tüm parçalarıyla yayılmasından oluşmalıdır. Bu gerekliliğin bilinci, her ne kadar solun özgün bir arzusu olsa da, ancak Stalinizme karşı mücadele sırasında ortaya çıkmıştır. Devrimci hareketin pratiğindeki yenilgi, ancak gelecekteki devrimci zaferin eşsiz olasılığının bilinci ölçüsünde teorik zafer, bu zamana kadar Stalinistleşmiş Enternasyonal’in dışında olan Solun deneyimlerinde ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlanmıştır. Dolayısıyla, günlük parti çalışmamızda ve her şeyden önce Enternasyonal’in ilk yozlaşma belirtilerine karşı Sol tarafından yürütülen savaşta, oportünizmin partiden intikam almak için daha sonra başarılı olan ilk girişimlerine karşı ilk araçların ve panzehirlerin oluşturulduğu zaman, yalnızca bu deneyime başvurmalıyız.


169 - Ek Tezler (Milan Tezleri) - 1966

2 - (...) Partinin sınırlı boyutlarını kabul etsek bile, çağdaş toplumsal dokunun rezilliklerinin isyancı kitleleri tarihin öncüsüne dönmeye zorlayacağı önemli dönem için sağlam ve aynı zamanda etkili gerçek partiyi hazırladığımızın farkına varmalıyız. Diriliş, parti olmazsa bir kez daha başarısız olabilir; sayıca şişirilmiş değil, kompakt ve güçlü bir parti, devrimin vazgeçilmez organıdır. Bu dönemin çelişkileri ne kadar acı verici olursa olsun, geçmiş zamanların acı hayal kırıklıklarından diyalektik dersler çıkararak ve Solun uyardığı ve ortaya çıktıklarında kınadığı tehlikelerin, uğursuz oportünist enfeksiyonun kendini tekrar tekrar gösterdiği tüm sinsi biçimlerin, onları cesurca işaret ederek üstesinden gelinebilir.

3 - Bu amaçla, devrimci ve Marksist solun geçmişteki mücadelelerini ve yüzyılı aşkın bir süredir proleter devrimin yolunu tıkayan tarihsel sapma ve yönelim bozukluğu dalgalarına karşı süregelen yanıtlarını eleştirel bir şekilde sunma çalışmamızı daha da geliştireceğiz. Gerçekten sert bir sınıf mücadelesinin koşullarının mevcut olduğu, ancak devrimci teori ve strateji faktörünün eksik olduğu aşamalara atıfta bulunarak ve her şeyden önce Üçüncü Enternasyonal’i geçersiz kılan tarihi olaylara (tam da kritik dönüm noktasına nihayet ulaşılmış gibi göründüğü sırada) ve Solun yükselen tehlikeyi savuşturmak için üstlendiği kritik tutumlara atıfta bulunarak, ve ne yazık ki onu takip eden felaketten, başarı reçetesi olmayan ve olma iddiasında da bulunmayan, ancak daha ziyade tarihin devrimci ilerleme davasına adanmış görünen güçlerin sık sık çöküşüne neden olduğu bir dönemden, kendimizi bu tehlikelere ve zayıflıklara ve bunların yol açtığı tuzaklara karşı korumamıza yardımcı olacak sert öğütler olarak hizmet eden dersleri aklımıza kazıyacağız.

Şimdiye kadar birçok kez tarihsel seçim sürecine maruz kalan bu araçlar şunlardı: Solun taktiksel eklektizme karşı tepkisi (Enternasyonal’in 1921’deki üçüncü kongresinde kullanılan "çoğunluğun fethi" teriminin rastlantısallığı, kesin taktiksel kılavuzların eksikliği, siyasi birleşik cephe vb.); solun diğer partilerle kaynaşmayı içeren örgütsel yöntemlere karşı tepkisi; Enternasyonal Başkanlık Divanı tarafından dikte edilen taktik standartların yanlış uygulanmasına atfedilen başarısızlıkların sözde sorumlularını avlamayı içeren yaklaşımın kınanması, oysa bunlar yalnızca olumsuz nesnel koşullara atfedilebilirdi ve buna yanıt vermenin en kötü yolu tam da taktiksel eklektizmdi; Solun, doğru pozisyonlar için ortak bir arayışa girmek yerine fraksiyonculuk hayaletini avlamaktan ibaret olan bir iç çalışma yöntemine karşı mücadelesi. Onlar, tarihsel olarak elverişsiz olan ve maddi olarak imkansız olan durumları tersine çevirme iddiasındayken, parti organizması tahrip edildi. Bu değişimler partiyi, örgütsel uyum ve bütünlüğün ancak merkezden çevreye kadar tüm partiyi kapsayan bir faaliyet (hem teorik hem de pratik) sonucunda; dolayısıyla iç siyasi mücadelenin ilke olarak dışlandığı bir çalışma yöntemi sonucunda elde edilebileceğine ikna etti.


170 - Partinin tarihsel görevi, eylemi ve yapısı üzerine tezler (Napoli Tezleri) - 1965

3 - Yeni Enternasyonal’in yaşamındaki sonraki dönemle ilgili olarak, Komünist Solun kalıcı mirası, Enternasyonal’in ilk yıllarında ortaya çıkan yeni oportünist tehlikelerin doğru teorik teşhisi ve tarihsel öngörüsüdür. Ağır entelektüel teorileştirmelerden kaçınarak, bu noktanın tarihsel yöntem kullanılarak geliştirilmesi gerekmektedir. Sol tarafından kınanan ve karşı çıkılan ilk belirtiler, komünistlerin bölünmeler sonucunda örgütsel olarak ayrıldıkları İkinci Enternasyonal’in eski sosyalist partileriyle kurulacak ilişkilere ilişkin taktiklerde ve dolayısıyla örgütsel yapı alanındaki hatalı önlemlerde ortaya çıktı.

Üçüncü kongre, şiddet eylemi programına sıkı sıkıya bağlı komünist partiler kurmanın yeterli olmadığını (1918’deki savaşın ardından gelen büyük devrimci dalganın sönmekte olduğu ve kapitalizmin hem ekonomik hem de siyasi cephelerde karşı saldırıya geçeceği daha 1921’de görülebiliyordu) doğru bir şekilde tespit etmişti, Proleter kitlelerin büyük bir bölümü, artık tüm komünistlerin burjuva karşı-devriminin en kötü araçları olarak gördüğü ve elleri Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un kanına bulanmış oportünist partilerin etkisi altında kalırsa, proletarya diktatörlüğüne ve komünist devlete zarar verebilirdi. Aynı zamanda Komünist Sol, devrimci eylemi (küçük partilerin Blanquici inisiyatifi olarak kınanmak üzere) proletaryanın "çoğunluğunun" (üstelik bunun gerçek ücretli proletaryanın mı yoksa mülk sahibi köylüler ve mikro-kapitalistler, zanaatkarlar ve diğer tüm küçük burjuva katmanları da dahil olmak üzere "halkın" mı "çoğunluğu" anlamına geldiği asla bilinmiyordu) fethedilmesi koşuluna bağlayan formülü kabul etmedi. Demokratik cazibesiyle bu "çoğunluk" formülü, oportünizmin yeni Enternasyonal’de demokrasi ve seçim sayımı gibi ölümcül kavramlara saygı bayrağı altında yeniden doğabileceğine dair, ne yazık ki tarih tarafından da doğrulanan ilk alarm zillerini çaldırdı.

Sol, 1922 sonunda gerçekleşen dördüncü kongreden itibaren kötümser öngörüsünün ve tehlikeli taktiklere (komünist ve sosyalist partiler arasında birleşik cephe, "işçi hükümeti" sloganı) ve örgütsel hatalara (partilerin büyüklüğünü sadece sosyal demokrat eylem programı ve yapısıyla diğer partileri terk eden proleterlerin akınıyla değil, liderlikleriyle yapılan müzakerelerden sonra tüm partileri ve partilerin şubelerini kabul eden füzyonlar yoluyla ve ayrıca federalizme doğru sürüklenişinde açıkça bir hata olan "sempatizan" olduklarını iddia eden partileri ulusal şube olarak Komintern’e kabul ederek artırma girişimleri) karşı çıkarak katı bir mücadele verdi. Üçüncü bir konuda inisiyatifi ele alan Sol, oportünist tehlikenin büyümesini o zamandan itibaren ve sonraki yıllarda daha da güçlü bir şekilde kınadı: Bu üçüncü mesele, Moskova yürütmesi tarafından temsil edilen merkezin, partilerle ya da partilerin siyasi hatalar yapan bölümleriyle ilişkilerinde yalnızca "ideolojik terör" kullanımına değil, her şeyden önce örgütsel baskıya başvurduğu, merkezileşme ve istisnasız mutlak disiplin gibi doğru ilkelerin hatalı bir şekilde uygulanması ve nihayetinde tamamen tahrif edilmesi anlamına gelen enternasyonalin iç çalışma yöntemiydi. Bu çalışma yöntemi tüm ülkelerde, ama özellikle de 1923’ten sonra -Sol, tüm partiyi arkasına alarak, liderliği Moskova tarafından atanan sağ ve merkez yoldaşlara devrederek örnek bir disiplin sergilediğinde- İtalya’da daha da sıkılaştırıldı; burada "fraksiyonculuk" hayaleti ciddi bir şekilde kötüye kullanılıyor ve tek amacı partinin siyasetinde tehlikeli merkezci hataların hüküm sürmesine izin vermek olan, yapay olarak partiden ayrılmaya hazırlanmakla suçlanan bir akımı ihraç etmek için sürekli tehditler savruluyordu. Bu üçüncü hayati nokta uluslararası kongrelerde ve İtalya’da derinlemesine tartışılmıştır ve oportünist taktiklerin ve federalist tip örgütsel formüllerin mahkum edilmesinden daha az önemli değildir.

Enternasyonal’i kurtarmak için zamanında yapılan girişimlere rağmen, birkaç yıl içinde Enternasyonal tamamen yeni ve daha güçlü bir oportünizmin kurbanı oldu. O dönemde yaşananların içerdiği ders, daha sonra yaşananlarla doğrulanmıştır ve iki yönlüdür: partide tekrarlayan krizleri önlemek için hiçbir reçete yoktur, ancak bu dönemde kazanılan deneyimlere değer vermemek suç olacaktır.

Doğru iç çalışma yöntemini sürdürmek, partinin yozlaşmamasını ve böylece doğru devrimci tutumları yeni nesillere aktarma işlevini tam olarak yerine getirmesini sağlamak için vazgeçilmezdir. Bizim tezimiz, partinin içinde hareket etmek zorunda kaldığı dış ortamdan, bugün hayal edilebilecek en kötü ve oportünizme en fazla batmış olan ortamdan etkilenmeyeceği yönündedir. Bu nedenle parti, yaygın oportünizme karşı koyma gücünü yalnızca kendi pozisyonlarının teorik tutarlılığında bulmalıdır. Ve tam da burada, ilkelerin ve doğru taktiklerin korunması sorunu ön plana çıkmaktadır.

Günlük çalışmalarımızda kendimizi nasıl yönlendireceğimizi bilmek istiyorsak, büyük önem taşıyan bu sorunun en iyi çözümü:

a) Partinin oportünizme karşı mücadelesinin (ki bu tüm partinin dış düşmana karşı mücadelesidir), diğer tarafça "oportünizm" ile suçlanan partinin bir kesimine karşı çevrilmemesini sağlamak. İç siyasi mücadele sonsuza dek kovulmuştur;

b) Tutumlarımız ve sol komünizmin oportünist pozisyonlara karşı savaşının tarihi hakkında giderek daha bilgili hale gelmek, çünkü aksi takdirde parti kendi devrimci tutumlarını nasıl tanıyacağını bilemez hale gelecektir.

Ancak bu şekilde parti, oportünizmin çeşitli biçimlerinin tutumlarını gerçek anlamda devrimci olanlardan daha net bir şekilde ayırabilecek kolektif kapasiteye sahip olabilir. Ve bu kapasite tek tek yoldaşlara ya da partinin parçalarına "oportünist pozisyonlar" atfetmekten değil, partinin kendisini bunlara karşı mümkün olan en iyi şekilde savunabilmesi için Sol tarafından zamanında kınanan tehlikeleri zamanında tanımaktan ibarettir.

Bu sonuç parti için sürekli bir zaferdir ve her zaman netleştirilip güçlendirilebileceği için, yoldaşlar arasındaki sık fiziksel ve mektupsal temaslar da dahil olmak üzere partinin karmaşık ve bağlantılı faaliyeti sırasında faaliyetimizin amaçlarını ve bunları gerçekleştirmek için gerekli araçlarla ilişkilerini sürekli olarak netleştirmek gerekli ve hayatidir.


171 - Sınıf Mücadelesinde Güç-Şiddet-Diktatörlük - 1948

V- (...) Dolayısıyla, partinin oportünizm krizlerine yenik düşmesini ya da bunlara zorunlu olarak fraksiyonculukla tepki vermek zorunda kalmasını önlemek için uygulanabilecek hiçbir kural ya da reçete yoktur. Bununla birlikte, on yıllar boyunca proleter mücadelenin deneyimi, incelenmesi, savunulması ve gerçekleştirilmesi hareketimizin yorulmak bilmez görevi olması gereken belirli koşulları tanımlamamıza izin vermektedir. Sonuç olarak başlıca olanları belirtiyoruz:

1) Parti, tarihsel gelişmelerin birbirini izleyen uygulamalarında ortaya çıkan komünist doktrinin azami açıklığını ve sürekliliğini savunmalı ve teyit etmeli ve temel teorik ilkelerine kısmen bile olsa ters düşen ilke açıklamalarına rıza göstermemelidir.

2) Parti, her tarihsel durumda, programının ekonomik, sosyal ve politik olarak nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin tüm içeriğini ve her şeyden önce iktidar sorununa ilişkin içeriğini açıkça ilan etmelidir: silahlı güçle fethedilmesi ve diktatörlük yoluyla uygulanması.

Sınırlı bir bürokrat ve praetorian çevresinin yararına yozlaşan diktatörlükler her zaman, ister demokratik ister ulusal olsun, popülist nitelikteki formüller altında ve geniş halk kitlelerini arkalarına alma bahanesiyle ikiyüzlü bir şekilde maskelenen ideolojik bildirilerden önce gelmiştir. Öte yandan devrimci parti, ezilen sınıfın yalnızca ileri bir azınlığının mücadelenin bu gerekliliğini anlayabildiğini kabul etse bile, devlete ve kurumlarına saldırma ve mağlup sınıfı diktatörlüğün despotik ağırlığı altında tutma niyetini ilan etmekten çekinmez.

"Komünistler” - diyor Manifesto - “görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler". Sadece komünizmden dönenler onları kurnazca gizleyerek elde etmekle övünürler.

3) Parti, büyük ya da küçük diğer gruplarla uzlaşmalar yoluyla ya da daha da kötüsü tabandan üye kazanmak için ağalar ve şeflerle taviz pazarlığı yaparak kendi kendini büyütmeyi kabul etmemek anlamında katı bir örgütsel titizliği hayata geçirmelidir.

4) Parti, mücadelenin altında yatan temel karşıtlığın açık bir tarihsel kavrayışı için mücadele etmelidir. Komünistler, bütün bir yapılar ve gelenekler dünyasına karşı saldırıya öncülük etme inisiyatifine sahiptir; bunların bir bütün olarak ayrıcalıklılar için bir tehlike oluşturduğunu bilirler ve kitleleri, kapitalist dünya içinde fethedilen sözde faydaları ve ilerlemeleri kaybetme tehlikesine karşı savunmacı değil, saldırgan bir mücadeleye girişmeye çağırırlar. Komünistler, kendilerine ait olmayan davaları ve özgürlük, vatan, demokrasi ve benzeri yalanlar gibi proleter olmayan hedefleri savunmak için partilerini kiralamaz ya da ödünç vermezler. "İşçiler mücadelede zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmadığını bilirler".

5) Komünistler, kitlelerin geniş katmanlarının devrimci programa bağlılığını hızlandırmak için taleplerin arkasına sığınılan taktiksel araçların tamamını reddederler. Bu araçlar şunlardır: siyasi uzlaşma, diğer partilerle ittifaklar, birleşik cephe ve proletarya diktatörlüğünün yerine kullanılan devlete ilişkin çeşitli formüller - işçi ve köylü hükümeti, halk hükümeti, ilerici demokrasi.

Komünistler, tarihsel olarak proleter hareketin ve sovyet komünist rejiminin çözülmesinin temel koşullarından birinin tam da bu taktiksel yöntemlerin kullanılmasında yattığını kabul eder ve Stalinist hareketin oportünist vebasından yakınan ama aynı zamanda bu taktiksel gereçleri savunanları, Stalinistlerden daha tehlikeli düşmanlar olarak görürler.

Aslında parti taktikleri burjuva siyasetinin yaptığı gibi, yani parlamenter ve diplomatik entrikalar ve çıkarlar toplamından ibaretmiş gibi ele almaz. Komünist devrimin tarihsel gerekliliği, kafamızdan çıkardığımız ve isteksiz bir dünyaya sinsi hilelerle dayatmak istediğimiz bir şey değildir; tarihsel evrimin ta kendisidir. Belirleyici bir rol oynamak, irade ve bilinç faktörü olarak partiye düşer: çok kesin maddi koşullar içinde iktidar için mücadele etmek zorunda kalacak olan sınıfın yönlendirilmesi rolü. Ve parti, devrimi her yolla engellemeye çalışan diğer tüm partilere karşı birleşik ve kararlı bir şekilde kendini ortaya koyduğu ölçüde bu rolü yerine getirebilecek bir konumda olacaktır.

Böyle bir işlevi yerine getirebilmek için merkeziyetçiliğe ihtiyacı vardır, ama eski türden bir merkeziyetçiliğe değil. Partinin işleyişinin, etrafında merkezileştiği işlevlere organik olarak bağlı olması gereklidir. Partinin bu deneyimi bugünden kazanması, yarın devrime maddi olarak rehberlik edecek partinin özgül karakteristiğini oluşturması çok önemlidir. Teori ve devrimci eylemi işçi sınıfına yeniden kazandırmaya yönelik tüm çalışmalarımızın bir anlamı varsa, en önemlisi, işleyiş biçimimizi ve çalışma yöntemimizi yöneten bu kriteri yerine getirmektir, çünkü bugünün küçük örgütünün hayati deneyimi olmadan, bu örgütsel ilkelerle karakterize edilen yüz binlerce üyeye sahip bir partinin aniden ortaya çıkmasını öngörmek zordur, ki her halükarda devrime rehberlik eden partinin böyle olması gerekecektir.



6. Karşı devrimlerin dersleri

1919-1926 döneminin tarihsel olayları yalnızca devrimci hareketin yenilgisini değil, aynı zamanda partinin Üçüncü Enternasyonal’in küllerinden yeniden doğuşunu da işaret etmektedir. Bu olaylar, en derin nedenleri ne ihanetlerde ne de parlak ve ünlü insanların devrime sadakatinde değil, tarihin nesnel belirlenimlerinde aranması gereken olaylardır. Nasıl ki devrimci güçlerin yenilgisinin nedenleri nesnelse, çünkü Avrupa’da durum sahte bir şekilde devrimciydi ve Avrupa komünist partilerinin ve Enternasyonal’in belirsiz ve değişken davranışları, sınıf potansiyeli eğrisinin sapmasının nedenleri değil etkileriydi, Solun Stalinizme karşı mücadelesini belirleyen nedenler de nesneldi. Bu mücadele sırasında, tarihsel belirlemeler nedeniyle ve kesinlikle bireyler nedeniyle değil, o noktadan sonra kapitalist güçlere karşı bir sonraki devrimci dalgaya liderlik edecek partinin temel çerçevesini oluşturacak pozisyonlar seçildi; ve bu nedenle partinin tüm tezleri sürekli olarak bu mücadeleye ve bu pozisyonlara atıfta bulunur, çünkü burada her sorunun cevabını, kişisel politikacılıktan uzak, tüm devrimci gelenekle ilişkili olarak bulmak mümkündür.

Yalnızca Sol teoriye dokunmadı ve devrimci hareketin yeniden ortaya çıkışının öncülü yalnızca bu teoride kristalize oldu; ancak tüm bunlar, yalnızca Solun ilk taktik sapmaları, sonunda tamamen ortaya çıkacak olan yeni bir oportünizmin ilk belirtileri olarak en başından kınaması gerçeğinden ayrılamaz. Partinin vardığı sonuç, "esnek ve manipüle edilmiş" her taktiğin devrim için feci ve yıkıcı bir sonuç doğurmaktan başka bir işe yaramayacağıdır.

Sol, Rus devleti sapmaya başladığı andan itibaren, SBKP ve Enternasyonal’i kendisine tabi kılarak, küresel proletaryanın çıkarları ile Rus devletinin çıkarları arasında giderek genişleyen bir uçurum açacağı konusunda ilk uyaran olmuştur. Bunun karşı-devrimci bir süreci başlatacağını ileri sürerken yalnızdı ve bir "işçi" partisinin ve devletinin yozlaşmasını içeriden durdurmanın mümkün olduğunu savunan ve hala savunmaya devam eden diğer tüm okulların aksine, resmi partinin tarihi partiye uygun kalması için yeniden doğması gerektiğini anlamada yalnız kaldı.

İşte bu nedenle, bu bozulmamış geleneğin bu yozlaşmalardan uzak bir şekilde aktarılması, ancak 1919’dan sonraki yıllarda Sol tarafından yürütülen sınıf savaşının dersleri mümkün olan en sadık şekilde kullanılarak yapılabilir; her şeyden önce yozlaşan bir merkeze bağımlılık bağı nedeniyle kesintiye uğrayan bir savaş. Üçüncü Enternasyonal’i geçersiz kılan olaylar dizisine ve Solun yeni bir oportünizm tehlikesini savuşturmak için savunduğu tüm kritik pozisyonlara sürekli atıfta bulunarak, kesinlikle "kutsal" sayılması gereken dersler çıkarmak zorundayız; bu dersleri, içlerinde başarı reçeteleri keşfettiğimizi iddia ettiğimiz için değil, devrimci güçlerin birçok kez içine düştüğü ve her örgütün yeniden içine düşmeye açık olduğu tehlikelerden ve zayıflıklardan kendimizi korumak için "ciddi uyarılar" oluşturdukları için çıkarmak zorundayız. Parti bu temel dersleri sağlam tutmalı ve yeni Enternasyonal’in yaşamının ilk yıllarında yavaş yavaş şekillenen yeni oportünist tehlikeler hakkında Sol tarafından yapılan doğru teorik teşhisleri ve tarihsel öngörüleri asla unutulmaması gereken mirası olarak muhafaza etmelidir. Bu mirasın içinde, Solun Moskova’nın yozlaşmasına karşı yürüttüğü tüm polemiklerde teyit ettiği, temel öneme sahip açık bir Marksist tez bulunmaktadır: parti aynı zamanda tarihsel gelişimin hem bir faktörü hem de bir ürünüdür ve bu nedenle zaptedilemez duvarlarla çevrili değildir, aksine dışarıya doğru yürütülen kendi eyleminin etkilerini hisseder.

Görkemli Ekim Devrimi’ne önderlik etmiş ve dünya burjuvazisini korkudan titretmiş olan Rus Komünist Partisi ve Enternasyonal, birkaç yıl içinde öylesine derin bir uçuruma düşmüştü ki, doğru pozisyonları ve doğru devrimci geleneği aktarmak için zayıf bir örgütsel ipliği sürdürme olasılığı bile sadece az sayıda militana emanet edilmişti. Buna rağmen, Stalinizmin zaferiyle başlayan son derece karşı-devrimci dönem boyunca, partinin yeniden doğuşunun ve örgütsel parti ilişkilerinin sürdürülmesinin tarihsel yönü her zaman, devrimin vazgeçilmez organı olan partinin eksik olması halinde bir sonraki devrimci saldırının da şüphesiz başarısız olacağına dair mutlak inançla, proletaryanın tarihin öncülüğüne geri döneceği tarihsel dönem için gerçek partiyi hazırlamak olmuştur. Böyle bir parti doğaçlama olamaz, kendiliğinden öneriler ve hareketlerle var olamaz, ancak bozulmamış teoriyi devrimci eylemle birleştiren bağı sağlam tutmaya yönelik uzun ve zorlu bir çalışmanın sonucu olabilir. Bu muazzam tarihsel soluklanma ve devrimin gerçek, verimli işleyen organını hazırlamanın derin bilinci, bizi devrimci çağdan hala derin bir uçurum ayırsa bile, partide her zaman mevcut olmalıdır.

Stalinizme karşı mücadelenin bilançosunu çıkaran "Lyon Tezleri"nde, bu mücadelenin dolaysız etkileri bakımından son derece olumsuz sonuçlarına rağmen, her zaman ve her durumda partinin faaliyetinin ne olması gerektiğine ilişkin temel ilkeler ortaya konmuştur ve bu temel ilkeler sadece bugünün partisi için değil, yarının partisi için de kutsal sayılmalıdır, çünkü özellikle de o zamanlar karşı devrimin lehine işleyen, ancak gelecekteki tarihsel koşullarda devrimin lehine işleyebilecek nedenlerden kaynaklanmaktadırlar. Bu kutsal derslerden öğrendik ki, her zaman ve her durumda partinin faaliyeti asla teorik ilkelerin ya da örgütsel grubun saflığının korunmasıyla ya da ne pahasına olursa olsun anlık başarıların elde edilmesiyle sınırlandırılmamalıdır. Temel programatik önermelerin savunulmasını, sözde yeni faktörler bunlardan herhangi birinin sorgulanmasına yol açsa bile, her zaman örgütün sürekliliğinin, etkin işleyişinin ve devrimin çıkarlarına yabancı hedeflere karşı savunulmasının güvence altına alınmasıyla birleştirmelidir. Ve bunu, kısmi ve sınırlı çıkarlardan kaynaklananlar da dahil olmak üzere, her proleter mücadeleye aktif katılımla birleştirmeli, her zaman onların gelişimini teşvik etmeli, ama aynı zamanda her mücadelenin nihai devrimci hedeflerle bağlantısını her zaman ön plana çıkarmalıdır; sınıf mücadelesi yöntemiyle elde edilen fetihleri asla nihai hedefler olarak sunmamalı, aksine gelecekteki vazgeçilmez mücadeleye geçiş köprüleri olarak sunmalıdır. Tüm bu faaliyetin en yüce amacı, proletaryanın tarihin sunacağı nesnel olanaklardan faydalanmasını sağlayacak öznel koşulları hazırlamak, böylece mücadeleden mağlup olarak değil galip olarak çıkmaktır.

Partinin faaliyetine ilişkin bu karmaşık vizyona bağlı kalarak, partinin kendisini doğru devrimci yolda tutmak, kendi iradesiyle devrimin nesnel koşullarını yarattığını iddia eden, bu koşulların tarihin bir ürünü olduğunu anlamayan ve dolayısıyla bunu kendi iradesiyle karıştıran tüm palavra ve sonuçsuz aktivizmden uzak tutmak mümkündür. Ve aynı şekilde, partinin tüm öznel hazırlık faaliyetini değersizleştiren, partinin yöneliminin netliğinin ve etkinliğinin partinin bir niteliği değil kitlelerin eyleminin bir ürünü olduğunu iddia eden, devrimin patlamasından önce partinin devrimin yenilgisi pahasına nasıl kazanılacağını bilmesi gereken tüm kendiliğindenciliklerden uzak tutmak da.



7. İlkeler, program ve taktikler arasındaki ilişki

1920’lerde komünist hareketin yozlaşması, devrimci ilkelere sadık kalarak taktik sorunu ortaya koymanın tek yolunun Üçüncü Enternasyonal’in ilk günlerinden beri Sol tarafından savunulan yol olduğunu kesin bir şekilde doğruladı: programatik yönergeler ile taktik kurallar arasında yakın bir bağlantı vardır ve bu nedenle durumun incelenmesi taktik sorunların çözümünde yalnızca tamamlayıcı bir unsur olarak anlaşılmalıdır. Parti, bilinci ve eleştirel deneyimiyle, durumların nasıl gelişebileceğini öngörmeli ve bunlara karşılık gelen taktik olasılıkları tanımlamalıdır; bunun tersine, durumları doğrudan deneyimlemek ve onlardan etkilenmek için bekleme yöntemi oportünist yöntemin tipik özelliğidir. Dolayısıyla taktik standartlar sistemi, partinin müdahalesinin ve faaliyetinin hangi koşullar altında nihai devrimci hedefle uyumlu olduğunu belirlemek amacıyla inşa edilmelidir. Partiye kendi eyleminin koşullarını ve sınırlarını belirleme ihtiyacını dayatan, toplumsal hareketlerin karmaşıklığını teorize etme ve şematize etme arzusu değil, pratik ve örgütsel bir gerekliliktir. Genel hareketi abartanlar ve partinin birincil rolünü inkar edenler için bu yöntem partinin eylem özgürlüğünü kısıtlıyor gibi görünse de, tam tersine partinin organik birliğini ve dolayısıyla devrimin zaferinin temel koşulunu tek başına sağlayabilir.

Bu nedenle, herkes için bağlayıcı olması gereken bu taktik normlar sisteminin tüm parti tarafından onaylanması gereklidir. Bu amaçla, tüm partinin beklenen tarihsel koşullar ortaya çıktığında ondan yararlanmaya hazır olması için, mümkün olan yerlerde incelenmeli ve uygulanmalıdır. Bununla birlikte, partinin taktik planlarını geliştirirken "eleştiriden muaf" olduğu fikri kabul edilemez, çünkü bu çok daha dolambaçlı bir yolla, koşullar tarafından koşullandırılmak için durumları beklemenin teorileştirilmesine, başka bir deyişle taktiksel özgürlüğe geri dönmüş oluruz. Doğru teoriden ve onsuz partinin kendisinin de var olamayacağı tarihsel aşamanın doğru değerlendirilmesinden hareket ederek, tüm örgüte nüfuz ederek partinin organik doğasını ve kompaktlığını da güvence altına alan doğru taktiklere ulaşmak zorundayız.

Bilinçli bir organ olarak partinin ilkelerinden her türlü taktiksel çıkarımı yapmakta özgür olduğu görüşünü hiçbir zaman desteklemedik ve yöntemlerin devrimci hedeflerle koordinasyonunun güvencesini hiçbir zaman partinin devrimci doğasında ya da Marksizm konusunda iyi bir temele sahip seçkin ve yetenekli insanların katkısında aramadık, çünkü bu, partinin kendi eylemlerinin partinin kendisi üzerindeki yansımalarını göz ardı eder. Solun yükselen Stalinizme karşı verdiği tarihsel mücadeleden ve bu mücadelenin bilançosundan çıkardığımız sonuç, partinin yozlaşmalara karşı kendisini asla sadece teorik amentülere ve idari yaptırımlara başvurarak değil, ancak taktik alanında nasıl hareket edeceğini bilerek ve her türlü yanlış yolu kesin ve saygın eylem standartlarıyla enerjik bir şekilde kapatarak güvence altına alabileceğidir. Dolayısıyla, taktik özgürlük yaklaşımına olan isteksizliğimiz, partinin kendisinin, önemi ve nihai devrimci hedefle ilişkisi tüm örgüte nüfuz etmemiş doğaçlama taktikleri uygulayamayacağı anlamında, kendi partimiz için de böyle bir özgürlüğün reddine yol açar. Partideki gönüllü unsur, devrimci güçlerin en etkili olacağı anda taktik planını uygulamaya karar verme olasılığından oluşur; ve düşman karşısındaki üstünlüğü de burada yatar, çünkü başka herhangi bir örgütün kendi eylemlerinin durumun gelişimi üzerindeki etkilerini bilmesi imkansızdır. İşte bu nedenle, devrimci potansiyelini gerçekleştirmek için parti, beklenen tarihi olaylar gerçeğe dönüşmeden çok önce eyleme hazır olmalıdır ve bu tür görevlere hazırlanmanın önemi de burada yatmaktadır; faaliyet, yürütülen faaliyetin anlam ve öneminin devrimin zaferi için olduğu gerçeğini gözden kaçırmanın kolay olduğu bu gibi karanlık ve kasvetli zamanlarda gerçekleşse bile.

Bugün mesele yeni bir şey geliştirmek değildir, çünkü partinin geleneğinde, metinlerinde ve tezlerinde taktik planımızın her bir unsuru fazlasıyla öngörülmüş ve açıklanmıştır. Dolayısıyla mesele, partinin çalışmasını, tüm örgütün taktik unsurlarını mümkün olduğunca kapsamlı bir şekilde öğrenebileceği ve bunları partinin faaliyetinin tüm alanlarında propaganda ve toplumsal mücadele yoluyla uygulayabileceği şekilde örgütleme meselesidir. Bu görev önemsiz görünebilir, ancak o kadar önemlidir ki, bugün uygun bir şekilde geliştirilmeden yarının devrimi mümkün olmayacaktır, çünkü devrimler patlak verdiğinde parti doğaçlama olamaz. Partinin tüm ülkelerde uygulayacağı taktiklere ilişkin genel ilkeler, oportünist krizlerin pratik deneyimlerini ve Solun İkinci Enternasyonal’in revizyonizmine ve Üçüncü Enternasyonal’in artan sapmasına karşı yürüttüğü mücadeleleri dikkate almalıdır; buradan şu sonuç çıkarılmıştır: eğer parti, salt biçimsel pozisyonlarında bile oportünist siyasi hareketler tarafından kabul edilebilir tutumlar ve parolalar içeren bir taktik uygularsa, programatik pozisyonların, pratik deneyimlerin ve örgütsel yapının bütünlüğünü korumak mümkün değildir. Buradan, tüm partinin taktik planının dayandığı, siyasi pratiğimizin geleneksel olarak birkaç partide ortak olan önermeler ve sloganlar temelinde şekillenen manevraları, kombinasyonları ve blokları reddettiği temel kavram ortaya çıkmaktadır. Taktikler alanına ilişkin bu temel kavram esasen tarihsel bir değere sahiptir, yani olumsal değerlendirmelerle tartışma konusu yapılamaz ve partiyi tam da kapitalist toplumun şu anda içinden geçmekte olduğu döneme ilişkin özgün vizyonunun onu ayırt ettiği şekilde ayırt eder; giderek artan bir şekilde faşizm öncesi dönemin demokratik-liberal biçimlerine dönüşle değil, ekonomik yoğunlaşmanın acımasız ifadesi olan canavarca, totaliter devlet oluşumlarıyla nitelendirilen bir dönem.



8. Parti içinde siyasi mücadeleye karşı

Solun 1920’lerde Stalinizme karşı verdiği mücadeleden çıkarılan bir başka kutsal ders de, partinin devrimci görevlerini yerine getirmeye hazırlanmasının, ilke olarak siyasi mücadele kriterini dışlayan bir iç operasyonel yöntem aracılığıyla gerçekleşmesi gerektiğidir. Aslında parti, kendine özgü teorik ve programatik ilkelerinin yanı sıra, iptali partinin kendisinin de iptaline yol açacak olan kesin taktik ve örgütsel sınırlarla karakterize edilir. Bu nedenle bir başka temel kavram geçerlidir: parti, devrimci ilkelerimizin doğruluğuna ikna ederek yenmeyi bekleyemeyeceği bir dış düşmana karşı sürekli bir mücadele içindedir, çünkü devrim sorununun çözümü yalnızca bir güç sorununa bağlıdır. Bununla birlikte, aynı yöntem devrimci görevlerin yerine getirilmesi için iç hazırlık çalışması için kullanılamaz, çünkü bunun amacı bir düşmanın yok edilmesi değil, doğru pozisyonların kolektif olarak edinilmesidir. Bu çalışmada, yalnızca siyasi mücadele yöntemi değil, idari baskı yöntemi de ölümcüldür: 1920’lerde Moskova Yürütmesi tarafından ciddi siyasi hatalara yenik düşen partilere karşı uygulanan, ancak "ideolojik terör" ve "idari baskı" yöntemlerine maruz kalan ve sonunda doğru merkezileşme ve disiplin ilkelerinin hatalı bir uygulamasını ve tamamen tahrif edilmesini oluşturan yöntemler bunun fazlasıyla yeterli kanıtıdır. Bu yöntem, Moskova Yürütmesi tarafından Enternasyonal’in tüm partilerine, ama özellikle de 1923’ten sonraki yıllarda İtalyan partisine karşı, fraksiyonculuk hayaletini ve yapay olarak bölünme hazırlamakla suçlanan Sol akımı ihraç etme tehdidini ciddi şekilde kötüye kullanarak uygulandı; ve tüm bunlar Enternasyonal’in siyasetinde tehlikeli merkezci hataların hakim olmasını sağlamak amacıyla yapıldı.

Bu yöntemin feci ve iflas etmiş bilançosundan, değişmez doktrinden işçi sınıfının devrimci zaferinin ancak sınıf partisi ve onun diktatörlüğüyle elde edilebileceği sonucunu çıkardığımızda; Marx’ın sözlerine dayanarak, devrimci ve komünist bir parti olmadan proletaryanın burjuva bilimi için bir sınıf olabileceğini, ancak bizim ve Marx’ın kendisi için olmadığını iddia ettiğimizde; o zaman çıkarılması gereken sonuç, zafere ulaşmak için, aynı anda hem tarihsel parti (içeriği bakımından) hem de biçimsel parti (biçimi bakımından, savaşan proletaryanın belirleyici bir bölümünün fiziksel gücü ve pratiği olarak hareket eden) özelliklerine sahip bir partiye sahip olmak gerekeceğidir; bu, görünürdeki çelişkinin eylem ve tarih gerçekliği içinde çözülmesi gerektiği anlamına gelir. Dolayısıyla her türlü çaba, doğru yöntemler ve doğru pozisyonlar konusunda tek ve münhasır nosyona sahip olduğunu iddia eden gruplar arasındaki saçma mücadelelere değil, böyle bir sonuca ulaşmaya adanmalıdır. Bu nedenle, biçimsel partiyi umursamadan tarihsel parti konusunda mükemmel bir düzen içinde olmak artık mümkün değildir: çünkü bugünkü tarihsel görevimiz, tam olarak sahip olduğumuz devrimci teoriyi geliştirmek değil, bu teoriyi olumsal ve biçimsel partinin etine ve kanına dönüştürmektir. Partinin tarihin sunduğu nesnel fırsatlardan yararlanmasını sağlayacak temel koşulu gerçekleştirmek ancak böyle bir faaliyetle mümkündür; böylece parti çatışmadan mağlup olarak değil galip olarak çıkacaktır.



9. Sonuçlar

Tarihsel deneyim ve özellikle de Üçüncü Enternasyonal’in yozlaşmasına ilişkin olaylar dizisi bize partiyi bir defada ve sonsuza kadar elde edilmiş bir sonuç olarak görmenin ciddi bir hata olduğunu öğretmiştir, çünkü her organizma yozlaşabilir. Üçüncü Enternasyonal’in yozlaşmasının aracı, taktikler ve programatik ilkeler arasındaki yetersiz uyumdu ve o andan itibaren partinin dejenerasyonu bu araç vasıtasıyla gerçekleşebildi. Bu unsur, ilkelerin açıkça reddedilmesinden çok daha sinsi ve tespit edilmesi zordur, çünkü bu ilkelere resmi bir saygı ile pekala uzlaştırılabilir. Bu nedenle, Üçüncü Enternasyonal’in yozlaşmasına yol açan aynı tehlikelerin tekrar aynı talihsiz rolü oynamasını önlemek için, Moskova’nın yozlaşması karşısında Solun uyardığı ve kınadığı tehlikelere cesaretle işaret etmek kaçınılmazdır. Oportünizme karşı güvenceler sadece geçmişle ilgili değildir, parti yaşamında her zaman mevcut ve gerçek olmalıdır. Sonuçta, oportünist tehlikeyle abartılı bir şekilde meşgul olmanın ciddi bir sakıncası yoktur çünkü bu, işlemeyen bir şeyin gerçek yansıması değil de tek tek militanların düşüncelerinin ürünü olsa bile, partiye kesinlikle en ufak bir zarar vermeyecektir; oysa tam tersine, birileri bir yerlerde alarm vermeye cesaret edemeden hastalık yayılırsa, parti için tehlike son derece ciddidir. Bunlar da unutmamamız gereken, Solun 1920’lerdeki mücadelesinden çıkan ve bizi o zaman olduğu gibi şimdi de hatanın olmadığı yerde eleştirinin, eleştirinin olmadığı yerde hatanın binde biri kadar bile zararlı olmadığı sonucuna götüren derslerdir. Bu kesinlikle parti içinde düşünce ve eleştiri özgürlüğünü her bireyin hakkı olarak yüceltmek değil, daha ziyade devrimci bir partinin fizyolojik işleyişini ve çalışmasını ortaya koymaktır.

Sola karşı şu şekilde siyaset yapıldı: Sol, Enternasyonal’in hatalı olduğunu söyler, ancak Enternasyonal hata yapamayacağı için, hatalı olan Sol’dur. Buna karşın Sol, kimsenin kendi gerekçelerini kabul etmesini beklemiyordu, ancak sorunun çok farklı bir şekilde sorulmasında ısrar ediyordu: Sol, Enternasyonal’in hatalı olduğunu söylüyor, ancak ortaya atılan konuyla ilgili aşağıdaki nedenlerden dolayı, bunun yerine hatalı olanın Sol olduğunu ve Enternasyonal’in hata yapmadığını kanıtladığını gösteriyoruz. Sol aynı zamanda Enternasyonal liderlerini sürekli olarak oportünizmle suçlamakla itham edildi, ancak bu durum onu tehlikeli hataları kınamaktan alıkoymadı. Ancak Sol, "bakın kim Enternasyonal’i oportünizmle suçluyor ve şüphesiz çarmıha gerilmeyi hak ediyor" şeklindeki alışılagelmiş çığlıklardan başka bir şey beklediyse, bunun yerine oportünist pratikleri devrimci eylemden ayırmaya hizmet edebilecek ciddi bir teminat gösterisi umduysa, boşuna umutlandı.

Solun Enternasyonal’i yeni ve daha da kokuşmuş oportünizmden kurtarmaya yönelik cömert girişimlerine rağmen, birkaç yıl içinde oportünizm tamamen zafer kazandı. Buradan çıkardığımız sonuç, partinin oportünist krizlere sürüklenmesini önlemek için hiçbir kural ya da reçete olmadığıdır. Bununla birlikte, Solun mücadelesinin deneyimi, partinin organik yaşamının, gerçekleştirilmesi kesintisiz görevimiz olması gereken birkaç koşulunu belirlememize olanak tanımaktadır:

1) Partinin faaliyetinin, partinin kontrolü için rekabet eden fraksiyonların kurulmasına yol açabileceğini göz ardı ediyoruz. Partinin merkezini "fethetmek" için çevrede fraksiyonlar kurulmasını nasıl dışlıyorsak, merkezin kendi işlevini tamamen partinin liderliğini "sürdürmeye" yönelik olarak algılamasını da dışlıyoruz.

Partinin her nüksetme ya da oportünizme kayma eğilimine karşı gizemli bir şekilde güvence altında olduğunu iddia etmek sonuçsuz ve saçma olduğu kadar son derece tehlikeli de olduğundan, partiyi ciddi tehlikelerden korumak ve programatik bütünlüğünü savunmak için fraksiyonların oluşma olasılığını ve bunun, merkezin baskıcı enerji eksikliği gibi çocukça bir nedenle değil ama partinin başarısızlığı ve karşı-devrimci etkilere maruz kalması gibi lanet olası bir durumda bölünmelere yol açabileceğini kabul etmeliyiz. Bu nedenle fraksiyonlar sorunu ahlaki bir bakış açısıyla ortaya atılmamalıdır. Enternasyonal’in dördüncü Genişletilmiş Yürütme Kurulu’nda fraksiyonculukla suçlandığında Sol, "Tarihte eğlence olsun diye fraksiyon örgütleyen tek bir yoldaş örneği var mı?" diye sordu. "Hayır” - diye yanıtladı - “böyle bir vaka hiçbir zaman ortaya çıkmadı ve bunun partiye sızmaya yönelik bir burjuva manevrası olduğunu söyleyebilmek için kanıt sunmanız gerekir. Tam tersine, deneyimler oportünizmin her zaman birlik maskesi arkasında saflarımıza sızdığını kanıtlamaktadır". Bir fraksiyonun ortaya çıkması, partide yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu gösterir ve hastalığı tedavi etmek için nedenleri ele almaktan başka bir alternatif yoktur ve bu nedenler her zaman partinin ideolojik ve siyasi hatalarında yatar. Bu nedenle, fraksiyonculuk belirtileriyle ortaya çıkan hastalığı önlemenin ve tedavi etmenin yolu, doğru ilkesel ve taktiksel tutumları rafine etmek ve netleştirmektir.

2) Aynı nedenlerle, fraksiyonları her zaman ve her yerde mücadele edilmesi gereken bir hastalık olarak görmüyoruz; ne pahasına olursa olsun birliği kendi başına bir fayda olarak görmüyoruz. Partinin birliğinin kesinlikle korunması gerekir ve ince güçlerimizin en küçük bir parçasının kaybından bile bir gözün kaybından korktuğumuz gibi korkmalıyız, ancak bu, tüm alanlarda doğru pozisyonların korunmasından ayrılamaz, çünkü sınıf partisi üzerindeki burjuva etkisi tehlikesi tarihsel olarak kendisini tek tip bir demagoji uygulayan ve yukarıdan bir diktatörlük olarak çalışan sinsi bir sızma olarak gösterir.

3) Tüm partinin çalışması, içinde farklı gruplaşmalar olmaksızın homojen bir örgüt elde etmeye yönelik olmalıdır. Bu, tüm partinin uğrunda çalışması gereken bir amaçtır ve tüm ideolojik, taktik ve örgütsel sorunların doğru bir şekilde ortaya konması ve çözülmesi koşuluyla başarılabilir. Bu nedenle, merkez yürütme ile çevre arasındaki parti içi ilişkileri ilgilendiren konularda yukarıdan gelen emirlerin yerine getirilmesinde mutlak itaat formülünü benimsemek hata olacaktır. Aslında merkezden gelen emirler çıkış noktası değil, hareketin bir kolektif olarak işleyişinin sonucudur. Sonuç olarak, "ne olursa olsun" emirlerin ve yüksek talimatların yerine getirilmesi söz konusu olduğunda iyi olan mekanik bir disiplin yoktur; hareketin gerçek kökenlerine karşılık gelen ve azami disiplini, yani tüm örgüt tarafından tek tip eylemi garanti edebilecek bir dizi emir ve talimat varken, örgütsel sağlamlığı tehlikeye atabilecek başka direktifler de vardır. Dolayısıyla, çevre ile merkez arasındaki disiplin ve iç ilişkiler sorunu, yürütme organlarının görevlerinin tanımlanmasından ibarettir ki bu da tüm parti tarafından yapılması gereken bir şeydir, ancak bu kesinlikle çevrenin merkeze verdiği yetkinin demokratik anlamında değil, hareketin düşünce ve eylemindeki geleneği, hazırlığı ve maddi sürekliliği dikkate alan diyalektik anlamda yapılmalıdır.

Doğru iç çalışma yönteminin sürdürülmesi yine de partinin dış dünyaya karşı davranış biçiminden ayrılamaz. Bu nedenle, eğer parti, en önemlilerini aşağıda özetlediğimiz görevlerinden kısmen bile saparsa, iç ilişkilerin kendisi yozlaşmaya mahkum olacaktır:

1) Parti, komünist doktrinin açıklığını ve sürekliliğini en üst düzeyde savunmalı ve teyit etmeli, temel teorik ilkelerine kısmen bile olsa aykırı olan ilke beyanlarını kabul etmeyi reddetmelidir.

2) Parti, her tarihsel durumda, ekonomik, sosyal ve politik başarılara ilişkin programının tüm içeriğini ve her şeyden önce iktidar sorununa, onun silahlı güçle fethine ve diktatörlük yoluyla uygulanmasına ilişkin olarak programının tüm içeriğini açıkça ilan etmelidir.

3) Parti, büyük ya da küçük diğer gruplarla uzlaşmalar yoluyla ya da daha da kötüsü, tabandan taraftar kazanmak için sözde ağalar ve şeflere tavizler vererek anlaşmalar yapmak suretiyle büyüklüğünü arttırmaya razı olmayacak şekilde katı bir örgütsel titizliği benimsemelidir.

4) Parti, mücadelenin altında yatan temel karşıtlıkların açık bir tarihsel kavranışı için mücadele etmelidir; bütün bir yapılar ve gelenekler dünyasına yönelik saldırıda inisiyatifi ele alır ve kitleleri, kapitalist dünya içinde fethedilen sözde avantajları ve iyileştirmeleri kaybetme tehlikesine karşı savunmaya değil, hücum mücadelesine çağırır.

5) Parti, kitlelerin geniş katmanlarının desteğinin devrimci program etrafında kristalleşmesini hızlandırdığı bahanesiyle savunulan tüm taktiksel araçları reddeder. Bu araçlar siyasi uzlaşma, diğer partilerle ittifak, siyasi birleşik cephe ve devletin proletarya diktatörlüğünün vekili olarak kullanıldığı çeşitli formüllerdir. Parti, bu taktiksel araçların kullanımında proleter hareketin çözülmesinin başlıca tarihsel koşullarından birini görür ve Stalinist hareketin oportünist vebasından yakınırken aynı zamanda aynı taktiksel gereçleri savunanların Stalinistlerin kendilerinden bile daha tehlikeli olduğunu düşünür.